Artvin Çoruh Üniversitesi Hopa İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi Topluluğu’ndan yoldaşlarımın daveti üzerine 17 Kasım tarihinde Trabzon üzerinden Hopa’ya geçtim. Karadeniz’e uzun yıllar sonra ikinci yolculuğum oldu, ilki üniversite öğrencisi iken öğrenci çalışmaları kapsamında Trabzon ve Samsun olmuştu, şimdi ise uzun yıllar sonra sosyal bilimci bir vicdani retçi olarak gittim. Trabzon’dan öteye gitmek benim içinde hem heyecanlı ve hem de oldukça güzel oldu. Hayatı yürümek; yürürken insan hikâyeleri ile tanışmak, öğrenmek ve de bu kapsamda çoğalmak olarak alan biriyim. Bu nedenle her yeni yolculuk beni heyecanlandırır.

17 Kasım gecesi davet eden yoldaşlarım ile bir kafede bir araya geldik, sohbet ettik ve aslında orada burada olmak/zaman ve mekân farkı bir şey değiştirmiyor; bizler birlikte Suruç, sonra da Ankara’da zaten birlikte imişiz. Şimdi ise hepimizin yüreği Silvan için, Nusaybin için, Cizre için… Kobane için… Özellikle de son yıllarda devlet/sistemin eril, durmadan şiddet üreten politikaları ile büyük oranda militerleşmiş bir topluluğa dönüştürüldü Karadeniz. Hopa’nın hikâyesini anlattı bana Hopalı yoldaşlarım; Karadeniz’in dağlık alanlarında daha çok Hemşinliler, kentlerde ise Lazlar yaşarlar, Hemşinlilerin kökeni Ermenidir. Lazlar, yani kentlerde yaşayanlar, dağlık alanlardan yaşayan ve kente gelen Hemşinlileri, yani Ermenileri sevmezler, hatta şiddet uygularlar. Hatta kentlerde yaşayanlar, dağlık alanlarda yaşayanlara “kara kafa” derlermiş/hatta demeye de devam ediyorlar.

Tabi bu anlatılar üzerine insan bir durup bakıyor. Bugünün Türkiye’sinde Türklük etnisitesi üzerinden kendisini kuran milliyetçi, ötesi faşist insanların yaşadıkları iller nerelerdir? Diye sorduğumuzda aklımıza ilk olarak Karadeniz geliyor. Bunu derinlemesine konuşmak bir şeyler söylemek için başka bir tartışma diyeceğim. Tekrardan Siyaset Bilimi Topluluğu’nun davetine geçiyorum. 18 Kasım sabahı Hopa’yı bir boydan bir boya sahilden doğru yürükten sonra Çoruh Üniversitesi Hopa Yerleşkesine geçtik, geceden arkadaşlar “yarın soruşturmamız var” demişlerdi. Öncelikle bunu konuşmak için arkadaşların yanına çıktık. Ankara katliamından dolayı Hopa yerleşkesi sosyalist/muhalif öğrencileri okul boykotu yapmışlar ve sınıflara girerek öğrencileri, eğitimcileri bu boykota çağırmışlar. Okul da onun için 22 öğrenci için soruşturma açmış. Onları dinleyecek. Gittiğimizde “bu iş uzun sürecek” dediler. Bu arada arkadaşlar ilk etapta bana hissettirmediler ama okuldaki ülkücü öğrenciler sürekli bir hareket içinde toplantı almışlar.

Konferans saati geldiği için salon hazırlıklarına geçince bizi ilk ziyaret edenler, durumu yoklayanlar elbette ülkücüler oldu. Algı oluşmuş, hazırlıklar tamam, hatta okulda öğretmenlerine kadar gidip konuşmuşlar; “askerimize, devletimize, ordumuza söz edecek anarşik bir unsur” geliyor diye. Oturum için daha 15 dakika varken salonun dolması hatta ayakta da bir çoğalma üzerine sunuma geçtim. Sunuma geçerken aklımda hemen sunumun 2/3 bölümünü ekarte ettim. Gene bir şekilde bu konulara da değinecektim ama kimi görseller var, o görsellerin görünmesi halinde salonun karışacağını, çatışmaya geçileceğini düşünmek için çok şey bilmeye de gerek yok. Sunuma başlık olarak “erkek devlet” diye başladık. Erkek egemen/militer, şiddet üreten bir devlet ve de toplum üzerine başlayan sunum ile tartışmalar da başladı.

Salon hemen hemen yarı yarıya karşıt görüşlü bir durum arz ediyordu. Özellikle de ülkücülerin gözleri ile temas halinde bir sunum kendiliğinden akmaya başladı; “ama hocam sizde devlete, orduya” demeleri ile beni kendilerinden başka bir yere koyduklarını gördüm. Bu durum benim işimi de kolaylaştırdı. “devlete, orduya söz eden anarşik bir unsur” olmam “hoca” olmam ile biraz yumuşatılmış oldu. Bende böylelikle konuşacaklarımı, söyleyeceklerimi daha rahat söyleme durumuna geçtim.  Salonda anlatımlarımı paylaşan, katkı sunan yoldaşlarım ile birlikte süreci kendi kontrolümüzde götürmeye başladık. Nasıl devam ederse bizim için başarıdır konusunu kafamda birkaç defa geçirdim. Bir çatışma olmadan söyleyeceklerimizi söylemenin en iyisi olacağını düşündüm. Bu şekilde de devam ettik. Yoldaşlarımın da katkısı ile iki saat süresinde bizler yoğun bir tartışma yürüttük.

Çıkardığım sonuçlar;

1)      Bu kadar farklı politik eksenlerde olmakla birlikte iki saatlik bir tartışma/şiddetsiz çatışma ortamını oluşturabildik. Bu biz anarşik unsurlar için bir başarıydı, zira ülkücüler tamamen provaysan ve çatışma için gelmişlerdi.

2)      Ülkücü olsalar bile bir şekilde tartışma aralıklarına inebildik, kendilerini belirli bir misyon ile kapatan “reis”, “başkan” vs dışındaki ülkücülerde bir afallama, düşünce karmaşası yaşandı.

3)      Hayata bambaşka bir yerde bakan –yoldaşlarım- iki saat süresinde başka bir deneyim yaşamış oldular. Buradan doğru çıkaracağımız şeyler elbette vardır. Program bitiminde ülkücü gruptan biri yanıma gelerek; “hocam bende ülkücüyüm, ama provokasyon için gelmedim, hatta sunumunda Müslüman vicdani retçi diye bir arkadaştan konuştun işletişime geçmemi sağlar mısın?” dedi. Bu da aslında ülkücü grup içinde bir aidiyet ile hareket etse bile başka bir yerden doğru konuştuğumuzda onları da bir tartışma/dinleme içine çekebileceğimize inandım.

Bütün farklılıkları ile bir arada barış için bir toplum için hepimizin yapması gereken/yapacağı çok şey var, bunu her zaman durduğumuz yeri, dilimizi, politikalarımızı yeninden yeniden düşünerek, kurarak yapabiliriz. Zor alan bu olsa da bunu yapmak zorundayız… Ben dün Hopa’da ayrıldım etkinlik sürecinde istediklerini yapamayanlar durmamışlar; kampüs içinde yoldaşımıza saldırmışlar. Bunların bu saldırısı/saldırıları bizi şaşırtmıyor elbette. Ancak bildiğimiz, anladığımız ve de sürekli yenileyeceğimiz politik doğrultularımız üzerinde yürümeye devam edeceğiz. Hayatın her alanında bu mücadele/direniş devam edecektir.