Güçlüye ya-la-ka-lan-ma-nın ya-ka-lan-ma-ma-ya etkisi fark edileli 50 yıl oluyor. Bu bilgi ebeveynlerden çocuklara sürekli aktarılınca, genlere geçip kalıtsallaşmıştır artık. Bir nesil böyle gelişti. Bu vazgeçilmez genler aktarılınca, çoğaldıkça çoğaldılar. Çoğalmayı emrettiler, birbirlerine tavsiye ettiler. Çoğaldılar. Artık aramızda yaşıyorlar diyemiyoruz. Öyle çoğaldılar ki, biz onların arasında yaşamaya çalışıyoruz, iğrenerek. Ama umutsuz değiliz.

Sen, Fetö’nün siyasi ayağı de, bunun ekonomi ayağını, banka ayağını, borsa ayağını, eğitim ayağını, dışişleri, içişleri, askeri, sağlık, kültür ve benzeri ayaklarını sayarken bir de bakmışsın ki adı ortada: kırkayak.

Şu sürüngenin otuz dokuz ayağını kırmışsın, bir tek siyasi ayağı kalmış, varsın kalsın. 50 yıldır kırk ayakla yürütmeye alışmışın, bu günden sonra bir ayakla ayağa kalkacağını mı sanırsın. Uğraştırmayın iktidarı iş yapsınlar. Yazıktır memlekete.

Değerli okurlar, herkesin nice nice tanıdıkları vardır, kendilerine eskiden cemaatçi denenlerden. ‘Cemaat’ genel adı, ne hikmetse sadece Fethullah Gülen Cemaati için kullanılırdı. Çünkü o kadar çoktular ki, başka bir cemaatin adı bile okunmazdı. Kimin tanıdığı yoktu ki. Yoktur ki. Benim de senin de.

Hiçbir araştırma yapmaya gerek yok aslında. Bu yüzdendir ki, Fetö’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması için TBMM’ne verilen bütün Araştırma önergeleri reddedilmektedir. Araştırma önergelerinin ret edilmesi bana göre doğrudur. Çünkü herkesin bildiği bir şeyin neyini, neresini araştıracaksın. Böyle bir önerge kabul görür de Fetö’nün siyasi ayağını araştırmaya kalkarlarsa, bu araştırma komisyonunun bütün siyasi ayağı oluşturan siyasetçileri koruyacağına inanmaktayım. Böylece aklanmış olacaklardır. Ve seslerinin daha gür çıkmasına; kulaklarımızı ve beynimizi yıpratma hakkı elde ettiklerine inanarak, Meclis araştırma komisyonu kararını kanıt olarak sunacaklardır. Oysa herkes tanıdığı cemaatçiyi gösterse, al sana ayak üstüne ayak. Hatta kelleler bile bulunur.

Aynen yukarıda anlattığım usul ve esaslara uygun eski bir Fetöcü, yalakalanmanın yakalanmamaya etkisini çok iyi kavramış olacak ki, kendini iktidarın tepesindeymiş gibi yalakalandırmasına (konumlandırmasına) dikkat edin. Anlatılanlar konuşmacının fikirlerinin özünü veriyor. Demek ki hâlâ aramızda değiller. Biz aralarındayız.

Okuyun da, varın siz değerlendirin doğru bildiğimiz yanlışları.

“Yine maval okuyacaklar çıkacak ortaya: bunlar dokuz canlı bile olabilir, yine yine yeniden canlanabileceklerini sayıklayacaklardır. Bunların korkuları bunlara yetmiştir aslında. Korkularını dillendirmeye korkuyorlar (Fetö’nün siyasi ayağının araştırılmasını isteyenlere hitaben). Onların kökü kazınmıştır (Fetöcülerin).”

“Allah’ını seven şöyle bir haritayı açıp da baksın, hangi ülkede iki boğazın yan yan olduğunu görebileceksiniz. İşte bizde olacağını varsayın, düşünün. Dünya şehri İstanbul’umuzun nasıl sükse yapacağını akıl edemiyor musunuz? Dış güçlerin oyunlarına gelip karşı çıkmanın bir anlamı yok. Bu konuda bilim adamlarının depremlerden dolayı toprak kaymalarının tahmin edilemeyecek kadar çok ve önlenemez olacağını söylemelerini dikkate bile almaya gerek yok. Deprem olacaksa olur. Bunu engelleyemeyeceğimize göre, tevekkül edip inşaata bir an önce başlamanın önemli olduğunu herkes anlayamaz. Kanal inşaatına bir an önce başlamanın neden önemli olduğu ve kanalın neden gerekli olduğu yeri geldiğinde açıklanır elbet.” (Yeri gelmeyecek zaten. Hatırlamaya ve hatırlatmaya da gerek olmaz. İş işten geçince, işi başlatanların hatırlatmaya yüzü olur mu acep. Hiç kimse hatırlatmaz. Hatırlatanlar hain olarak anılacaktır).

“Kanalın yapılmasıyla tarım alanlarına yani tarım alanlarındaki yeraltı sularına deniz suyunun karışacağı iddiasında bulunanlara şunu sormak lazım: deniz şimdi de var. Şimdi neden karışmaz ki. Kanal İstanbul’u yapmak isteyenlere inat olsun diye mi sızacak tarım alanlarına. Hem sızsa bile bu suları süzdükten(!) sonra tarım alanlarına verebiliriz. Devletimiz güçlüdür. Kanalı yapan güç bunu mu yapamayacak. Şu sıralar devletin eli dar olabilir. Hemen önümüzdeki sezonda suların süzülerek temizlenme tesislerinin kurulması mümkün olmayabilir. Bu süreçte topluca yağmur duasına çıkılabilir. Derin bir huşuu içinde yapılacak olan dualarda açılan ellerin boş çevrildiği görülmemiştir.” (Hele yanınıza Nakşibeni tarikatının Halidi kolundan birini de aldıysanız, tamamdır.)

“İstanbul’un su ihtiyacının bir kısmını karşılayan Terkos baraj gölüne deniz suyu sızarsa içilemeyeceği konuşuluyormuş. Bilmezler ki şu anda içtikleri suyun bir kısmı zaten deniz suyu. Haritaya bakın, Terkos’un denize ne kadar yakın olduğunu görürsünüz. Terkos ile deniz arasında sadece kumsal var. O kumsaldan zaten göle su gitmektedir. Hatta kumsal suyu süzdüğü için su içmeye elverişli hale gelmektedir. Bu tür bahaneleri ileri sürmek, kargaları bile güldüremeyecek artık. Biz bunları düşünmeden adım atar mıyız?”