Nalin Öztekin / Dokuz8haber

Kobani kuşatması başladığı günden itibaren birçok tartışma yaşandı ve bölge Dünya'nın dikkatini çeken bir konum haline geldi. Yerli ve yabancı birçok gazeteci, fotoğrafçı, siyasi yetkili Kobani'ye ve sınırında bulunan Urfa'nın Suruç ilçesine akın etti. Özellikle kurumsal veya serbest çalışan basın emekçilerinin ilgisi oldukça yoğundu. Kobani'de objektiflerine yansıyan kareleri aktaran 8 fotoğrafçı izlenimlerini ve yaşadıklarını anlattı.

Rojava'nın Kobani kantonu 13 Eylül 2014 tarihinde Irak Şam İslam Devleti (IŞID) tarafından kuşatıldı. Demokratik Birlik Partisi (PYD) kontrolünde bulunan köylere IŞİD’in saldırması sonucu savaşın bulunduğu nokta boyut değiştirdi. PYD'nin askeri kanadı Halkın Koruma Birliği (YPG)/Kadın Savunma Birlikleri (YPJ), IŞID'e karşı savaşmaya başladı. 26 Ocak 2015'te ABD, Fransa ve Arap Ülkeleri gibi koalisyon hükümetlerinin de hava bombardımanları ile verdiği destek karşısında IŞİD, Kobani kent merkezinden geri çekildi. Savaş süresinde YPG/YPJ, Hür Suriye Ordusu ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı Peşmerge birlikleri tarafından desteklendi. Kobani merkezde kontrolün YPG/YPJ güçlerine geçmesi nedeniyle çatışmalar yoğunluklu olarak Halep ve Rakka taraflarındaki köylerde sürüyor…

İşte 8 fotoğrafçının Kobani'de objektiflerine yansıyan kareleri, izlenimleri ve yaşadıkları:

1) RASİM ASLAN


Bu kadar sağlam bir inanca rağmen kritik bir eşik vardı.

Kuşatma başladıktan 1 ay sonra Suruç'a giden ve Kobani'ye geçmeye karar veren Fotoğrafçı Rasim Aslan öncelikle çadır kentlerde bulunarak ''Pirsus'' adında bir belgesel hazırlığına giriyor. Kobani'ye ancak sonraki gidişinde geçebildiğini ifade eden Aslan yaşadıklarını şöyle anlattı: ''Gitmeden önce çok fazla duygusallık yaşamadım. O bölgede doğup büyüdüğüm ve Kürdistanlı olduğum için düşündüklerimden çok daha fazlasını göreceğimi biliyordum. Kobani'ye geçtiğimde geceydi ve ilk karşılaştığım bizi karşılayan, sarılan silahlı kişilerdi. Bizi Gazetecilerin kaldığı ''Medya Center'' dedikleri yere götürdüler ve Katalonya'dan, Filistin'den, Avrupa'dan gelen birçok serbest gazeteci oradaydı. Yaşamında 3-4 yıl BBC çalışanı olarak İran-Irak sınırında görev yapan Rasim Aslan YPG/YPJ güçlerine dair izlenimlerini anlattı. '' Karşılarındaki düşmanı çok ciddiye alıyorlardı üç beş çete olmadığının farkındalar. Suikast ihtimaline karşı IŞİD yada YPG sokakları kullanmıyor evlerin duvarlarını yıkarak ilerliyorlardı. Ben Batı cephesine girebildim fakat Doğu cephesinde yoğun çatışmalar olduğu için güvenliğimiz açısından izin vermiyorlardı. Ben oradayken yaklaşık 4000 IŞİD üyesi'nin cesedi merkezdeydi ve ancak maskeyle yürüyebiliyorduk.''



Aslan, kadın birliklerinden oluşan YPJ'ye ilişkin devrimin orada vücut bulduğunu, cinsiyet görmediğini sadece düşüncelerine ve ideolojilerine bağlı, bunun için ölmeye hazır insanlar gördüğünü ekledi. Küçük yaşlarda katılım gösteren kişilere dair ''15-16 yaşlarında kişilerle görüştüm. Çocukluklarını bir yere bırakmış değiller sadece ellerinde silah ile nasıl bir ortamda olduklarını bilerek inançlı savaşıyorlar'' dedi. IŞİD üyelerinin ellerindeki ağır silahlara rağmen YPG/YPJ'nin farkı nasıl kapattığını ''Koalisyon uçaklarının yardımı olmasa gerçekten çok zor bir durumdu. Bu kadar sağlam bir inanca rağmen kritik bir eşik vardı. Kendi gözlemimi söyleyeyim dış güçlerden alınan yardımla devrim yapılmaz diyenler buyursunlar Kobani'ye gitsinler'' ifadeleriyle açıkladı.   

2) AYLİN KIZIL


''O şartlarda yaşayan insanların fotoğraflarını çekmek beni biraz tedirgin ediyordu''

1 Kasım ''Dünya Kobani Günü'' sınırda bulunan kamplarda yer alan Nar Photo üyelerinden Aylin Kızıl ise gidiş öncesi yaşadıklarını ''Gitmeden önce çok ikilem yaşadım acaba fotoğraf çekebilecek miyim nasıl hissedeceğimi bilmiyordum. O şartlarda yaşayan insanların fotoğraflarını çekmek beni biraz tedirgin ediyordu'' sözleriyle anlattı. Fakat Suruç sınırdaki kamplarda gördüklerinin fikirlerini değiştirdiğini ise şöyle açıkladı. ''Orada o dayanışmayı görünce insanlar bana umut verdi. Bana oranın hissettirdiği duygu ''inançtı'' ve benim orada inancım tazelendi''. Kızıl, çadır kent yaşamında kadınların öncülüğünü şu bilgilerle açıkladı. ''Suruç merkezde bulunan Kader Ortakaya çadır kentinde çok fazla kadın ve çocuk var ve işin bu yanı başka bir mücadele. Çadır kentler'de yemek yapımı, çocuk bakımı, öğretmenlik, sağlık görevlileri gibi birçok rolü genelde kadınlar üstlenmiş durumda.



Özellikle insanların kadınlarla daha rahat iletişim kurabiliyor olması bunu destekliyordu. ''Mala Jın'' denilen kadın çadırları yardımların dağıtılması ve organizasyonların yapılması konusunda büyük rol oynuyordu''. Arin Mirkan çadır kenti'nin yeni kurulduğu dönemde orada olduğunu belirten Kızıl misafirler için tahsis edilmiş çadırlar olduğunu vurguladı. Kendisini en çok etkileyen bir olaya şöyle değindi. ''Suruç'ta araç içindeyken yoldan geçen bir kişiye adres sorduk ve bizim Diyarbakır'dan geldiğimizi duyunca yaklaşık 25 kişi olmamıza rağmen illa ağırlamak yemek yedirmek istedi. Bu savaş koşullarına rağmen o misafirperverlik beni çok etkilemişti''.

3) BURHAN GİZLENMİŞ


Senin çekeceğin bir fotoğraf Dünya'ya bizi anlatacak

Bölgede 1 ay boyunca tüm kantonlarda bulunan Burhan Gizlenmiş kendisinin Cizir kantonuna geldiği sıralarda kuşatmanın başladığını ve hem bir fotoğrafçı hem de bir insan olarak bunu fotoğraflaması gerektiğine inanarak gittiğini belirtti. Kendisi karşısında ilk gördüğü manzarayı ''İlk gittiğimde gece vakitleriydi ve bu kadar yıkık bir kent olacağını tahmin edemiyordum. Dışarı çıkmak istediğimde YPG'li arkadaşlar ''Sen bize emanetsin bu nedenle izin veremeyiz senin sağlam dönmen gerekiyor. Senin çekeceğin bir fotoğraf Dünya'ya bizi anlatacak'' diyordu. O an benim çekeceğim bir fotoğraf dünyaya bu etkiyi yapabilir mi? diye düşündüm. IŞID ve YPG arasında hep bir duvar vardı bu çok tuhaftır. O duvar biterse iki taraf içinde ne olacaktı ve karşı karşıya gelindiğinde fotoğraf mı çekeceğim silahlı savunmaya mı geçeceğim diye düşünüyordum. Orada basın çok önemliydi, YPG-YPJ'li savaşçılar gazetecileri korumaya çok önem veriyorlardı ve o koşullara rağmen tüm imkanlarını seferber ediyorlardı'' ifadeleriyle dile getirdi.

Tüm kantonları gezen Gizlenmiş sivillerin varlığına yönelik soruyu ''yaşamını yitiren 400 YPG'linin 200'ü sivilleri korumak için öldü. IŞID sivillere zarar veremesin diye 3-5 kademeli bir alan yapılmıştı ve savaşa rağmen oradan gitmeyenler vardı'' şeklinde yanıtladı. Kadın birliklerinden oluşan YPJ'ye dair ise ''Savaşın güzeli olmaz ama Kadın'ın güzelliği savaşa yansımıştı, YPJ 21. yy tarihine not düştü. '' ifadelerini kullanırken fotoğrafçı kimliğini zorlayan bir anısını anlattı. ''Cizir kantonunda YPJ'li 16 yaşında babası tarafından teslim edilmiş Arap bir kadınla röportaj yaptım. Kendisi bana: Hz. Muhammed kadınları diri diri gömülmekten kurtarıp dört duvar arasına koydu ama Önder Apo o duvarları paramparça etti'' dedi. Bunun ardından Serekaniye'ye gittim orada asayiş görevlisi bir Arapla karşılaştım bana kızını anlattı adını sordum ve adının Xezal olduğunu öğrendim. Xezal, benim görüştüğüm YPJ'li kadındı onun kızıydı hemen makinemden ona fotoğraflarını gösterdim büyük bir duygu yoğunluğu yaşadı ve ben de onunla birlikte ağladım. Benim için fotoğrafçılığın en zor yanlarından biri buydu''.

Eğer o haykırışı çekebilseydim Dünyaya mı anlatırdım bilmiyorum

Gizlenmiş, bir çok kez tartışma konusu olan çocuk yaşlarda katılımlara ilişkin çocukta olsalar evlerini topraklarını vermeyecekleri konusundaki iradelerine değinirken Bir YPG'linin kendisine ''Düşün ki kendi evinde oturuyorsun yan komşun bile olmayan biri cehennemin dibinden gelip senin evini almaya çalışıyor. Ben bu evi vermemek için tüm gücümle savaşacağım. '' dediğini söyledi. Genel havaya hakim bir fotoğrafçı olan Gizlenmiş, bölgede yaşayan Araplar'ın, Kürtler'ın, Türkmenler'in ve tüm halklar'ın YPG bizi kurtardı dediğini belirterek bu sadece Ortadoğu için değil Dünya'nın bir çok yerinde model olacak bir yaşam biçimi yorumunu yaptı.

Burhan Gizlenmiş fotoğrafçı kimliğinin kendisini zorladığı bir diğer anısını şu şekilde aktarıyor: ''Cizir Kantonundayken Şengal saldırısı başladı. Derika Hamko'da bulunan Newroz kampı'nda bir kadın sürekli ağlıyordu ona soru soramadım ve başkasına kadının ağlama nedenini sordum. Bana kadının iki çocuğunun da yolda susuzluktan öldüğünü söylediler. O an denklaşöre basamadım eğer o haykırışı çekebilseydim Dünyaya mı anlatırdım bilmiyorum ama ben fotoğrafını çekmektense gidip ona sarıldım''.







Burhan Gizlenmiş kendisinin de içinde bulunduğu bir konvoyda meydana gelen patlama ile ilgili ''Qamışlo'dan geçerken konvoyda 4. araba tarafından bir patlama sesi geldi ben ilk arabadaydım. Hemen makineme sarıldım ve koşmaya başladım. Bombayı üzerinde patlatan Işıd'li ölmemişti ama vücudunun sağ tarafı tamamen parçalanmıştı fakat buna rağmen bağırmıyordu. Bunu anlattığım psikologlar ve doktorlar yüksek tesirli uyuşturucu madde kullanılmış olabileceğini söylediler'' dedi.

4) FIRAT AYGÜN


Fotoğraflamayı, göremeyenlere bunun var olduğunu gösterebilme adına yapıyordum

Nar photo üyelerinden bir diğer Fotoğrafçı Fırat Aygün ise büyük göç dalgasının ertesi günü Suruç'a gidiyor. Diğer fotoğrafçılar gibi kendisi de gece saatlerinde varıyor ve gün aydınlandıkça gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor: ''Büyük bir göç vardı insanlar perişandı, sadece çocuklarını alabilmişlerdi yanlarına. Sürekli silah ve bomba sesleri geliyordu. Karşımda Kobani'yi izleyen ama hiç bir şey yapamayan o tarafı bırakamayan ama buraya da geçemeyen insanlar vardı. ''



Ben ilk etapta fotoğraf makinemi çıkaramadım. Eşyalarını taşımalarına biraz yardım ettikten sonra fotoğraf çekmeye başladım belgelemiş olmak adına. Fotoğraflamayı, göremeyenlere bunun var olduğunu gösterebilme adına yapıyordum. Kendisinin Kobani'ye geçmek istediği gün askerin halka çok sert müdahale de bulunduğunu ve bundan sonra sınırın kapandığını belirtiyor. Hissettiği duygu'yu çaresizliğin yanı sıra büyük bir umut olarak ifade eden Aygün bunu şöyle açıkladı: ''Orada bir savaş var ve senin halkından birileri orada ölüyor. Büyük bir göç dalgasına maruz bırakılıyor. Biz bunun çocukluğumuzdaki yansımasını ''Halepçe Katliamı'' olarak yaşadık. Orada ne yaparsak yapalım bir yanımız eksik kalıyordu''. İlk göç dalgasının yaşandığı dönem sınır kapısında olan Aygün ilk anlarda fotoğraf çekemediğini ekliyor ve Mürşitpınar Sınır kapısında tanık olduğu bir anısını şöyle anlatıyor: ''Bir genç Kobani'ye geçerek savaşmak istiyordu ve asker izin vermiyordu. Bir asker nereye gittiğini sorunca genç savaşmaya gittiğini halkının savaşırken askerin onu burada tutamayacağını vurgulayarak nüfus cüzdanını askerin yüzüne doğru tuttu. ''

5) HERDEM DOĞRUL    


Egemen bir ülkenin fotoğrafçısıysan bunu yapmak daha kolaydır

Asıl mesleği Mimarlık olan fakat uzun zamandır fotoğraf ile ilgilenen Herdem Doğrul kuşatma sonlarında Kobani'ye giden fotoğrafçılardan. Doğrul, haberlerin önünde oluşturduğu felaket tablosuna nazaran şehirdeki yıkımın beklediğinden az olduğunu ifade etti. Kobani'ye'ye ilk ayak bastığında zafer havasını görebildiğini, YPG'lilerin kendisi kadar umutsuz olmadığını aksine morallerinin yüksek olduğunun hissedildiğini belirtti. Herdem Doğrul sınırın geçiş noktasında gördüklerini şöyle anlattı:'' Biz sınırı geçmeden önce sınır hattının ilk şeridinde tampon bölgede konuşlanmış askerler vardı. İlk gördüğüm sınır kapısında bekleyen Asker ve polis arama yapıyorlardı. Gelen sivillerin gözaltına alınıp alınmayacağına onlar karar veriyorlardı. Bizim üst aramamız yapılmadı ve polislerin bundan rahatsızlık duyduğunu gördük. Bir kaç polis bu nedenle bize sözlü tacizlerde bulundu. Üstelik, Polis amirlerinin sakalını uzatmış berelerini takmış halde IŞID'e benzediğini ve Sınır kapısına yakın bir yerde gerçekleştirilen intihar saldırısının krater benzeri devasa çukurdan oluşan izini gördüm. Yaklaşık 3 metre derinliğinde çukur oluşmuştu. Doğrul, şehir merkezinde tüm detaylarda savaşın görünebildiğini bir binanın merdiven basamaklarında dahi YPG ve IŞID'e ait çatışma izleriyle dolu sözleriyle ifade etti.



Diğer bir çok fotoğrafçı gibi Herdem'de kadın birliklerinden oluşan YPJ'lilere dair farklı hisler ve gözlemler barındırıyordu. YPJ'lilere dair:''Bir direniş yaşanmıştı ve bunun sonunda oraya gidebilmiştim bu yüzden onları fotoğraflarken kendimi sorguluyordum'' Fotoğrafçı kimliğinin bu tarz ortamlarda yarattıkları üzerine ''Mesela bu konuşulur, belgesel fotoğrafçılığında belge üretiyoruz ve tarafsız olmak durumundayız. Fakat egemen bir ülkenin fotoğrafçısıysan bunu yapmak daha kolaydır yani Amerikalı bir fotoğrafçı Ortadoğu'da bunu kolaylıkla yapabilir onun taraf olma ihtiyacı yok. '' sözlerini kullandı.

6) LEZGİN KANİ


Fotoğrafladığım zaman müthiş bir özgüven ve gurur gözlerinden okunuyordu

Diyarbakır'da yaşayan bir diğer Nar Photo üyesi Lezgin Kani ise sözlerine bölgede süren savaşı ''Çembere alınmış o küçük grup canla başla direniyordu, duygusal bir bağımız vardı ve parçalanmış bir coğrafyanın insanlarıyız'' sözleriyle anlatmaya başlıyor. IŞID çetelerinin merkezden çekildiği dönemde sınırdan geçerek 5 gün Kobani'de kalan Kani, daha önce neden gelmediğine dair sorgulamalar yaşadığını ifade ediyor. Ardından şehirdeki yıkımın boyutlarına ilişkin ''büyük bir savaşın içinden çıkmış şehrin 5'te 4'ü yıkılmıştı'' ifadelerini kullanıyor. Lezgin Kani karşısındaki ilk durumu şöyle özetliyordu ''Ben Amed'li olduğumu söylediğimde bir Amca ağlamaya başladı çünkü ilk defa Kürdistan'ın 4 parçasından hatta Dünyanın birçok yerinden insanlar oraya gelip savaşmaya başlamıştı''.



İnsanlarda buruklukta hakimdi ama sevinç ağır basıyordu çünkü dönüş yakın görünüyordu. Diğer bir çok fotoğrafçı gibi kendisi de YPJ ile ilgili ''Bugün Kobani Devrimini konuşacaksak aynı zamanda kadın devrimi olduğunu söylemeliyiz. Genç ve yaşlı kadınlar birlikteydi onları fotoğrafladığım zaman da müthiş bir özgüven ve gurur gözlerinden okunuyordu'' dedi. Kani, kardeşinin cenazesini yeni almış bir adamın fotoğrafını çekmek ve çekmemek arasında kaldığını ifade ederken bu ikilemi sürekli yaşadığını söyledi. Lezgin Kani, bir çok hikayeye ve anıya ev sahipliği yapan Kobani'ye dair dinlediği bir olayı ''Bir baba'nın oğlu IŞID tarafında savaşırken yaralanıyor ve baba oğlunu enkaz altına saklıyor. Sonra gece yarısı bu baba sürünerek sızıyor ve oğlunu oradan yaralı olarak çıkartıp getiriyor'' sözleriyle anlattı.

7) MÜRSEL ÇOBAN


"Kobani'de ölebilirdim ama sınırda değil"

Kobani'de 1 ay kalan ve daha önce etkin haber ajansında (ETHA) çalışmış olan Mürsel Çoban şimdi Kocaeli Üniversitesi güzel sanatlar Fakültesi fotoğraf bölümü öğrencisi olarak yer alıyor. Çoban ' da bir çok fotoğrafçı gibi öncelikle Suruç'a geçerek kamplarda ve sınırda yakınları için bekleyen insanlarla birlikte kalıyor. IŞİD'in kent merkezinden çıkarıldığı haberini aldıktan sonra Kobani'ye geçmek üzere üçüncü kez yola çıkıyor.

Çoban, sınırdan geçiş hikayesini ve karşısında gördüğü ilk kareleri söyle anlatıyor;

"Sınırdan geçmek baya heyecanlı ve sıkıntılı bir durum tellerden atlıyorsunuz karşınızda mayınlı arazi var. Şunu hep düşünüyordum; Kobani'de ölebilirim ama sınırdan geçerken ölmeyeyim ancak oranın hikayesine dair bir şeyler çekip anlattıktan sonra ölebilirdim. Bu kafa açıklığıyla gitmiştim. Ek olarak ben astım hastasıyım tabi adrenalin de üst düzeyde. Tellerden geçerken çantamdan bir şeyler düşürdüm ve sınırda kalmış araçların başında bekleyen insanlardan biri yanıma geldi. Amca Türkçe bilmiyordu bende Kürtçe bilmiyordum. Yardımcı olmaya çalıştı şu verdi, sakin olmamı sağladı. Dilim döndüğünce ona YPG tarafına gitmek istediğimi anlattım. Kendisi beni YPG'lilerin yanına götürdü gayet sıcak karşılandım, çay ve sigara verdiler. Aralarından bir Kobani'li Türkiye’de bir süre inşaat işçiliği yapmış ve biraz Türkçe biliyordu, ona kim olduğumu neden burada orada olduğumu anlattım. Belli bir güvende sağlamak gerekiyor çünkü sınırdan IŞİD mensupları yada ajanlar da geçebiliyor. Mürşitpınar Sınır kapısında IŞİD saldırısı ile patlamanın olduğu yere gittik. Orada tekrar çay sigara ve bir kaç soru. . . İlk sordukları soru ilginç gelmişti ''Türkiye’de barış süreci nasıl gidiyor?" diye sordular. Savaşın ortasında barışı soruyorlardı. Ardından Kobani'de basın ile ilgilenen arkadaşları aradılar, dışarıdan gelen basın ile ilgilenen bir grup vardı. Basının gezdirilmesi, durumun anlatılması ve tercümanlık hizmeti gibi görevleri yapıyorlardı, basınla ilgilenen arkadaş 4 dil biliyordu İngilizce, Almanca, Fransızca ve Kürtçe konuşuyordu. Türkiye'den gitmiş arkadaşlarımla görüştüm onlar beni ve durumu anlattılar. Çünkü hala kalıp kalmayacağım net değildi, daha sonra ikna oldular. Bu tarz şeyleri çok iyi örgütlemişlerdi. Yanımda güvenliğimi sağlama amacıyla bir YPG'li vardı. Ben bir yere girmek istiyorsam benden önce girip güvenli olup olmadığını kontrol edecek düzeyde yardımcı oluyorlardı. Türkiye'deki sol sosyalist çevrelerden IŞİD'e karşı savaşmaya giden devrimcilerle de bu esnada görüştüm. Ben oradayken MLKP ve Bileşik Özgürlük Güçleri vardı. "

"Kadrajı nereden aldığınız bile politik görüşünüzü yansıtıyor"

Gazetecilik ve foto muhabirlik için hiç bir zaman tarafsızlığın söz konusu olmadığını düşünen Çoban, bulunduğu konum içinde mesleğine bakışını "Objektifi nereye çevirdiğiniz, kadrajı nereden aldığınız bile politik görüşünüzü yansıtır. Ben oraya giderken bir insan hakları savunucusu olarak IŞİD'e karşı o insanların hikayesini anlatmak için gittim. Böyle olunca zaten bir duygusal bir bağım vardı. Oturup sohbet ettiğiniz insanlar birazdan kalkıp savaşmaya gidiyor ve siz gelemeyeceklerini biliyorsunuz bu kötü bir psikoloji. Bir gazeteci olsanız bile olaydan uzak gibi görünseniz bile aslında tam olarak içindesiniz" sözleriyle açıklıyor.

Cephede Eş Başkanlık

Mürsel Çoban, birbirinden farklı birçok kadından oluşan YPJ'ye ilişkin "Orada da Eşbaşkanlık sistemi vardı yani bir cephede hem kadın hem erkek 2 Komutan var. Savaş çok hiyerarşik bir durum bu durumda bile Eşbaşkanlık sistemini gözetmek etkileyiciydi.

Türkiye gibi kadınlar için çok zor koşulların olduğu bir yerin yani başında özgürleşmiş kadınlar görmek beni çok şaşırttı. Önce fotoğraflarını çekemedim durup gözlemledim. Onlar güçlü kadın portreleriydi. Orada savaşan bir cinsiyet değildi sadece insandı. " dedi.

"Arkamı döndüğümde bir silah bana doğrultulmuştu"

Süleyman Şah türbesinin taşınma operasyonuna denk gelen Çoban'ın planları değişiyor ve 15 gün yerine 1 ay kalıyor. Operasyonun ilk dakikalarından itibaren sınır hattında olan foto muhabir olayı şöyle özetliyor; "Operasyondan önce sınırda hareketlilik arttı ve kaldığım yerde internet ve telefon sinyalleri kesildi. Daha sonra iki gazeteci arkadaşım ve Suphi Nejat Ağırnaslı'nın babası ile yürüyüşe çıktık. Normalde çok karanlık olan sınırda yüzlerce aracın far'ı Kobani'ye dönüktü. Herhangi bir bilgi alamadık ve Azadi meydanında beklemeye başladık. Bir anda kapı açıldı ve tanklar girmeye başladı. Türkiye Devleti Kobani'yi işgal mi ediyordu başka bir durum mu vardı? Önce fotograf cekemedik tabii ne olacağı belli değildi. Olay bitti ve kaldığımız yere döndük hemen haberi geçmek istiyorduk çünkü olağandışıydı. Fakat internet sinyali sabaha kadar yoktu. Tankların geri döndüğünün haberini alınca yanımda bir savaşçı ile Azadi Meydanı'na gittim. Orada fotoğraf çeken tek kişiydim. Daha sonra bir tartışma sesi duydum ve arkamı döndüğümde bir silah bana doğrultulmuştu. YPG'lilerin gelmesiyle oradan uzaklaştım. Daha sonra fotoğrafları servis ettim ve uluslararası ajanslar kullandı. "

Kobani'ye geçmeden önce diğer fotoğrafçılar gibi Suruç'ta zaman geçiren Çoban, mülteci kamplarının ihtiyaçlarının bölgede bulunan belediyeler tarafından karşıladığını ve AKP'nin Suriye’de bulunan cihatçı örgütlerle olan ilişkisi nedeniyle Kobani'lilerin AFAD kamplarında kalmayı istemediklerini kaydetti.

"Kaçak olarak çizilen sınırlar kaçak olarak ihlal ediliyor"

Kobani'de savaşın tüm yoğunluğu ile devam etmesine rağmen yaşamsal ayrıntıların bulunduğunu ekleyen foto muhabir, Uluslararası yerlerden gelen savaşçıların bunun bir dayanışma eylemi değil insanlık savaşı olduğunu söylediklerini aktardı. Öte yandan, ilginç durumların geliştiğini vegan, vejeteryan, ekolojist, anarşist savaşçıların da olduğunu ve aralarındaki tartışmaların gülüşmelere neden olduğunu ekledi. Türkiyeli devrimciler konusuna dikkat çeken Çoban, "Burdan insanlar, savaşmaya gidiyor ve orada yaşanan her şey bu tarafında canını acıtıyor. Kaçak olarak çizilen sınırların kaçak şekilde ihlali yapılıyor. " dedi.

"Cudi, Darbuka ve Kobani"

Bulunduğu süre içerisindeki anılarına değinen Çoban, Cudi'nin hikayesine şu sözlerle değiniyor;

"Ateş eden bir kişinin bulunduğu evin arkasından Darbuka sesi geldi. Çok şaşırdım, gidip arka tarafa baktım. Birkaç kişi patates soyuyordu, bir kişide darbuka çalıyordu. Darbuka çalan arkadaşın hikayesini merak ettim ve ilginç bir şey ortaya çıktı. Arkadaşın kod ismi Cudi, kendisi savaştan önce Halep'te yaşıyor ve 12 kişilik bir müzik grupları var. Fakat Kobani'de savaş başlayınca hepsi savaşmaya geliyor ve Cudi 11 arkadaşını savaşta kaybediyor. En son arkadaşını da içinde bulunduğu köy IŞİD'den alınırken kaybediyor ve buna rağmen hala arkadaşları için Kobani için türküler söylüyordu. Bu insanlar Halep'te birlikte yaşayan, birlikte müzik yapan, birlikte para kazanan insanlar. . . Cudi mevzide, cephede bile darbuka çalıyormuş, karşı taraf demoralize olsun diye. Biz oradan çıktıktan 2 gün sonra o köye IŞİD çok büyük bir saldırı düzenledi ve Cudi de orada hayatını kaybetti. "

8) VEYSİ ALTAY


İlk gidişimizde basın alanında ciddi bir boşluk söz konusuydu

Kobani kent merkezi dışındaki köylerde savaşın devam ettiği 15 Eylül döneminde orada bulunan Veysi Altay gitme nedenini ve ilk gözlemlerini şöyle açıklıyor;

"İdeolojik duruşum talancı zihniyete karşı orada bulunan insanlarla olan ortaklığımız aynı ulusa mensup olmamız 35 yıldır aynı hedefler ile mücadele etmemiz benim orada olma gerekçemdi. Orada bir fotoğrafçı değil mutfakçı da olabilirdim. İlk gittiğimde Eylem Baykuş adında bir arkadaşımla gitmiştik ve basın alanında ciddi bir boşluk söz konusuydu. Dünyanın bir çok savaşında dünyanın bir çok gazetecisi tanıklık etmek üzere gider ama coğrafya Ortadoğu veya Kürdistan olunca bu gazetecilerin, gazetelerin ilgisi ilk dönemlerde çok yoğun olmadı. Zaten herkesin kafasında Kobani düşecek fikri vardı. Kimse Kobani’den böyle bir direniş ve karşı duruş beklemiyordu. Dünya’da Kobani’yi merak etmeye başlayınca biz orada basın çalışmaları yaptık. Tabi orada yerel basın ve bizim özgür basın olarak adlandırdığımız Dicle Haber Ajansı (DİHA), Azadiya Welat, Sterk ve Mednuçe TV de oradaydı. "

Daha önce 2013 yılında Serekaniye'de El Nusra saldırıları döneminde iki arkadaşı ile 20 günlük bir çalışma yapan Altay, gitmeden önce Rojava’yı, yaşanan atmosferi ve Kürtlerin kurduğu sisteme hakim olduğunu belirtiyor.

Koca bir cezaevi ve ardından yıkılan duvarlar

Karşınızda gördüğünüz ilk kareyi tarif edebilir misiniz?

"Biz Kobani alanına girdikten sonra bize geldiğimiz söylendi ve öyle fark ettik tabi bizimle giren bir çok insan vardı o dönem merkezde IŞİD yoktu. İnsanlar kalan eşyalarını, çocuklarını almak üzere giriyordu. Sınırda kapıya baktığımda cezaevi hissi verdi. Burası bir cezaevi diye düşündüm çünkü kocaman bir demir kapı özel harekat polisleri ve diğer tarafta YPG ve YPJ'li savaşçılar. Kobani açık hava bir cezaevi gibiydi daha sonra o duvarlar yıkıldı. "

"Fotoğrafını çektiğim insanların yüzde 70'i yaşamını yitirdi"

Fotoğraf çekerken vicdaniniz ve objektifiniz arasında kaldığınızı hissettiniz mi?

"Her çektiğim karede bu psikolojiyi yaşadım ama şöyle de bir gerçeklik vardı ki bende o işi yapmalıydım. Birileri savaşırken bilinmesi gerekiyor ve bilinmesi için bizlerinde kaydetmesi gerekiyor. Yinede bazı karelerde bu vicdan duygusunu çok net yaşadım. Çünkü ilk gidişimde kaldığım bir buçuk ay’dan sonra dönünce IŞİD kente girmeye başladı. Silahsal ve sayısal olarak ciddi bir güç dengesizliği vardı. Tanklara karşı taşla ilerleyen bir savaş vardı. İlk bir buçuk ay içinde fotoğraflarını çektiğim insanların yüzde 70’i yaşamını yitirdi. Orada hergün yaralıları 20 yaşında gençleri görüntülüyorduk onun için her karede bu hisse kapıldım. Hep sorduğum şuydu Neden? Dünyanın başına bela olmuş ve dünyanın bir çok güçlü ülkesinin desteğiyle ortaya çıkmış yokedici bir örgüt var ve dünyada devleti olmayan tek halka saldırıyor. İşin daha tezat yanı bunlar Musul’u 2 saatte aldılar ki Dünya için çok önemlidir çünkü Petrol’ün yüzde 10’unu karşılar. Düzenli ordusu olmasına rağmen IŞİD orayı 2 saatte alıyor ama Kobani gibi küçük petrolü olmayan bir şehre çok yoğun saldırıyor. Bu benim kafamı en çok kurcalayan soruydu. Bir yanıyla Kobani’nin düşmemesi eşyanın tabiatına aykırıydı, Kürtler onu ters düz etti. "

Kobani'den çıkardığınız kavram veya tanım neydi?

Viyan Peyman'ın sözüdür, "Kobani'de Direniş Direniyor" bu benim de oradan çıkarımım.

Aynılaşmak. . .

YPG ve YPJ’nin basın çalışanlarına tavrı nasıldı?

Bizim can güvenliğimizden yana kaygı yaşıyorlardı. Gazetecilerin, muhabirlerin can güvenliği için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Bir süre sonra aynılaştık birimizin elinde kamera diğerinde silah vardı mevzilerde, gece birlikte kalıp birlikte yemek yiyorduk. Başta çok az gazeteciydik Kobanili gençlerin oluşturduğu Hawar News (Anha) etkindi.

Orada çalışırkençekim yaparken gideceğiniz veya bulunduğunuz konumlara YPG mi karar veriyordu?

Çoğunlukla onlar bizi uyarıyorlardı. Tehlikeli noktalara karşı. Kobani kent merkezine IŞİD girdikten sonra çok daha tehlikeli bir noktaya geldi. Çünkü her tarafta keskin nişancılar vardı ve biz nerede olduklarını bilmiyorduk. Bu yüzden hem onlar yoğun şekilde bizi bilgilendiriyordu hem de biz bilgi veriyorduk. Herkes o zaman çok daha dikkatli davranıyordu. Bazen bizde anarşist davranıp kendi başımıza davranınca sonucu ağır oluyordu. Benimle çalışan iki arkadaşım ayrı ayrı yerlerde yaralandı. Biri kanas mermisiyle diğeri yanımıza düşen bombanın şarapnel parçasıyla.

Moral orada sizi besleyen bir şey

Fotoğraflarını çekmiş olduğunuz birçok insanın ölümü gerçeğini ve duygusunu ruh halinizde nasıl yaşıyorsunuz?

Ben kendimden baktığımda bunu biraz oradaki ruha bağlıyorum. Çünkü oradaki ruh direnen bir ruhtu. Yanınızda bir arkadaşınız yaşamını yitirdiğinde silahını bırakırsan bu direnişte biter. Onun için tam da bunu bilerek hareket etmeyi orada öğrendim. Böyle olunca bende hadi makinamı almıyayım moralimi bozayım gibi bir şansın yok. O moral seni besleyen bir şey. Bu o an odaklanarak yapmak gereken şey muhtemelen acısı daha sonra çıkar daha sonra hesabını yaparsın. Bizde bunsan sonra yapacağız belki de…

"Stalingrad benzetmesi Meryem Kobani'ye aittir"

Ortadoğu gibi bir coğrafya da kadınların bırakın savaşmasını kafalarını bir yerden çıkarmaları bile tepkiye neden olan bir durum iken YPJ gibi bir gücün varlığına dair izlenimleriniz nelerdi?

Kadının kürt hareketi içinde nasıl bir yer edindiğini bilen biriyim. O açıdan çok şaşırmadım. Şu bir gerçek ki Kobani’de belgeselini yaptığım Elif’in söylediği bir söz var;

'jin jiyane, jiyan berxwedane, berxwedan jî Kobani’ye. '

Bu Elif’in söylediği sözdür. Bu kadının yerini çok net özetliyor. 17 yaşındaki Elif bunu söylerken Kobani’nin yüzde 85’i IŞİD’in elindeydi ve yüzde 15’inde biz yaşıyorduk. Kobani’nin Stalingard benzetmesi YPJ komutanı Meryem Kobani’ye aittir. Benim çektiğim fotoğrafların yüzde 60’ı kadınların fotoğrafları ve bunun yüzde 50’si kesinlikle gülüyor yüzünde bir kararlılık var. Tüm mevzilerde ve birliklerde öncü olarak kadınlar vardı. Saymadım ama gördüğüm kadarı ile kadın savaşçılar erkek savaşçılardan fazlaydı.

Kobani'de her zaman siviller vardı

Gittiğiniz zaman veya fotoğraf çekerken birlikte olduğunuz sivillerde dikkatinizi çekengözleminize yansıyan nelerdi?

YPG/YPJ, IŞİD Kobani’ye girmeden köyleri boşaltmıştı çünkü bunun Şengal pratiği vardı. Bir çok insan esir alınıp bir çok kadın köle pazarlarına götürüldü bunu bildiği için YPG güvenlik açısından öncelikle köyleri boşalttı. İki şeyi karıştırmamak vardı Kobani’de her zaman siviller vardı savaşıyorlardı onlara asker yada gerilla diyemeyiz sivili sadece evinde oturan insan olarak algılamamak lazım. Siviller savunmak üzere silahlandı Kobani’de. Yaklaşık 5 bin insan orayı hiç terk etmeden arabalarını ev yapıp kaldılar. Çocukların fotoğrafını çekerken hep bu niye evlerinde değiller sorusu aklımdaydı.