Artık öyle bir noktadayız ki, ülkeyi uçuruma sürükleyen saray/AKP/MHP ittifakının söylediği herhangi bir antidemokratik öneri için “bunu da yapamazlar” deme lüksümüz yok. Altı milyon oy almış, sadece barış ve kardeşlik diyen bir  partinin milletvekilleri hukuk ve anayasa ayaklar altına alınarak tutuklanıyorsa, on yıllardır cemaati eleştiren Cumhuriyet gazetesinin yazarları, akıl almaz yalanlarla “FETÖ” ile ilişkilendirilerek hapse konuyorsa, her şey mümkün demektir.
 
Küfe’den gelen Ali taraftarının erkek devesine “bu dişi deve benimdir” diye el koyan Şamlı yandaşına sahip çıkmak için “Ey cemaat, bu dişi deve kimindir”  diyen, bu yalanı Şamlılara onaylatan ve Ali’ye bu yalana biat eden yandaşları ile korku salmaya çalışan Muaviye’nin zihniyeti ve siyasetidir, bugün de şiddetle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanları “terör”e destekle yaftalayan, hayatı cemaatle mücadele ile geçmişleri “FETÖ” ile ilişkilendiren...
 
Başkasının dişi devesinin erkek olduğunu halka onaylatıp, yandaşına peşkeş çeken bu Muaviye siyaseti bugün idamdan söz ediyorsa, tüylerimiz diken diken olmalı ve dinlemeseler de bu, çağın gerisinde kalmış bu cahillere idamın neden barbarlık olduğunu bir kez daha hatırlatmalıyız. 
 
“CANAVARCA TASARLANMIŞ BİR EYLEM”
 
Kimseye öldürme hakkı tanımayan bir felsefenin savunucusu olan Albert Camus, 20. yüzyılın en güçlü şiddet eleştirilerinden biri olan kült kitabı "Başkaldıran İnsan"da şu önemli önermeyi formüle eder: "Bir devrim ancak ölüm cezasının hemen kaldırılmasını güvenceye bağlıyorsa uğrunda ölünmeye değer."
 
Ölüme karşı yaşamı savunan bir filozof olarak şiddet sorunu Camus felsefesinin temel problemlerinden biridir. Camus, ölüm cezasını en canavar ruhlu katilin bile düşünemeyeceği kadar vahşi ve canavarca tasarlanmış bir eylem olarak görür. Bir şiddet karşıtı olarak böylesine vahşi bir eylem karşısında tiksinti duyar. Bir infazı izleyen babasının yaşadığı travmanın da Camus’nün idam üzerine düşüncelerinde büyük etkisi olmuştur.
 
Devlete katletme hakkı veren bu barbarlığının ABD’deki kurbanlarından biri olan, hapishanede kaldığı sürede siyahların bir kanaat önderi ve entelektüele dönüşen ve Nobel Edebiyat ve Barış ödüllerine defalarca aday gösterilen Stanley “Tookie” Williams, 13 Aralık 2005 günü gerçekleşen infazından önce Camus ile paylaştığı bu tiksinti duygusunu şöyle ifade eder: "Bu hastalıklı ve sapkın gösteride kimsenin bulunmasını istemiyorum. Bunun düşüncesi bile korkutucu ve insanlık dışı. Bir insanın, oturup başka bir insanın ölümünü seyretmesi mide bulandırıcı."
 
Camus, yine aynı eserinde, halkın kaderini tayin etme iradesi gösterdiği zamanlarda, idam karşıtlığının da yükseldiğini vurgular. Fransız devriminin başında halkın giyotinleri tekmelediğini, Rus devriminin başında kitlelerin idama karşı yürüdüğünü hatırlatır. Ölüm cezaları ile birlikte devrimler de sönümlenir.
 
“DÜNYANIN DÖNÜP DÖNMEDİĞİ HALKOYUNA SUNULMAZ”
 
Muhafazakarlığın ve otoriterliğin egemen olduğu baskı dönemlerinde ise idam çığırtkanlığı hep artar. Maalesef, o dönemlerden birini yaşıyoruz ve Türkiye’nin iki aşırı sağcı partisi, AKP ile MHP, Erdoğan ile elele vererek ülkeyi bir felakete sürüklüyor. Başkanlık ile idam cezasının birlikte referanduma götürülme ihtimalinden söz ediliyor. Öncelikle, idam çığırtkanlarına, Sami Selçuk'un 2000 yılında İdea Politika dergisinde söylediklerini bir kez daha hatırlatalım: “Ölüm cezasının kaldırılıp kaldırılmaması bilimsel bir konudur. Dünyanın dönüp dönmediği halkoyuna sunulmaz.”
 
“HEPSİNİ ORTAKLAŞTIRAN KİMLİK SAĞCILIK/GERİCİLİKTİR”
 
Bu kadar açık ve net. İnsanlık, dünyanın döndüğü bilgisine nasıl ulaşmışsa, ölüm cezasının -tıpkı kölelik gibi, işkence gibi- bir barbarlık biçimi olduğunun bilgisine de, hukuk, etik ve insan hakları konusundaki bilgi birikimi ile ulaşmıştır. Dünyanın döndüğünü hala reddedenler nasıl varsa -evet inanılmaz, ama var- maalesef ölüm cezasını da hala savunan Thatcher, Reagan, Bush, Trump, Erdoğan, Bahçeli zihniyetinde kişiler var.
 
Bu idam savunucularının hepsini ortaklaştıran kimlik sağcılık/gericiliktir. Burada gericilik ile kastettiğimiz, insanlığın binlerce yılda ulaştığı bilgi birikimi ve ortak insanlık değerlerini benimseyememektir. Nasıl ki bu çağda hala işkenceyi bir sorgu yöntemi olarak savunan, kadınlara ayrımcılığı meşru gören, eşcinselliği bir hastalık olarak niteleyen gerici ise, aynı şekilde hala ölüm cezasını savunan da gericidir.
 
Bu konuda ABD’nin bazı eyaletleri de, Çin de, Suudi Arabistan da, İran da aynı çizgidedir ve hepsi de gericidir. İnsanlığın ulaştığı demokratik değerlerin ve bilgi birikiminin gerisinde kalmışlardır. Esasında, tarihsel olarak sağ hep gerici olmuştur. Zaten adlarını da Fransız devrimi sırasında monarşiyi destekleyenlerden almışlardır. Köleliğin kaldırılmasına da, idamın kaldırılmasına da hep sağcılar direnmiştir.    
 
“13 NOLU PROTOKOLÜ AKP’NİN İMZALADIĞI UNUTMAMALI”
 
Bugün, neoliberal teknokrat zihniyetle altı oyulmuş olan ve can çekişen AB projesinin belki de insanlık için en önemli kazanımı, Avrupanın sağcılarının ve faşistlerinin itirazlarına rağmen, ölüm cezasını tüm koşullarda ortadan kaldırmasıdır. Bugün idam çığırtkanlığı ile kışkırtılan kitleler, ölüm cezasını savaş dahil, tüm koşullarda ortadan kaldıran 13 nolu protokolü, 2004 yılında AKP’nin imzaladığını unutmamalıdır. O zaman AB’ye giriş sürecini kendi ajandasını hayata geçirebilmek için pragmatist bir biçimde kullanan AKP’nin, bugün idamın halkoylamasına götürülebileceğinden söz etmesi ikiyüzlülüktür.
 
“TEMEL HAKLARI REFERANDUMA GÖTÜREMEZSİNİZ”
 
O halde bu ikiyüzlülere bir kez daha hatırlatalım: Temel hakları referanduma götüremezsiniz. İdam barbarlığını bu topraklara yeniden getirmenize izin vermeyeceğiz. Bu topraklar “Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile asılmağa nasıl giderler" diye sorduğu öyküsü nedeniyle Bodrum’a sürülen Halikarnas balıkçısının, “Suçluyu kazıyınız altından insan çıkar” diyen Faruk Erem’in, alçakça öldürülen eşi Hrant Dink’in cenazesinde bile “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı” sorgulayan yüce gönüllü Rakel Dink’in topraklarıdır.
 
Bu toprakların büyük birikiminde kışkırttığınız nefret, idam çığırtkanlığı değil, Kabesi insan olanların idam karşıtlığı vardır. Kararnamelerle anayasayı, hukuğu çiğnerken ve idam çığırtkanlığı yaparken bu toprakların idam karşıtı birikimi ve Ercan Kanar’ın şu sözleri aklınızdan hiç çıkmasın:  “Günün birinde bu kararnameleri imzalayanlar Anayasa'yı ihlalden yargılanabilirler. ‘Allah göstermesin’ eğer idam yasallaşırsa idam istemiyle yargılanabilirler. Ama 'reis' ve ekibi bilin ki biz insan hakları savunucuları olarak geçmişte nasıl şiirden yargılanma gündeme geldiğinde buna karşı çıktıksak sizin de idamınıza karşı çıkarız.”