Birinci cumhuriyet 1923 yılındadır. İttihatçı gelenekten beslenen Kemalist kadronun, Fransız Jakobenizmi’nin “halka rağmen halk için” ve Prusya militarizminin ordu ve milleti bütünleştiren öğelerine merkeziyetçiliği güçlendiren devletçiliği de katarak modernleşme/çağdaşlaştırma adı altında toplumun yeniden tasarımına girişen asker  ve bürokrat elitin iktidarıdır. Kısaca, “devletçi-seçkinci” zümrenin cumhuriyetidir.

O yüzden Anadolu köylüsü çarıkla, şalvarla savaşarak kurtardığı Ankara’nın Ulus meydanına çarıkla, şalvarla sokulmadığı zamanları yaşar.

Yine bu yüzden  “pozitivizm sarhoşluğuyla” toplumunun yeniden dizaynı için camilerin kilise benzeri oturma düzenine geçmesini önermeler, müzik eşliğinde ibadet temennileri ve minarelerden “tanrı uludur, tanrı uludur” ulumaları... Ve yine bu yüzden dindarlar mürteci, din ilerlemenin setidir seçkinci zümrenin zihninde.

Velhasıl, sayın okuyucular, yeniden inşanın başladığı cumhuriyet yıllarında Deli Petro’nun ruhu, kurduğu Petersburg’ta değil Ankara semalarında dolaşır. Malumunuz, kendisi de Rus modernitesinin öncülerindedir. Bilenler bilir, Deli Petro, sakalını kesmeyen Rusları cezalandırması ve kilise çanlarını eriterek savaş topuna çevirmesiyle bilinir.

İşte Cumhuriyet dediğimiz şey aslında sadece padişahlıktan meclise geçişi değil toplumsal modernleşmeyi kurgulayan ve yeni bir ulus yaratmayı hedefleyen projenin yansımasıdır. Bu projenin çerçevesini laiklik ve Türklük oluşturur. Bu iki öğenin dominantlığında biçimlendirilen projenin kurbanları ise dindarlar, gayri Müslimler ve Kürtler olmuştur. Başbakan Erdoğan,  akil adamlar toplantısında “hepimiz mağdur olduk” derken aslında tam da bu projenin yanlışlığına dikkat çekmiştir.

O yüzden siz bakmayın Cemal Gürsel’in 1961 yılını, Ertuğrul Özkök’ün Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olduğu 28 Ağustos 2007’i, Yıldıray Oğur’un, Ezgi Başaran’ın 21 Mart 2013’ı ikinci cumhuriyetin başlangıcı olarak ilan etmesine.

21 Mart olsa olsa üçüncü cumhuriyetin başlangıcının ilk adımıdır. Çünkü ikinci cumhuriyetin başlangıcı Kemalizmin kurumsal yapısını kıran anayasa referandumunun kabul edildiği 12 Eylül 2010 tarihidir.

Bu tarih, devletin dindarlarla barışması, cumhuriyetin “militan laiklik” politikalarının kurumsal temelde çözülmesini sağlayan yani Kemalist kurumsallaşmayı kıran ve yerine dindar-muhafazakâr kadroyu kurumsallaştıran birinci cumhuriyet kalelerinin (Danıştay, HSYK, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi) birer birer düştüğü tarihtir.

Özetle birinci cumhuriyet, 29 Ekim 2013-12 Eylül 2010 arasındadır diyebiliriz. 12 Eylül’den sonra cumhuriyet projesinin mazlumu ve mağduru dindarlar cumhuriyetin bir diğer mağduru ve mazlumu Kürtlerle yer yer çatışmaya yer yer anlaşmaya çalıştı.

21 Mart çatışmanın taraflar için olumlu bir sonuç yaratamayacağının anlaşıldığı tarihtir. Mücadelenin, çatışmanın, savaşın fayda sağlamayacağının anlaşıldığı bir dönüm noktasıdır. Çatışmadan anlaşmaya dönen sürecin çerçevesini henüz bilmiyoruz ama bildiğimiz hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve toplumsal travmaya dönüşen cenazelerin artık olmayacağı.

Bu cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Bu nedenle tam da cumhuriyet “paradigmanın iflasını” yaşıyor ve iddia edildiği gibi ikinci cumhuriyet değil üçüncü cumhuriyet günlerine giriyoruz.