Gerek Selahattin Demirtaş ile ilgili verilen kararlar, gerekse Gencay Gürsoy ve Şebnem Korur Fincancı ile ilgili verilen kararlar; uzun süredir devam eden hukuk cinayetlerinde artık zirveye ulaşıldığını gösteriyor. Bu kararlar Türkiye’nin bırakın hukuk devletini, bir kanun devleti dahi olmadığını gösteriyor. Patrimonyalist ülkelerde totaliter bir tek patronun şefliğinde şirket tipi devletler örülürken, yargı da, muhalifler için adli getto, adli tehcir yaratan, operasyonal faaliyet yapan kolluk birimlerine dönüşüyor. Yargının hali Nazi döneminin yargısıyla çok örtüşüyor. O dönemin yargıçları "Bizim yerimizde Führer olsaydı nasıl kararlar verirdi?" pusulasıyla çalışırlardı. Bizde de AKP başkanının hamle direktifleriyle çalışıyorlar.

Selahattin Demirtaş’la ilgili kararlarda, AKP başkanı Anayasanın 138. maddesini ayaklar altına alarak yargıçlara talimat verdi. Anayasanın 138. maddesinde yargıçlara ve yargı organına hiçbir makam, organ, kişinin emir ve talimat veremeyeceği, telkin ve tavsiyede dahi bulunamayacağı amir hüküm olarak belirtildiği halde, gerek anayasada belirtilen cumhurbaşkanı andında, gerekse anayasa 104. maddede belirtilen görev maddesinde: anayasanın uygulanmasını gözetmek, anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye bağlı kalmak, adalet arayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ilkesinden ayrılmamak görevi olan AKP’li Cumhurbaşkanı, anayasanın cumhurbaşkanı and hükmünü de, görev ilkelerini belirten hükmünü de ayaklar altına aldı. AİHM kararı açıklandığı gün Ankara Başsavcısını ayağına çağırarak talimatı verdi. Söz konusu talimat aynı zamanda TCK’da üç ayrı suçun AKP’li başkan tarafından işlenmesi anlamına geliyordu. Yargı görevi yapanı etkileme TCK 227. maddeye göre suçtur. Siyasi hakların kullanılmasını engellemek TCK 114. maddeye göre suçtur. İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engellemek TCK 115. maddeye göre suçtur. Cesur ve hukukçu bir savcı olsa soruşturma başlatır, yargılaması da görev bitim sonrasına kalır. Son anayasa değişikliğiyle her türlü suçundan dolayı soruşturma başlatılabilir.

Türkiye başlangıçtan itibaren Avrupa konseyinin kurucu üyelerindendir. Gerek Avrupa Konseyi’nin, gerekse Avrupa insan hakları sözleşmesinin, gerekse Avrupa insan hakları mahkemesinin son tahlilde fonksiyonu temel haklara saygılı ortak bir Avrupa kamu düzeni yaratmaktır. AİHS’in 46. maddesine göre AİHM kararları taraf ülkeleri kesin bağlar. Demirtaş ile ilgili karar birçok eksikliğine rağmen; Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamının hukuki nedenle değil, siyasi saikle sürdürüldüğünü, bu durumun seçme seçilme hakkının ihlali olduğunu, devam eden bir yargılamada makul sürede serbest bırakılma hakkının ihlali olduğunu net olarak vurguladı. Mevcut tutukluluğun devamının, siyasi tartışma özgürlüğünün ve demokrasinin temel unsurlarından olan çoğulculuk ilkesinin ihlali olduğunu vurguladı. Devam eden tutukluluğun seçmenlerinde siyasi faaliyete katılma haklarının ihlali anlamına geldiğini belirtti. ‘Derhal bırakılmalı’ derken bireysel önlem kararı verdi.

AİHM’in bireysel önlem kararlarının hemen uygulanma aciliyeti vardır. Bunun için kararın kesinleşmesi beklenmez. Tutukluluğu devam ettiren mahkemenin kararın kesinleşip kesinleşmediğini yürütmeye sorması tam bir skandaldır. Keza Bölge adliye mahkemesinin Demirtaş ve Önder’le ilgili bir başka mahkemeden verilen mahkumiyeti önünde yüzlerce dosya varken, öne alarak onaması yargı eliyle bir kumpastır. Yargıcın "ben tarafım" demesi de yargı görevini yapanın, hukukun temel ilkelerine meydan okumasıdır. Şu anda siyasi davalar adeta 4 savcılı heyetlerle yürütülmektedir. Demirtaş davasında 4 AKP’i savcının karşısında özgürlükçü bir HDP’li vardır. Yürütmenin emriyle yargı Avrupa kamu düzenine karşı olduğunu ilan etmiştir. İlk çağlardan beri sözde savunulan yargı tarafsızlığı Türkiye’de artık bir hayale dönüşmüştür. Türkiye’de yargı her zaman esas olarak yürütmenin güdümünde olmuştur. Lakin bu hal AKP döneminde tavan yapmıştır. 12 Eylül askeri yargısının dahi kriterleri vardı. Sahte kimlik olmadan, illegal döküman olmadan, eli ürünü örgütsel yazı olmadan üyelikten ceza verilmezdi. Kuşkusuz o dönemde de "düşmanla savaş hukuku” vardı. Ama klasik düşmanla savaş hukuku. Şimdi muhalif olan herkesi içine alan, asgari kriterleri olmayan AKP’nin düşmanla savaş hukuku var.

Barış bildirisine imza atan akademisyenlere verilen cezalar, hele hele siyasi kin saikiyle Gencay Gürsoy ve Şebnem Korur Fincancı’ya verilen mahkumiyet kararları benzeri kararlarda olduğu gibi engizisyon mahkemelerinin verdiği kararların benzeri niteliğindedir. Zihniyete, düşünceye, kanaate savaş açan kararlar.

AİHM sözcüsü insan hakları haftasının ilk gününde 2017 ihlal dökümünü açıkladı. 2017 itibariyle Türkiye ihlal başvurularında Romanya ve Rusya’nın arkasından 3. sırada geliyor. Bir açıklama daha vahim, AİHM’in kurulduğu tarihten 2016’ya kadar geçen sürede hakkında en çok ihlal kararı verilen ülke Türkiye. Dürüst yargılanma hakkı ihlali ve uzun tutukluluk en çok ihlal nedenleri

Yukarda irdelediğimiz davaların ve kararların tümü de Redburn karar ve davalarıdır. Nazi dönemi tarihin mezarlığına gömülünce o dönemde verilen tüm Führer zihniyetinin ürünü olan kararlar da yok hükmünde sayıldı. Yani hukuku, adaleti öteleyen tüm yasalar ve kararlar çöp sepetine azıldı. Hukuk cinayetlerinin son bulacağı günler mutlaka gelecek. Hiçbir esaret baki olmamıştır.