ANF / FUNDA TOSUN*

İSTANBUL - 2009’un 3 Ağustos günü aramızdan ayrılan Sarkis Varbed’i (Çerkezyan) Kumkapı’daki cenazesinde sağ yumruğunu havaya kaldırarak uğurlayan 92 yaşındaki Ermeni komünist Şahap Bakırsan’ı, Yeşilköy’deki, bodrum katlarında yıllarca mermer tozu yutarak kazandığı paralarla aldığı evinde ziyaret ediyoruz. Elleriyle yaptığı acıbadem likörünü ikram ederken Nazım Hikmet’in çizdiği kendi portresini büyük bir gururla gösteriyor Bakırsan. Ayrıca, bir yoldaşının deri tabakaya çizdiği Marx, Lenin, Engels resimlerini…

Amacımız Sarkis Çerkezyan’ın ölüm yıldönümü nedeniyle Varbed’le olan yoldaşlık hikâyelerini ve elbette onun öyküsünü dinlemek. Oysa Bakırsan hatırlamıyor nasıl ve ne zaman tanıştıklarını. 1915’te ailesinin yaşadığı katliama ilişkin pek çok ayrıntıyı da öyle… Hukukçu, çevirmen, mermer ustası Bakırsan’ın hatırladığı ve bildiği en önemli hadise ise devrimin mutlaka gerçekleşeceği. “Devrimi elbette yapacağız. Ona şüphe var mı? Ben İstanbul’a geldiğimde, daha üniversiteye girmeden evvel bilime inanıyordum zaten. Marksizm’e de bilimsel olarak inandım. Duygusal bir ütopya olarak değil. Toplumların diyalektik gelişimini bildiğim için inanıyorum ve bu inanç duygusal bir inanç değil, bilimsel bir kanı. Bunu bildiğim için devrimi yapacağımıza inanıyorum” diyor Bakırsan.

Haftanın üç günü ihtiyaçlarını görmek için yanına gelen kızının anlattıklarıyla hayal meyal hatırladığı ailesinin hikâyesini ve Bakırsan soyadını şu sözlerle anlatıyor Şahap Usta: “Babamın anası Erzurum Hınıs’ta diğer Ermeniler gibi tehcire uğradığında kucağında ve yanında iki çocuk varmış, cebinde de bir kese altın. Yalvarmış başındaki askerlere babamı serbest bırakmaları için. Askerler o bir kese altın karşılığına babamı bırakmışlar. 12-13 yaşındaymış sanıyorum. Yürüye yürüye bir Kürt köyüne varmış. Köylüler bunu öldürmeye çalışırken bakırcı ustası olan babamın babasının bir arkadaşı kurtarmış hayatını. Bizim soyadımız ata mesleğinden dolayı anlayacağınız. Sonra evlat edinmiş babamı, adını da değiştirmiş, Hüseyin demiş. Babam olmuş Müslüman bir Hüseyin. Yıllar sonra kasap olan bir Türk’ün kızıyla evlenmiş. Kimse kabul etmemiş bu durumu, babama saldırıp öldürmeye kararlılarmış. Ancak babam yiğit bir adammış, direnmiş. Anam bana gebe kaldıktan dört ay sonra babam askere gitmiş ve ben dört yaşımdayken dönmüş. Savaşmış, yani tıpkı Müslüman bir Türk gibi. Kendine sorsan adını bile hatırlamazdı, bilmezdi Ermenilik ne demek. Tüm bunlara rağmen yine de hep gâvuroğlu olarak kaldı.”

Gâvuroğlu olmak babadan miras

Babasından aldığı yetenekle iyi bir mermer ustası olan Bakırsan, gavuroğlu olmayı da miras almış babasından. “Ben de gavuroğlu olarak yaşadım hep. Lisedeydim. Bir arkadaşım, ki çok da severdim kendisini, Gâvuroğlu diye bağırdı ardımdan. Döndüm, bir yumruk çaktım buna, duvara yapıştı. Gâvuroğlu olmanın da bana yapıştığını o zaman anladım. Komünistken de gâvur oğluydum, hapiste de, işkencede de” diyen Bakırsan, işkencede sırf Ermeni olduğu için fazladan yediği tokatları, yatırıldığı falakaları anlatıyor. “Gâvur olmanın ayrıcalığını yaşadım işkencede. Daha bir zevkle vazifelerini icra ederlerdi üzerimde. Kaç kere ‘gavuroğlu’ diye tokat yedim enseme hatırlamıyorum.”

Komünizmle hukuk fakültesinde öğrenciyken tanıştığını söyleyen Bakırsan, Marx’ı kendi dilinden okumak için Almanca öğrendiğini de anlatıyor. “Aslında mühendis olmak isterken hukuk fakültesinde buldum kendimi. Tüm arkadaşlar ders çalışırken ben dil öğrenmeye emek harcadım, ama buna rağmen dört yılda bitirdim fakülteyi. Sonra ceza hukuku kürsüsüne asistan oldum. Ama partiliydim artık. Her akşam benim evde toplanırdık yoldaşlarla ve bilinçlendirmeye çalıştırdığımız emekçilerle. İçimizden birinin yanında çalışan bir işçi, ücret yüzünden kendisine kızıp karakola gitmiş. Bizi komünist olduğumuz için şikâyet etmiş. Tutuklandım ve asistanlık maceram da bitti böylece.”

Hukukçuluğu bir tek hapiste yaptım

Yasaklı olması nedeniyle hiç yapamadığı avukatlık mesleğini ve hukukçuluğunu sadece tutuklu olduğu yıllarda hapishane arkadaşlarına dilekçe yazarken kullandığını söyleyen Bakırsan, bu yüzden sürgün edilmiş: “Hukukçu olduğum için köylülere dilekçe yazar, para almazdım. Bu yüzden önce 20 ay Kızılcahamam’da sürgüne gönderildim. Orda da aynı haltı işleyince bu kez Bolu’ya, uslanmayınca İstanbul’a sürdüler.”

Burada birden kesildi yoldaş Bakırsan’ın anlattıkları. Hatırlamadığını tekrarladı usulca. Ardından kendisinin ‘şok’ dediği, elleriyle yaptığı likörden ikram edip etmediğini sordu ve ekledi: “Nihat Sargın yoldaştan önce mi öldü Sarkis Varbed, sonra mı?”

* Kaynak: Agos Gazetesi / Funda Tosun