Tel Abyad’daki çatışmalardan kaçan 20 bini aşkın Suriyelinin Türkiye’ye geçişini takip eden gazetecilerin sorduğu soruları beğenmen Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük'ün gözaltına aldırdığı gazetecilerden Cumhuriyet yazarı Pınar Öğünç, o anları gazetedeki köşesinde yazdı.

NE OLMUŞTU?

Urfa valisi İzzettin Küçük, Evrensel muhabiri Hasan Akbaş’ın, "Bazı Tel Abyadlılar Akçakale’de IŞİD’lilerin bulunduğunu ve tedirgin olduklarını, can güvenlikleri bulunmadığını söylüyor. Bu iddiaya ilişkin bir açıklama yapar mısınız?" sorusu üzerine polislere gazetecileri işaret ederek ‘Alın bunları’ demiş, Akbaş’la birlikte Die Welt çalışanı Deniz Yücel, Cumhuriyet yazarı Pınar Öğünç, Hasan Akbaş ve Özlem Topçu da gözaltına alınmıştı. Gazeteciler kimlik tespitinin ardından serbest bırakılmıştı.

Soru sorduğu için gözaltına aldırılan gazetecilerden Pınar Öğünç, o gün sınırda yaşananları köşesine taşıdı. Öğünç, "Akçakale’de sadece soru soran ve bu şekilde valiye de kamuoyunu aydınlatma şansı veren gazeteciler şu an için gerçek güvenlik tehdidiymiş, onların aranıp aranmıyor oluşu sorunmuş," diye belirtti.

"NE SORAYIM VALİME!"

Öğünç'ün "Ne sorayım valime!" başlıklı yazısının bir kısmı şöyle:

[...]Sınır tarafı gergin, sınır tararafında kim kim bilemiyorsunuz. Kayıt tutan insanlar var farklı farklı. İçeri girenin etrafını saranlar... Onlar ikiye ayrılıyor, su verenler, bir de önce “Sizi PYD mi zorladı?” diye soranlar.

Tehdit IŞİD değil gazetecilermiş

Sabahtan beri beş yüz kadar sivil Akçakale sınır kapısından giriş yapmıştı. Her birinin kaydının alınıp aşısının yapıldığını söyleyen Urfa Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Arif Faraç az sonra Vali İzzettin Küçük’ün geleceğini, tüm gazetecileri bir yere toplarsak sorularımızı yanıtlayacağını bir müjde gibi duyurdu. Bir süre sonra cılız gölgeliklerde çuvallarının üzerine çökmüş Tel Abyad’lıların arasından bir konvoy yanaştı. Araçtan inen valinin etrafı anında kameralarla sarılmıştı zaten.

Gidin buradan

Sınırdan girenlerin nerelere yerleştirildiği sorusunun ardından ikinci olarak Die Zeit’tan Özlem Topçu, “Karşıdan gelenler tam olarak kimden kaçıyor” diye sordu. Yanıt “PKK-PYD ve Amerikan bombardımanından” oldu. Topçu’yla birlikte bütün gün sınır yakınında birlikte çalıştığımız Die Welt’ten Deniz Yücel de, “Görüştüğümüz insanlardan tam olarak böyle bir şey duymadık, siz neye dayadırıyorsunuz bu bilgiyi?” diye sordu. İşte bu basın toplantısının bittiği andı. Evrensel’den Hasan Akbaş’ın “Hiç IŞİD’in adını anmadınız. Kaçak geçiş yaptığı söylenen IŞİD’çılar Akçakale için bir tehdit oluşturuyor mu?” sorusu havada kaldı. Az sonra valinin talimatıyla yanımda duran Deniz Yücel polis kordonunun diğer yanına alındı. Buna itirazlarımıza uzayan süreçte ben, Özlem Topçu, yine Die Zeit için çalışan Burçak Benli ve “Şuradaki sakallı, gözlüklüyü de alın” diye kulaklarımızla duyduğumuz, yine sorusundan hoşlanılmayan Hasan Erbaş, hepimiz artık kordonun diğer tarafındaydık.

Bunun az öncesi etrafımızın bir grup insanla sarıldığı ve gazeteci olarak sorduğumuz soruların halkı tahrik ettiği söylenerek küfür yediğimiz andı. “Gidin buradan” diyorlardı, “güvenlik sorunu falan yok, haber uydurmayın” diye bağırıyorlardı. Kim olduklarını bilmiyoruz.

İyi polis - kötü polis

Nihayetinde Yücel, Erbaş ve ben ilçe emniyete götürülmek üzere seçildik, bir odaya alındık. İyi polisler ve kötü polisler ve böyle roller var hayatta. Kimlik tespiti yapıldığı, gözaltı olmadığı söyleniyordu. Aranıyor muymuşuz, ona bakılmış. Bunun resmi bir işlem olup olmadığını sordum çıkarken, vaktimizi almamak için tutanak tutulmadığını söylendi. Akçakale’de sadece soru soran ve bu şekilde valiye de kamuoyunu aydınlatma şansı veren gazeteciler şu an için gerçek güvenlik tehdidiymiş, onların aranıp aranmıyor oluşu sorunmuş. Cevabımızı aldık.

Yazının tamamı için tıklayınız