“Yaklaşık yirmi beş gün kalmıştım sorguda. 1990’lı yıllarda, sorguda kalıp sağ kalabilmek büyük bir şanstı! Zeynep’i orada tanımıştım.”

1990’lı yıllarda işkence görmenin yaşı yoktu! İşkencecini de! “Adın ne?” diye sordum. “Zeynep” dedi kız ve devam etti:

“Üniversite öğrencisiyim. 1 Mayıs eylemine arkadaşlarla birlikte gelmiştik. Şimdi onlar nerede bilmiyorum. Belki de buralarda bir yerlerdedirler ama hiçbirinin sesi çıkmıyor!”

Etraf zifirî karanlıktı. Günlerdir ilk kez yanıma birisi geliyordu. Bunun bir öğrenci olması da ayrı bir tesadüftü. Aslına bakılırsa, daha önce de yanıma birileri gelmişti. Lakin onlar sivil polisti. Sözüm ona, kendilerini siyasi tutsakmış gibi gösteriyor, ağzımdan laf almaya çalışıyorlardı. Her defasında bunu deniyorlar fakat bana bir türlü polis olmadıklarını inandıramıyorlardı.     

Hücrede yirmi üçüncü günümdü. Toplamda altı kişiydik. Lakin her birimiz ayrı ayrı hücrelerdeydik. Bir araya gelince rahat durmayıp türkü söylediğimiz için, bizi bir araya getirmemeye çalışıyorlardı. Bunun bize, işkencede büyük moral olacağını düşünüyorlardı. Oysa onlar, moral olarak, çökmemizi istiyorlardı. 

Hücrenin kapısı açıldı. Küçücük yere yaklaşık on kişi daha bıraktılar. O gün 1 Mayıs’tı. Ankara’da gösteri vardı ve polis, birçok insanı araçlara doldurup emniyete getiriyordu. Eski bir tahta ranzaya uzanmıştım. Zeynep’i kolundan tutarak kendime doğru çektim. Titriyordu. Belli ki korkmuştu. Ama bana sormadan da edemiyordu:

- Neden ayağa kalkmıyorsun?

- Günlerdir işkencedeyim. Ayak tabanım şiş! Üstüne basamıyorum!

- Omzuma yaslanıp yürümek ister misin?

- Çok isterim ama mümkün değil. Yine de sağ ol.
 
Üşüyordu Zeynep. Oysa dışarıda hava sıcaktı. Hatta bu yüzden hafif bir şeyler giymişti üzerine. Gözaltı olacağını tahmin ediyor lakin bunlardan birinin kendi olacağına ihtimal vermiyordu.
 
“Üşüyorsun,” dedim, “al bu ceketimi giy.”

Zeynep ilk başta almamıştı ceketi ama alması için ısrar etmiştim. Belli ki o da beni düşünüyordu.

- Sen üşümüyor musun?

- Alıştım artık!

- Peki, neden soğuk burası?

- Duvara hortumla su sıkıyorlar! Buz döktükleri bile oluyor!

- Neden peki?

- ...

Küçücük hücrede biriken yaklaşık on iki kişi, yavaş yavaş ortama ısınmıştı. Hemen hepsi öğrenciydi. Birçoğu gözaltıyı ilk kez yaşıyordu. Tedirginlerdi. Anlamıştım bunu. Kırık ranzanın üzerinde hafifçe doğrulmaya çalıştım:

- İçinizde korkanınız varsa, gerek yok buna. Kalabalıksınız. Hemen birçoğunuzu bugün serbest bırakırlar.
 
“Ben korkmuyorum” dedi Zeynep. Diğerleri de Zeynep’i destekledi. O anda diğer hücrelerde, 1 Mayıs marşı söylenmeye başladı. Zaten kırık olan ranzada yarım yamalak oturmaya çalışıyordum. Marşı söyleyenler, arkadaşlarımdı. Benle birlikte hücrede bulunan öğrenciler de ortak oldular 1 Mayıs marşına. Isındılar. Karanlıkta Zeynep’i aradı gözlerim:

- Müzik sever misin Zeynep?

- Çok! Hatta üzerimde volkmen vardı, polisler aldı!

- En son hangi kitabı okudun?

- Colette, “Dişi Kedi”.

Tüm bu konuşmalar, yirmi dakika içerisinde olmuştu. Polisler dışarıdan bana seslendiler. Belli ki işkenceye götüreceklerdi. Kapı açıldı. Gözümü bağlayıp dışarı çıkardılar. Slogan atıyordum giderken. Diğer hücrelerde bulunan arkadaşlar da bana eşlik ediyordu. Sağ omzum o gün işkence de Filistin askısındayken çıkmıştı. Söylememiştim polislere. Söylesem o koluma daha fazla yüklenecekler daha acı vermeye çalışacaklardı. Döndüğümde, hücrede kimsecikler yoktu. Zeynep’e giyinsin diye bıraktığım ceket kırık ranzanın üzerinde duruyordu. Ellerim tutmadı almaya. Giyinemedim bile. Ranzaya uzandım usulca.

_______
Not: Yazarın “Oğluma Öldüğümü Söylemeyin” kitabından…