Umutsuz olmak için, olanı da yitirmek için bütün koşullar var. Hatta o kadar ki, müzmin bir hastalık gibi birbirimize dokundukça yayılabilir, yayıldıkça büyüyüp yutabilir her şeyi.

Karamsarlık devrimciliğe içkindir, şöyle ki her şeyi en kötüsünden en olumsuzundan almak, hesaplamak devrimcilikte amentü gibidir bu topraklarda. Çünkü olumlu şeyler kendiliğinden çok çok nadiren bir araya gelirler ve hazır koşullar sunarlar. En kötüsü hesaplanarak en iyisi yapılmaya, oluşturulmaya çalışılır. İşin doğasında bu vardır. Ama en olumsuzu, olumluya çevirme işi, o işte, en karamsar noktadan alıp en iyimser olanı yaratma işlerinde ustadır devrimciler. Polyannacılık yapmazlar. Umutsuz olmazlar. Olamazlar. En iyimser, üretmeye, yaşamaya, hareket etmeye, yeniyi işler yapmaya yarayacak koşullar, olanaklar, alanlar yaratma işinde umutludurlar.

Bu gün umutsuz olmak için her şey yerli yerinde. Zaten ne yapıyorlarsa bunu yaratmak için yapıyorlar. Bunun için o korkunç, vahşi tuzakları kuruyor, onar onar, paramparça ediyor, her gün, her an, bir ilde, bir ilçe de kıyametler yaratıyor, çoluk çocuk, yaşlı ve hatta mezarlık bile dinlemiyor, katlediyor, yakıp yıkıyor, vurup kırıyor, parçalıyor, günleri doğduklarına pişman ediyor, hayatı çekilmez, dayanılmaz, yaşanmaz, nefes alınmaz hale getiriyorlar.

Umutsuzluk hastalığı yayılsın ve iyileşemesin diye. Umut yitince çünkü kılımızı kıpırdatacak hali bulamayız biliyorlar. Çünkü umut inançtan beslenir, uhrevi inançlardan bahsetmiyorum, bizzat tarihin ezen ve ezilenlerin kavgasından ibaret olduğuna ve bu tarih tekerinin sınıf savaşlarıyla ilerleyeceğine ve bunu ilerletecek yegâne gücün insanın, üreten, emekçi insanın kendisi olduğuna dair duyulan bilimsel bir inançtır. İnsana toplumsal değişimin öznesi değilsin diyorlar. Dahası öznesi olmadığın gibi parçası da değilsin diyorlar. Yalnızca bir objesin, her gelişmeyi, değişmeyi biz bildiğimiz, istediğimiz gibi yaparız, sen uyum sağla diyorlar, çalış emeğini getir soframıza koy, tekrar çalışmaya git, ötesini berisini sorgulama diyorlar. Buna karşı çıkan her inanışta, her yaştan, her cinsten, her ulustan insana ölümlerden ölüm beğendirmeye uğraşıyorlar.

Devrimciler bilimsel oldukları için umutludurlar. Umutlu olmak zorundadırlar.

Kürt illerinde, ilçelerinde aylardır süren kanlı savaşla birlikte Ankara Katliamı’ndan sonra bu topraklarda iyi bir şeylerin olabileceğine inanmak için saf olmak gerekiyor. Tabi bu tabloya bakınca öyle. Kalplerimizde büyük boşluklar oluştu. Acı doldu o boşluktan içeri. Taştı, boyumuzu aştı bu acı, o kadar ki nefes alamaz olduk, çiğnediğimiz lokmanın boğazımıza yapıştığı günlerdeyiz, içtiğimiz suyun burnumuzdan geldiği günlerdeyiz, bırakın gülmeyi, gülmeyi çağrıştıracak her şeyi zül sayıyoruz doğal olarak. İnanmıyoruz. İnancımızı kaybettik ya da kaybetmek üzereyiz. Bu kadar acının ortasında neye nereden nasıl başlanır bilmez haldeyiz. Yakınlarımız, arkadaşlarımız, annelerimizi, babalarımızı, çocuklarımızı, kardeşlerimizi, yoldaşlarımızı kaybettik, kaybediyoruz ve üstüne bir şeylerin insanlık namına düz gideceğine dair hiçbir emare yok. Yok evet.

Tam işte tam bunu söylediğimiz noktada umudu olan bir dal uzatsın yanındakine. Umudu paylaşmaktan çekinmeyelim. İnancı olan hatırlatsın, böyleyken böyle diye, dili olan konuşsun, takati olan yürüsün, yanındakinin koluna girsin yürütsün, nefesi olan yanındakine üflesin, gözlerinde feri olan yanındakinin gözlerine baksın. Umudu olan büyütsün, çoğaltsın, paylaşsın, hiçbir şey yapamayan beklesin. Sabretsin beklesin. Aydın Hanbayat’ın dediği gibi “hiç birimizin ama hiç birimizin, asla, ama asla, bir daha boynu bükük kalmayacak”. Bunun için yanındakine sahip çık. Umudun varsa bir dal uzat.