Şehre ve yurda umut vadeden Başkan Ekrem İmamoğlu İstanbul’da tulum çıkardı. “En yakın” rakibine 9 puan fark attı. Neredeyse 5 milyon seçmenin oyunu aldı. İstanbul Türkiye ekonomisinin %45’ini teşkil eder. İstanbul tarihi ve büyük bir kenttir, kendi başına bağımsız bir ülke olsaydı, Avrupa’nın 13. ve dünyanın 41. en büyük ülkesi olurdu. Bu yenilgi en başta Erdoğan’a aittir. Bu sefer Ak Parti merkezinde ışıklar erken söndü. Binali Yıldırım’ın teşekkür açıklamasının ardından, kurulan barkovizyon kaldırıldı ve seçim otobüsü uzaklaştı. Bu da yetmedi, Ak Parti seçmeninden Ak Parti İstanbul İl Başkanının istifasını isteyen sloganlar atıldı. Süleyman Soylu yükselen bu sesleri bastırmakta zorlandı. Bundan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devam ettireceği her türlü kutuplaştırma söylemi, kendi kurduğu partinin oylarını eritmeyi sürdürecektir... Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan açık ve net bir şekilde kendisinin liderliği ve başkanlığının sağladığı ranttan beslenen bir parti kanadının oyununa gelmiş, oy kaybetmiştir. Parti üst yönetiminde ciddi ve derin bir ameliyat yapılması kaçınılmazdır...

Ekrem İmamoğlu aslında sadece ama sadece Menderes ve Erdoğan’a başta kazandıran sihirli formülü uyguladı. Sağ kesimin hoşuna gidecek sözler de söyledi, kendi partisinden vaz geçmedi ve Kürt seçmene belirli bir düzeyde, sevgi ve saygı ile yaklaştı. Adnan Menderes’in CHP’yi yendikten sonra söylediklerine bir göz atalım; "Memleketin istikbaline dair müspet tek laf etmeden senelerce iktidarı işgal etmeleri, kaderin garip bir cilvesiydi. Milleti, vatana mündemiç hayatından usandırdılar. Müspet düşünen bir avuç hamiyetperver insanı da tahkir ve tezyif ettiler. Demokrat Parti'nin kıymeti, umudun faziletini istibdattan bunalmış bir millete hatırlatmasındadır.". Neredeyse altında İmamoğlu’nun imzasını görsek, yadırgamayacağız.

Bunun yanında, İmamoğlu’na “Sisi” demek, İstanbul’un yarısının tercih ettiği isme “vitrin süsü” yakıştırmasını yapmak, “bu seçimler sadece sembolik” ifadesinde bulunmak ve Ordu valisi polemiğini kullanarak “seçilse bile yargı kararı ile görevden alınabilir” beyanını dile getirmek gibi sayısız sorunlu söylem ve siyasi hataların her biri Ekrem İmamoğlu’nun oylarını arttırdıkça arttırdı. Hele ki “ben de şiir okuduğum için hapse girdim” hatırlatmasının yapılmasıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan “zulmün ve zalimin yanında olduğunu” doğrulamış oldu ve aynen kendisi gibi İmamoğlu’na Cumhurbaşkanlığına giden yolun açılmış olduğunu kendi diliyle teyit etti. Erdoğan’ın son günlerdeki gayet bitkin, yorgun ve moralsiz görüntüsü, biraz da bu tür vahim hataların altında ezildiğinden olmalıdır. Erdoğan neredeyse Türk milletine ve Türk seçmenine “eyyy, sizi ben yarattım” diyecek kıvama gelmişken, son bir sürpriz (veya bir mucize) neticesinde zirveden döndü, hızlı inişe geçti...

Özellikle seçim gününe birkaç gün kala bir sözde Öcalan mektubu ile Türkiye çapındaki on milyonlarca Kürt seçmenin aklıyla dalga geçmek, tam anlamıyla ters tepti. Kürt yurttaş belli ki kendisini aşağılanmış hissetti, gereken karşılığı ve dersi geciktirmeden ve en seri bir şekilde verdi. İktidarın yavru ortağı bile bu tuhaf taktiğe sessiz kalamadı. MHP sözcüsü Cemal Enginyurt, “Vatan haini katilin, himmetine muhtaç olmayı Allah nasip etmesin” diyerek Ak Partinin stratejisini partice paylaşmadıklarını tasdik etti. Böylece İmamoğlu Dalan’ın rekorunu kırdı ve başkanlık seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da aldığı oydan çok daha fazlasını aldı. Erdoğan 31 Mart seçiminden sonraki konuşmasında “yeterince gönüllere giremedik” itirafında bulunmamış mıydı? 2005 yılında AB ile müzakere sürecini başlatan Erdoğan’ın partisi zamanla kısa bir süre içinde tamamen vizyonsuz ve misyonsuz bir rantseverler topluluğuna dönüştü. “Yolsuzluğun ve yasakların olmadığı bir Türkiye inşa ettik!” derken şaka yapar gibiydi. Erdoğan’ın çok sevdiği Ahmet Kaya’nın ifadeleriyle; “Bu ne yaman çelişki anne / Bu ne yaman çelişki anne / Kurtlar sofrasına düştüm / Hani benim İstanbul’um anne?”

Ve George Orwell’ın bir sözünü de hatırlatalım; “İktidarı doğrulukla birleştirmek olanaksızdır…”