“Tarih iç politika malzemesi yapılamayacak kadar saygın bir bilim daldır. Tarih tarihçilere bırakılmalı.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan

 

“Sonuçta, hepimizin geçmişiyle yüzleşmesi, bir zorunluluk, her anlamda bir zorunluluk. Tarih tarihçilere bırakılmayacak kadar önemlidir”

AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner

 

Bu açıklamalardan biri 1915 olayları, diğeri 1938’dekiler için.

 

Bu olaylardan birinde Ermeniler sürüldü yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklarından, diğerinde Dersimliler.

 

İkisinin de amacı aynıydı: “Türk olmayan” bölgeleri “ıslah” etmek yani vatanın “bölünmez parçası” haline getirmek.

 

Aradan yıllar geçti.

 

Birinin “soykırım” olarak kabul edilmesi ve özür dilenmesi, mağdur halkın en önemli talebi haline geldi. Fakat Ankara’da kulaklar sağırdı. Bunun üzerine dört bir yana savrulmuş olanlar, topraklarından ayrı kalmanın acısıyla kararttılar gözlerini. Akıtılan kanı kan ile temizlemeye çalıştılar. Arada kalanlar yine siviller oldu. Sorun kangrene dönüştü.

 

Öteki için de sesini çıkartanlar oldu elbet ama aynı boyutta değil. Ve bir gün iktidar-muhalefet atışması sırasında hükümetin - belki de yeni anayasa sürecinde toplumsal destek bulmak için – yaptığı ani refleks ile beklenmedik şekilde özre dönüşüverdi.

 

Ve sonunda birinden özür dilendi, diğeri ise hala inkar sürecinde…

 

Bu aşamada sormak gerekiyor: Bir “tarihi olay” için özür dilenirken neden diğeri için sessiz kalınıyor? Özür pişmanlık duygusu ile dilenmez mi? Eğer yanıt evetse Türkiye hiç mi pişman değil 1915 olaylarında yaşananlardan? Suçluluk duymuyor mu kimse? Halbuki bugüne kadar yaşananlar tam bir suçluluk travması.

 

Suç işleyen insan önce bunu görmezden gelmeye çalışır. Sanki göz görmeyince varlığı ortadan kalkıverecekmişçesine. Dolaplarda saklanan cesetler gibi. Fakat zamanla insanın içini kemirir bir ses. Yaptıklarını unutturmaz asla. Yine de itiraf etmek istemez suçu işleyen. Çünkü ağzından çıkacak sözlerle kaybedeceği şeyler olduğundan korkar. Çok daha sıkı bağlanır günahının kendisine kazandıklarına. 1920’de Milletvekili Hasan Fehmi Bey’in de dediği gibi…

 

“Tehcir meselesi, biliyorsunuz ki dünyayı velveleye veren ve hepimizi katil telâkki ettiren bir vaka idi… Sırf canımızdan daha aziz ve daha mukaddes bildiğimiz vatanımızın istikbalini taht-ı emniyete almak için yapılmış şeylerdir.”

 

Baktı ki yok olmuyor suçunun varlığı, geçmişe ait ne var ne yoksa silip atmaya yeltenir. Tarihin karanlıklarında boğmak ister. 1921’de Milletvekili Rıza Nur gibi…

 

“Ani şehrine ait izlerin yeryüzünden temizlenmesi başarılırsa Türkiye’ye büyük bir hizmet olacak”

 

Daha da ileri gider zaman zaman insan. Geçen onlarca yıla rağmen susmayan, hala günahıyla yüzleşmesi gerektiğini söyleyen içindeki seslere karşı. Adı vicdan olan o sesleri susturur, hedef gösterir “hain” ilan ederek. 2005’te Adalet Bakanı Cemil Çiçek gibi…

 

"Şimdi siz, o zaman falanca ülkenin parlamenterlerini nasıl ikna edeceksiniz? Bunlar pekala diyecek ki ''Siz, bizi ikna etmeyin, gidin Boğaziçi Üniversitesi'nde, Boğaz'a bakarak bu yalanları söyleyenleri ikna edin''. Dolayısıyla bu, Türk milletini arkadan hançerlemektir. Bunu açık olarak söyleyebilirim."

 

Her daim savunmadadır bir yandan da. “Yavuz hırsız” mantığı ile temize çekmeye çalışır geçmişi. Haklı nedenler yaratıverir insan. Bu mantığa göre yapılması gereken gerçekleşmiştir sadece. “Mağdur” olan kendisidir aslında. 2008’de Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün dediği gibi…

 

“Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadelede bu “ulus kurmada” kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz.”

 

İnsan hiç mi yaklaşmaz suçunu itiraf etmeye, yaraları bir nebze olsun sarmaya? Yaklaşır tabi. Doğru adımlar da atılır yaraların üzerinden uzun zaman geçtikçe. 2009’da Başbakan’ın ağzından çıktığı gibi…

 

“Geçmişte azınlıklara faşizan yaklaşımlarda bulunuldu”

 

Fakat yine de özür dilenmedi 1915 olayları için. Hatta son olarak Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın sözleri çarptırıldı göz göre göre, AB Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış tarafından.

 

“Er veya geç, kendisini bir Avrupa ülkesi olarak gören Türkiye, Dzidzernagaperd’de saygı duruşunda bulunacak gerçek bir Avrupalı hükümeti tarafından yönetilecek”

 

“Türklere, diz çökertmek kimsenin haddi değildir. Aslında onlara cevap verilecek çok güzel atasözlerimiz var ama... Bundan kimsenin şüphesi olmasın, bu millete karşı şuursuzluğu dize getirmeyi de biz çok iyi biliriz”

 

Ortadaki tabloya rağmen yine de umut etmek en iyisi. Kim bilir, belki bir gün tarih tarihçilere bırakılmayarak – Dersim olaylarında olduğu gibi – üçüncü tarafların bu konuda iki tarafı da kışkırtmasına izin vermeden 1915 için de şu sözleri duyarız:

 

“Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum”