Tam bir yıl önce bu zamanlarda Cumhuriyet’e operasyon düzenlenmiş, gazetenin yönetici kadrosu gözaltına alınmıştı.

Çok değil, operasyondan iki gün sonra Cumhuriyet soruşturmasını başlatan savcının “FETÖ’ye üye olduğu” iddiası ile yargılandığı anlaşılmıştı.

Murat İnam isimli o savcının hazırladığı iddianamede Cumhuriyet’e yöneltilen suçlama “FETÖ/PDY ve PKK/KCK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” idi. İnam kısa sürede ifşa olduğu için iddianameyi başsavcı vekili ve başka bir cumhuriyet savcısı imzalayacaktı.

Operasyon sonucu Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Musa Kart, Güray Öz, Turhan Günay, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör, Bülent Utku, Önder Çelik gibi bir bölümü gazetenin yönetici ekibinden yazar, yayın danışmanı, okur temsilcisi ve avukatlar tutuklandı. Yazarlar Hikmet Çetinkaya ve Aydın Engin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Cumhuriyet Vakfı Başkanı Orhan Erinç’in de tutuksuz yargılandığı davada sanıkların 7,5 ila 15, 11,5 ila 43 yıl hapsi istendi. 

Gazetecilere baskın yapıldığı tarihte yurtdışında olan İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay ülkeye döndü ve çıkarıldığı mahkemede kaçma şüphesiyle o da tutuklandı. Böyle bir “hukuk sistemi” vardı ülkenin: Yurtdışından gelip teslim olan şüpheliler kaçma şüphesiyle tutuklanıyordu.

Gülen Cemaati’nin emniyet teşkilatındaki örgütlenmesini, AKP hükûmetleri ve yöneticileriyle kurduğu ilişkileri anlatan kitap yazdığı için 2011’de “Ergenekon terör örgütüne üye olma” iddiasıyla 375 gün hapis yatan Ahmet Şık, bu kez sosyal medya paylaşımlarında “PKK/KCK ve FETÖ/PDY örgütlerinin propagandasını yaptığı” iddiasıyla tutuklandığında tarih 30 Aralık 2016’yı gösteriyordu. Ardından da gazetenin muhasebe çalışanı Emre İper “ByLock kullandığı” iddiası ile tutuklandı.

Süreçte utanç vesikası olarak tarihe geçecek iddianame savunma tarafından un ufak edildi, kimi Cumhuriyetçiler için tahliye kararı verildi. İçerde yayın yönetmeni Murat Sabuncu, Akın Atalay, Ahmet Şık ve Emre İper kalmıştı. Onların da tahliye olması elzemdi. Akla uygun olan da, vicdanî ve insanî olan da buydu.

Dün dördüncü duruşma görüldü. Tam bir yıldır esir tutulan Murat Sabuncu ve Akın Atalay’ın tutukluluk hâlinin devamına karar verildi. 306 gündür tutuklu olan Ahmet Şık’ın da… Emre İper ise bilirkişi tarafından telefonunda ByLock kaydı bulunmadığına dair rapor verilmesine rağmen hâlâ içeride. 

Şimdiye dek delil bulunamayan ancak “deliller karartılabilir” diye de kalan gazetecilerin tahliye edilmediği dava, delil diye ayaküstü dosyaya sokuşturulan şeylerle sulandırılmaya çalışılıyor. Bunlardan biri daha önce gazetede yayın danışmanı sıfatı ve yazar olarak yer alan ve fırsattan istifade bugünlerde AKP bülteni gazetelerin manşetlerine konu ettiği gazeteci Doğan Satmış’ın iktidar yandaşı bir sitede yayımlanan röportajında söyledikleri…

MİT TIR’ları haberinde imzası bulunan Cumhuriyet’in eski genel yayın yönetmeni Can Dündar ile bu haberin yayımlanıp yayımlanmaması konusunda “farklı fikirde” olduğunu belirtmiş: “(…) hiçbir haber tutuklanmaya ya da ölmeyi göze alacak kadar önemli değildir, değmez’ dedim. (…) Sonuçta gazetecilik para kazanılan bir iş, uğrunda Afganistan’a gidip savaşılacak bir iş değildir.”

Farklı fikirde mi? Cumhuriyet’te yazdığı günlerde (7 Mayıs 2016’da) Dündar’a kurşun sıkılması olayına dair bakın ne demiş: “Gerçek gazeteciler kurşundan korkmaz. O yüzden bütün insanlar savaş bölgesinden kaçarken gazeteciler oraya koşar. En ufak gümbürtüde herkes sakınırken gazeteciler ‘Ne oldu’ sorusuna yanıt arar. Güçlülerin değil, güçsüzün sesi olur gazeteciler ve diklenir güçlüye.”

Benzer yazılarından birinde, 28 Kasım 2015’te, yine Can Dündar’a savcının “Ülke aleyhine bir haber olsa yayımlar mısınız” gibi bir soru sormasının anlamsızlığını, ters giden bir şeyi gazetecinin yazmasının varlık nedeni olduğunu ancak bunun devlet yöneticilerine anlatılamadığını yazmış.

Bugün ne oldu öyleyse? Cumhuriyet duruşmasının hemen öncesinde yandaş sitede neden böyle bir “bomba patlatılmış”?

Mahkemede “delil” olarak kullanılsın diye mi?

Nitekim 18 Ekim’de yayımlanan röportajı Basın Savcılığı hiç vakit kaybetmeden 24 Ekim’de “ek delil olarak” dosyaya göndermiş, mahkeme de kabul etmiş. Bu birincisi.

İkincisi ise mahkeme başkanının, geçen gün gözaltına alınan Anadolu Kültür’ün Başkanı Osman Kavala ile gazetenin yazarlarından Aydın Engin’in ve Can Dündar’ın yazışmalarına yönelik İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’ndan gönderildiğini söylediği belge. “Gönderildi” denilen, devam etmekte olan soruşturmanın gizliliği ihlal edilerek bir “bilgi” sızdırma olayı… Bu durum savunma tarafından direkt “görevi kötüye kullanma” diye nitelendirildi.

Mahkeme bunun “delil” olup olmayacağının değerlendirmesini henüz yapmadı ama öyle anlaşılıyor ki Kavala’nın gözaltına alınması olayı da, Cumhuriyet operasyonu da insanları delilsiz, içi boş soruşturmalara, davalara konu ederek itibarsızlaştırmak ve onları aynı şekilde infaz etmek üstüne kurulu. 

Pideci, parkeci, seyahat acentesi ve ByLock üzerinden kurgulama yetisinden dahi yoksun saçmalıklara, gazetecilikle uzak yakın ilgisi olmayan ehliyetsiz kişilerin bilirkişi yapılması gibi izansızlıklara bir de şu sorular eklendi:

Tutukla, delil yoksa bulunur mantığıyla işleyen hukuk ile adalet sağlanabilir mi? Tanıklıkları artık şüpheli hâle gelen, birçoğunun duruşmaya bile gelmediği kişiler hâlâ tanık olarak kabul edilebilir mi?

150’nin üzerinde medya çalışanının tutuklu olduğu ülkede, örneğin geçen hafta 421 gün tutuklu kalan gazeteci Murat Aksoy’un, dün de Özgür Gündem’in 441 gün tutuklu kalan Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya’nın ve 301 gün tutuklu kalan gazetenin İmtiyaz Sahibi Kemal Sancılı’nın tahliye edilmeleri elbette sevindirici.

Ancak Cumhurbaşkanı’nın gazeteciyi “öyle bırakmam onu” diye tehdit edebildiği, tutuklu yalnız iki gazetecinin bulunduğunu söylediği, bunlar dışında tutuklu gazetecilerin hiçbirinin sarı basın kartı bulunmadığı yalanını tekrar ettiği bir ülkede bir insanı bir yıldan daha fazla süre özgürlüğünden yoksun, eşinden çocuğundan, ailesinden ayrı bırakan “hukuk” olsa olsa siyasî erkle yargı arasındaki hukuktur.

Not: Yazının daha noktası konulmadan Osman Kavala’nın da çıkarıldığı mahkemede tutuklandığı bilgisi düştü haber sitelerine. Kavala, “sanatın paylaşılmasıyla karşılıklı anlayış ve duyarlılık gelişebileceğine, bölgesel farklılıkların ve önyargıların aşılabileceğine, kültürel hayatla birlikte vatandaşlık, kimlik ve aidiyet gibi kavramların tartışılacağına ve bu eksende oluşacak tartışmaların toplumsal uzlaşmaya katkı sağlayacağına” inanan bir iş insanıydı. Gözaltına alındığında Cumhurbaşkanı onun için “Bağlantıları çıktı” demiş, parti bülteni medyada ise dayanaksız haberlerle kara propaganda yürütülmüştü. Kötülüğün organize olmuş hâli bir zulüm makinesi.