Şimdi zamanı geldi içimdeki sözcükleri dışarı çıkarmanın

Şimdi zamanı geldi kanayan bu sözcüklerin ağırlığından kurtulmanın.

***

Gecenin bir vakti evrende uykusuzluğu tadıyorum. Uykunun bir ihtiyaç ve yaşamımızın bir parçası olduğunu reddetmiyorum. Ama yine de onu yenme derdi her dönem herkesin kendi uykusuzluğu ve sebepleri ile var olmuş. Gılgamış, onlarca engeli aşmasına rağmen uykuya yenik düşmüştü, onun uykusuzluğu Tanrılara meydan okuyuştu, insanın tanrılaşma gayesi idi. Benimkisi ise karanlıkla buluşmak oluyor. Çünkü gece, bilinç ve bilinçdışı bilgilerle buluşup evreni anlamanın anahtarıdır.

Bu saatte insanları, dünyaya gözlerini henüz açmış ve ilk refleks ile ağlan bebekleri, sonrasında yaşam boyu devam eden ağlayışları - gülüşleri; acı çekmeleri - acı çektirmeleri ve mutluluğu - mutsuzluğu düşünüyorum.

İnsanların derin hayal kırıklıkları var. Ve bu derinlik ne kadar artarsa, o kadar fazla nasihat kültürü yerleşiyor topluma. Toplum, değer yargıları ve normlar ile bireyi sarmalıyorsa, kuşaklar arası öğütlerde önceki kuşağın deneyimleri değil gerçekleştiremedikleri hayalleri aranmalıdır. Nasihat verenler, kendi istemlerini ve yaşamlarını bir nevi başka simalarda görürler. Mutluluklarını ve mutsuzluklarını tekdüzelik içinde geçiren insanların yaşamla başa çıkma yöntemidir de nasihat vermek. Halbuki daha az nasihate daha çok harekete geçmemiz gereken dönemlerdeyiz. Çoğunluğun yoksul; azınlığın zengin olduğu; kentlerin savaş müzelerine dönüştüğü zamanları yaşamaktayız. Böylesi zamanları bir tarih ile tanımlamak zor, bu vakitlerde kendi kendime düşünmekteyim; kim bilir kalbim kaçıncı atışında diye.

Gece şimdi gündüze evrilmekte ve birkaç saate uyuyanlar kalkıp mekanik bir şekilde hazırlanacaklar. Durakta aynı yerde otobüsü bekleyecekler, aynı koltuğa oturacaklar, aynı yüzler ve aynı donuk ifade ile karşılaşacaklar. Bu verilmiş aynılıklardan kaçmak için biraz düşlere dalmalıyız. Ve hiç tanımadığımız insanlar ortak olabilmeli düşlerimize. Bir gün kendimizi düşlerin merkezine koymadan ve nasihatler vermek yerine onları yaşamımızda uygular duruma gelirsek değişebileceğimizi ve değiştirebileceğimizi görürüz.

Bugün benim düşlerime uyuyamayanlar, savaşa maruz bırakılmış insanlar ve sınırları aşmak için yola çıkmış ve kışın keskin soğuğuna hapsedilmiş göçmenler ortak oluyor. Sonra Ahmet Arif’in dizeleri geliyor aklıma: “Döğüşenler de var bu havalarda / El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem / Ümit, öfkeli ve mahzun”

Korkutucudur düş kuramayan insanlar ve toplumsal empatiyi barındıramayan düşler.