Doğu Eroğlu / www.siddethikayeleri.com

Kendi deyimiyle “milliyetçi imani retçi” olan Muhammed Serdar Delice, büyük bir görev bilinciyle gittiği zorunlu askerlik sırasında, kışlanın inançlarına uygun olmadığına karar vererek vicdani reddini açıkladı. Delice, 33 aylık bir sürenin ardından askeri mahkeme ve GATA’nın vicdani reddi tanımasını sağladı. Delice kışladaki ve cezaevindeki şiddeti, TSK-İslam ilişkisini ve bu hafta kurulan Vicdani Ret Derneği’ni Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.


Kastamonu’da muhafazakâr bir çevrede, Vatan, millet, Sakarya ve “Allah, kitap, bayrak” ezberleriyle, kahramanlık hikâyeleriyle büyüdüm. Üniversite yıllarımda ise bu inançlarımı sorgular oldum ve anladım ki, Kuran gerçekten irdelendiğinde, Müslümanların şu anki Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısını inkârı farzdır. Zulüm, ayrımlar ve eşitsizlikler noktalarına baktığınızda, Kuran dünyevi eşitsizliklerin reddedilmesi gerektiğini söyler. Bize hep, “Namazını kıl, orucunu tut, bireysel bir Müslüman ol” dediler. Toplumsallıktan uzak, kişiselleşmiş bir İslam öğrettiler. Ben de bu dünyevi eşitsizliğe itiraz edip –başkalarının gözünde– itikatsızlığa düştüm.

İslam’a ilişkin bu düşünceleriniz tenkitlere yol açtı mı?

Ailemdekiler ve çevredekiler, “Kâfir olacaksın. Böyle giderse cenaze namazın bile kılınmayacak” gibi şeyler söylüyorlardı. Hâlbuki Kuran, bildiğin şeyleri hayata geçirmeni ister. Hz. Muhammed, “Haksızlığın karşısında susuyorsan dilsiz şeytansın” der. Kışlada her gün intihar vakaları gerçekleşiyor. Müslümanlar bu haberleri okuyor ve sessiz kalıyorlarsa, imanlarını teslim etmişler demektir. Gitsinler, abdest alıp Kelime-i Şehadet getirsinler ki bari öldüklerinde cenaze namazları kılınabilsin. Cumartesi Anneleri’ni görüp sessiz kaldıysan geçmiş olsun; “Müslümanım” diyemezsin artık.

Yaşadığınız çevreden, Türkiye’deki savaşın görünümü nasıldı?

Geçenlerde haberleri izlerken Hasip Kaplan’ı gören babam, “Sallandıracaksın bunları! Bunların hepsi terörist!” diye çıkıştı. BDP’nin, PKK’nın siyasi taleplerini hiçbir zaman düşünmedi bile. Ben de dâhil, çevremdeki herkes bu şekildeydi. Ahmet Kaya’nın şarkılarını sever, kendisine küfrederdim. Bize böyle anlatılmıştı. Daha sonra eşi Gülten Kaya’nın e-posta adresini bulup defalarca özür diledim. Ben cezaevindeyken eşimi arayıp meselenin takipçisi olacağını söyleyen de Hasip Kaplan’dan başkası değildi. Yıllardır kendimce ideolojisine gönül verdiğim MHP hiç aramadı; ne de olsa onların çarkına su taşımayan biriydim artık.

Askere gitmeden önce nasıl bir ruh hali içindeydiniz?

Önce defalarca tecil ettirdim. Bilişim üzerine çalışıyordum ama 2007’deki ekonomik krizden sonra iflas ettim. Çevremdekiler, “Vatan borcunu ödemeden işlerin rast gitmez” demeye başladı. Ağır bir depresyondaydım ve radikal bir değişikliğe ihtiyacım vardı. Çıkışı askerlikte buldum; gidip tecilimi bozdurdum.

Daha önce vicdani ret diye bir kavramdan haberdar mıydınız?

Öyle bir şeyden haberim yoktu ama vicdani retçi görseydim de taşlardım herhalde! Zorunluluktan değil, büyük bir görev bilinciyle gittim askere. Botlarımı ve kamuflajlarımı özenle hazırlamıştım. Piyade olduğumu öğrendiğimde, “Piyade adım atmadan fetih olmaz, en şereflisi budur!” diye düşünecek kadar da heyecanlıydım.

Kışlada değişen ne oldu?

Acemi birliğime gider gitmez ağza alınmadık küfürlerle karşılaştım. Kısa sürede herkesle kavga ettim. Sonunda bölük komutanına çıkıp, “Ezan okunurken bize istikamet veriyorsunuz. Bütün millet birbirine küfrediyor. Burası peygamber ocağı değil mi? Ben bundan sonra istikamet almıyorum, yürümüyorum da, sizin o aptal işlerinizi de yapmıyorum!” dedim. Komutan, “Şu deliyi çıkartın” deyip beni revire gönderdi. Revirde getir-götür işlerini yaparak Sivas’taki 28 günlük acemi birliğini tamamladım. Usta birliğinde çok daha disiplinli, ciddi bir eğitim olacağını umuyordum.

Delice, İsmail Gökhan Güneş’in vicdani reddini açıkladığı basın toplantısında

Usta birliğinde aradığınızı bulabildiniz mi?

Malatya’da mesai saatleri içerisinde namaz kılmak yasaktı. Koğuşta Kuran okuyorum diye millet dalga geçiyordu. Sanki İsrail ordusundaydım da Tevrat yerine Kuran okuyordum! Bir akşam içtiması sırasında, bölük astsubayının Kuran’ımı, bavullarımı ve seccademi camdan dışarı attığını gördüm. Bölük komutanına gidip, “Ben bu askerliği yapmıyorum, kolaysa yaptırın!” dedim. Bir sonraki çarşı izninde internet kafedeyken Enver Aydemir’in vicdani ret açıklamasına rastladım; inançlarından dolayı askerliği reddettiği yazıyordu. Anlattıkları benim yaşadıklarıma o kadar benziyordu ki, sanki askerliği birlikte yapmıştık! O ana kadar “Bu işler düzelir, biz düzelteceğiz” diye kendimi avutuyordum ama Aydemir’i görünce vicdani reddi araştırmaya başladım. Ama izin alıp eve gittiğimde eşim, “Millet bu işten kırılmış, hepsi işkence görmüşler” diyerek beni bu fikirden vazgeçirdi.

Nihayetinde vicdani reddinizi açıklamaya nasıl karar verdiniz?

Birliğe döndüğümde biraz hastaydım. Biri, “Sen askerlikten yırtmak için numara yapıyorsun” deyince kafayı yedim ve üzerimdeki kamuflajı yırttım. Delirdiğimi sanıp revire gönderdiler, revirdekiler de istirahat verip koğuşa gönderdi. Anladım ki askerliğin sonuna kadar beni koğuşta yatıracaklar. Şahsiyetimle, onurumla ilgili bir durum oluştu. Bu yüzden önce bir bahaneyle hastaneye, oradan da memlekete gittim. Çok geçmeden İstanbul’a gelip Barış için Vicdani Ret Platformu’ndakilere durumumu anlattım. “Bu çok zor bir iştir, iyi düşün” dediler. Bütün duygularımı sıraladığım bir metin yazıp 2 Mart 2010’da vicdani reddimi açıkladım. Devlete ve TSK’ya büyük bir öfkem vardı; hayallerim yıkılmıştı, aldatılmıştım… Bize anlatılanlar böyle değildi. İHD’de yapılan basın toplantısında gelen sorulardan birine, “Böyle bir TSK’ya ihtiyacımız yok, şehitlerin şehadetinden şüphe ediyorum” cevabını verdim. Bu sözler yüzünden ailem ve çevrem tarafından aforoz edildiğim gibi, ilgili dava da sürüyor.

Hangi sebeplerden ötürü TSK’daki şehitlerin şehadetinden şüphelendiğinizi söylediniz?

Kimsenin namaz, ibadet, İslam gibi dertlerinin olmadığı bir yerde nasıl şehit olacaklar? Bu ordu Müslümanlarla da çarpışıyor; tekbir getirip birbirini öldüren Müslümanlardan hangisi şehit olacak? Ordu her yerde din düşmanı değil mi? Halk ordunun ne olduğunu bilir ama “Baştakiler böyle, alttakiler iyi” diye kendisini kandırır. Hâlbuki üstteki adaletsizlikler aşağıya da yansıyor. Sırf subaylar onlara eziyet etti diye, astsubaylar yıllarca erlere kan kusturuyorlar. Kimse bu zinciri kırmıyor. “Peygamber ocağı” ve “şehitlik” gibi söylemler, böyle bir orduyla yan yana kullanılıyor. İslam’da iki çeşit asker vardır: Leşker-i kaza ve leşker-i dua. Leşker-i kaza bildiğiniz askerdir, leşker-i dua ise vicdani retçidir; dua ile katılır kazaya. Dua ederken de sadece kendi tarafına değil, karşı taraf için de dua eder. Müslüman bir ordu vicdani reddi tanırdı, dolayısıyla ben de leşker-i dua olurdum.

Vicdani reddinizi açıkladıktan sonra sivil hayat nasıl devam etti?

Onların deyimiyle firardım ama bana göre askerlikle bir bağım kalmamıştı artık. Eşim ve çocuklarımla birlikte, beş parasız İstanbul’a geldik. Zor şartlarda yaşadıktan sonra kendi işimi tekrar kurmayı başardım. Kişisel bir anlaşmazlık yaşadığım birinin beni ihbar etmesi üzerine cezaevi dönemim başladı. O güne dek gözden uzakta yaşıyordum; devletin inançlarımıza uygun bir çözüm getirip vicdani reddi tanıyabileceğini, kamu hizmeti gibi bir seçeneğin değerlendirilebileceğini umuyordum. 27 Kasım 2011’de polisten bir telefon alınca durumu anladım; abdest aldım, namazımı kıldım. Sonra da gözaltına alındım.

Tutuklanmanızdan sonra Kasımpaşa Askeri Cezaevi’nde yaşadıklarınız çok konuşuldu. Orada neler oldu?

Birliğimin bulunduğu Malatya’daki mahkeme başlayana kadar tutulmak üzere Kasımpaşa Askeri Cezaevi’ne götürüldüm. Olaysız geçen ilk haftadan sonra insanlarla konuşmaya başladım. “Hocam Kuran öğret, gusül öğret” diye geliyorlardı. Ama orada da bir hiyerarşi vardı; oranın ağaları oturuyor, diğerleri çalışıyordu. Zaten cezaevine girmeden önce aşağılamalara maruz kalmıştım, saçlarım da zorla kesilmişti. İçerideki adaletsizliklere karşı çıkınca mahkûmlar tarafından darp edildim. İdareden de, “Sakalını kes, tek tip giyin” gibi baskılar gelmeye başlamıştı. Baktım ki durum kötü, açlık grevine başladım. Kameraya yansıyan görüntüler olduğunu da biliyordum. Açlık grevine başlamamın üzerinden 2 gün geçmişti ki müdüriyetten çağırdılar. Eylemin sonuç verdiğini zannediyordum, meğerse Taraf Gazetesi “Askeri cezaevinde kurt kanunu” diye manşet atınca ortalık karışmış. Önce üç kişilik bir hücreye alındım, 23 Aralık’ta da Malatya’ya götürüldüm.

Askeri mahkemede hangi iddialarla yargılanıyordunuz?

20 Ocak 2012’de mahkeme başladı. Firar ve askeri disiplini bozma suçlarıyla yargılanıyordum. Vicdani retçi olduğumu, TSK’nın bir parçası olmadığım için firari olmadığımı söyledim. Baronun atadığı avukat vicdani reddin ne demek olduğunu bilmiyordu, olayı bir firar davası zannediyordu. O şartlarda savunma verdik ve tutukluluk halimin devamına hükmettiler. Önce Elazığ Askeri Hastanesi’ne, sonra Malatya’ya, oradan da GATA’ya sevk edildim ve psikiyatri servislerinde tutuldum.

18 Aralık 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nin birinci sayfasından

Doktorlarla görüşmelerinizde neler konuşuluyordu?

Çocukluğumu anlattırıyorlar, niye vicdani retçi olduğumu soruyorlardı. Temel olarak söyledikleri iki şey vardı. “Sen şizotipalsin. Dini değerlere, Allah’a, kitaba kafayı takmışsın” diyorlardı. Ben de, “Müslüman olmak rahatsızlıksa rahatsızım, ne yapalım” diye yanıtlıyordum. İkinci olarak da, bir insana aşırı düşkün kişilerde bipolar kişilik bozukluğu olduğunu, eşime olan aşkım yüzünden bende de bipolar başlangıcı olduğunu söylüyorlardı. GATA en sonunda uyum bozukluğu gerekçesiyle hava değişimi verdi ama evime değil, yol tutuklusu olarak Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderdi. Mamak’ta toplam 10 gün geçirdim ama hapishane dönemimin en zor günleriydi.

Mamak’ta farklı bir muameleyle mi karşılaştınız?

Saçlarımı zorla iki numara kesip, beni F tipinin bile yanında lüks kaldığı tabut gibi bir hücreye koydular. İlk girişimde, üzerimde sadece iç çamaşırım varken, hücrenin olduğu koridora soktular ve eğil kalk yaptırmaya başladılar. Bir yandan sinirden ağlıyordum, bir yandan da, “Buraya cinayetten mi girdik? İnsan öldürmeyeceğim demenin bedeli bu mu? Ne kadar isabetli bir karar vermişim” diye söylenip küfrediyordum. Bunlar olurken gardiyanlar ellerindeki coplarla arkamdan itiyorlar, mahkûmlar da bu manzarayı seyrediyorlardı. Eşimi ve çocuklarımı çok özlemiştim, telefon etmeme bile izin vermiyorlardı. Müslümanım ama her insanın sabrının sınırı var. “Bu saatten sonra yaşamanın bir anlamı yok” deyip, hücredeki lambayı kırdım ve bileklerimi doğramaya çalıştım. Ellerimde derman kalmamıştı zaten; derin kesemedim ama bir hayli kanatmayı başardım. Öleceğimden korkup hemen müdahale ettiler, sonra da normal bir koğuşa aldılar. İnsan bazı şeyleri hatırlamak bile istemiyor ama bir şeylere ışık tutmak adına anlatıyorum işte… Vicdani retçi olmak, insanlığa, insani duygulara dönüş demek. İnsan olduğumuzu ispat etmek için oradaydık. Belki canıma kıymaya çalışmam Allah katında hatalı bir hareketti ama onurum kırılmış, bedenim bana yük olmuştu. “Bunların elinde daha fazla maskara olmayayım” diye düşünmüştüm.

Mamak’tan sonra ne oldu?

Yeniden Malatya Cezaevi’ne götürüldüm ve bir süre orada kalacağıma alıştırdım kendimi. İyice yerleşmeyi planlıyordum ki art arda duruşmalar başladı. 27 Şubat 2012’deki ikinci duruşmada hâkim, askeri disiplinin tesis edildiğini söyleyerek tahliyeme karar verdi. Tahliyeden sonra beni birliğime geri götürmek istediler ama hava değişimim vardı. Hava değişiminin ardından yeniden Malatya’ya geldim ve müşahede kurulunun karşısına çıktım. Önce Elazığ Askeri Hastanesi’ne, sonra da GATA’ya gönderildim. Üçüncü hava değişiminde karara bağladılar ve askerlikle ilişiğimi kestiler.

Askerlikle ilişiğinizi kesmelerinin gerekçesi neydi?

13 ayı kışla, cezaevi ve hastanelerde geçen 33 aydan sonra Mayıs 2012’de GATA, “Şahsın vicdani ret durumu birliğin bütünlüğüne zarar vermektedir, askerlikle uyumlu olmadığından askerlikle ilişkisinin kesilmesine karar verilmiştir” diye rapor verdi. GATA da, askeri yargı da vicdani reddi tanıdılar ama mahkeme Müslüman bir vicdani retçi olamayacağını söyledi. Yehova Şahidi’ne, Hıristiyan’a var da, Müslüman’a yok mu bu hak? Askerlikle ilişiğimi kestiler ama hala halkı askerlikten soğutmak iddiasıyla yargılanmaya devam ediyorum.

Türkiye’deki vicdani ret mücadelesi nasıl sürecek? Devlet bu hakkı tanıyacak mı?

Birileri hala davulla zurnayla gönderiliyorsa, hala bu işin mukaddesatından bahsediliyorsa bu iş bitmez. Devletin gerçek yüzünü askerde bu çarktan geçip görmeyen, zaten başka hiçbir yerde göremez. Şehit edebiyatı yapamayacağı, mazlumu oynayamayacağı, savaşa girdiğinde bütünlük mesajı veremeyeceği için bu devlet vicdani reddi tanımaz. Üniter devlet yapısında bir düşman olmalı ki, tek bayrak, tek millet sistemi sürebilsin. Genelde askerden sonra insanlar değişir. Adına da, “Askere gitti, adam oldu” derler. Hâlbuki şahsiyetlerini kaybedip tektip hale gelirler. Vicdani ret mücadelesi sürecek ama umarım bu işin kefaretini Halil Savda, İnan Süver ve benim gibiler ödemişizdir.

Vicdani Ret Derneği’nin 18 Mayıs’ta düzenlediği Vicdani Ret Buluşması etkinliğinden bir kare

Kışlada infaza varan, erleri intihara sürükleyen şiddet ne olacak?

Türkiye bir sosyal devlet değil. Devletin bize verebileceği tek şey korku, onu da askerlik yoluyla veriyor. Oraya has, tertipçilik ve devrecilik gibi kavramlar var. 10 ay boyunca ezilen, kalan süresinde başkalarını eziyor. Ezdiklerine de, “Biz de bu yollardan geçtik, sen de 3-5 ay sonra rahat edersin” diyor. Ezilen de hesap sorabileceğini bilmediği için kendini avutuyor. Dedesi de yemiştir o tokadı, babası da… Kışladaki ölümler TSK ile ilgili sorunların en önemlisi ama bu konudaki duyarsızlığından ötürü topluma kızgınım. Roboski’nin hesabını sormazsak kanımız kurusun, Pınar Selek ve Hrant Dink davalarını da sonuna kadar takip edelim ama her gün kışlada erler ölüyor. Niye bunu kimseye anlatamıyoruz?

15 Mayıs Vicdani Retçiler Günü’nde, Türkiye’deki ilk vicdani ret derneği kuruldu. Dernekle beraber hak arama mücadelesi nasıl değişecek?

Bu, şimdiye dek reflekslerle verilen mücadeleyi aksiyoner bir harekete dönüştürmek noktasındaki ilk adım. Asker kaçaklarının ve vicdani retçilerin cezaevlerinde karşılaştığı hak ihlalleri ve işkencelerin araştırılması, kışladaki ölümlerin kamuoyu gündemine taşınması, savaş yerine vicdani reddin toplumsallaştırılması derneğin asli görevleri olacak. Dernek, sivil ölüme mahkûm edilen asker kaçaklarına sahip çıkacak, kışladaki ölümleri kamuoyu gündemine getirecek ve zorunlu askerlik sürecindeki hukuksuzlukları gözler önüne serecek. Tüm bunları yaparken hiyerarşiyi de reddedeceğiz; her üyemiz başkan kadar yetkili ve söz sahi olacak.