Tam bir yıl önce İspanya’dayken “başörtüsü siyasi simge”dir iddiasıyla yasakları savunanlara şöyle kükremişti Başbakan Erdoğan:

"Velev ki simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasî simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?"

Biz de destek verdik. “İsteyen Che tişörtüyle, isteyen Zülfikar’lı kolyesiyle, isteyen başörtüsüyle gitsin okula” diye.

“YİĞİDİ ÖLDÜR, HAKKINI YEME”

Bu ülkede Sayın Erdoğan, eğer iki seçimdir bu kadar yüksek oranlarda halk desteği sağlamışsa, “Velev ki siyasî simge” diyebilmesi, gerektiğinde ordunun, yargının, sermayenin, İsrail’in, tüm toplum mühendislerinin dayatmalarına boyun eğmemesi, dik durması sayesinde olmuştur.

Bu sayede, fikren kendisine yakın olmayanların bile takdirini, desteğini sağlamıştır.

Çünkü, “yiğidi öldür, hakkını yeme” diyen bir kültür üretmiş bu topraklar.

Ancak, son dönemlerde söyledikleri ve yaptıklarıyla gönüllerde edindiği yeri, samimiyetine olan inancı büyük oranda sarstığını söyleyebiliriz.

Bizim gibi Başbakan ve AKP’nin politikalarını onaylamayan, ehven-i şeri tercih etmeyen, başka bir seçenek mümkün diyenler değil, bizzat her koşulda AKP’nin desteklenmesini, Başbakan’ın elinin zayıflatılmamasını savunan, en küçük eleştiri yapanı Ergenekoncu ilan edenler bile artık Sayın Başbakan’ı bu kadar ciddi eleştiriyorsa düşünülmesi gerekiyor…

ARTIK YEMİYORLAR

Sayın Başbakan, zaman zaman dik durdu, destek aldı. Ancak çoğu zaman da sadece lafta kalan, gereği yapılmayan söylemler kullandı. Konuşmalarında Musa Anterlerden, Şiwan Perwerlerden, Ahmet Kayalardan bahsetti, idam edilen gençlerin mektuplarını okudu, Kıbrıs, Ermeni, Kürt, Alevi sorunlarını çözeceği imajı yarattı.

Bütün toplum bunlardan etkilendi.

İlk defa bir Başbakan kendi sorunları hakkında bu kadar “içten”, “samimi”, “gönül alıcı” konuşuyordu.

Ancak, artık herkes şuna inanmaya başladı: Başbakan, ihtiyaçlarına göre taktik bazı söylemler geliştiriyor. Zaten konuşmalarını da danışmanları hazırlıyor. Zihniyet olarak söylediklerine inanmıyor. Samimi değil..

ALIN SİZE BİRKAÇ ÖRNEK..

30 yıl önce idam edilen gençlerin mektuplarına göz yaşı dökerken, -ki o gençler ciddi iddialarla suçlanıyorlardı-, kendi gençlerinin barışçıl eylemlerine göz yaşartıcı bombalar döktü.

Mısır’daki Firavun’a halkın taleplerine kulak ver derken, Ankara’ya eyleme gelen işçilerin kulaklarını çektirdi…

Kıbrıs Sorununu çözeceğini iddia ederken, barış için kardeş gördükleri Güney Kıbrıs’ın da bayrağını mitingte açan gençleri hain ilan etti.

16 yıldır her hafta oturma eylemi yapan Cumartesi Annelerini lütfen kabul etti. 30 yıldır devletin gözaltına alıp kaybettiği evladını arayan Elmas Eren’e, kendisinin de işkence gördüğü palavrasını anlattı. Ardından basına “Bütün arzumuz faili meçhullerin istismara vesile edilmemesidir” dedi.

Halbuki şunu demesi beklenirdi:

“Velev ki istismar ediyorlar. Velev ki bu annelerin arkasında örgütler var. Bu çocuklar bu ülkenin çocukları değil mi? Bu devlet her vatandaşının yaşama hakkını güvenceye almak zorunda değil mi? O çocukların akıbetini bulmak boynumuzun borcudur. 17 bin faili meçhulün tamamını aydınlatacağız. Meclis’te Hakikatleri Araştırma Komisyonu kuracağız. Tüm toplu mezarları açacağız. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin İnsanların Zorla Kaybedilmesinden Korunması Sözleşmesi’ni imzalayacağız. Ucu kime dokunursa dokunsun. Bu karanlıklar aydınlanmadan, bu ülkede barış da olmaz, huzur da, kardeşlik de…”

Velev ki demedin…

Velev ki Başbakansın…