Yıl 1938…

 

Cumhuriyet gazetesine göre “Türk’ün demir kartalları” uçuyordu Dersim semalarında.

 

Hedefleri belliydi.

 

Şakiler, yani dönemin “terörist”leri!

 

Her gün operasyon haberi geliyordu doğudan.

 

Sonuç katliam olacaktı…

 

 

 

Dersim, Ankara’nın doğudaki diğer operasyonlarından farklıydı.

 

Tek ortak yanı vardı, o da yeni iradeyi kabul etmemesi.

 

Halbuki dönemin bir başka düşmanı daha vardı.

 

“İrtica”

 

Ağrı’da yaşandığı gibi…

 

Dersim’den 8 yıl önce, Türk savaş uçakları Ağrı’nın eteklerini, gazeteciler ise kalemleriyle şehirlerdeki

kamuoyunu bombalıyordu.

 

 

 

“Şakilerin girdikleri yerlerde irtica uyandırmağa çalıştıkları muhakkaktır. Bunların alelâde hayvanlar gibi basit sevki tabiilerle işleyen his ve dimağlarının tezahürleri, ne kadar kaba ve hatta abdalca düşündüklerini gösteriyor. Meselâ her girdikleri yerde halkın başından şapkasını çıkararak etrafını kesip akıllarınca birer külah haline getiriyorlarmış.

Gene yolda çevirdikleri bir muallime «Kimsin sen?» diye sormuşlar. «Muallimim, mektebe çocukları okutmağa gidiyorum» cevabını alınca «Sen hoca olsan sarığın olurdu. Çocukları okutmağa da mektebe değil, camiye giderdin» diye zavallı muallimi çırılçıplak soyup adam akıllı dövmüşler... Çiğ eti biraz bulgurla karıştırıp öylece yiyen bu adamların Afrika vahşilerinden ve yamyamlardan hiç farkı yok.”

 

 

 

Düşman tanımı belliydi Ankara’nın… Mutlak iradesini kabul etmeyen herkes… Bunların içinde cumhuriyetin katı laik sistemini ve merkeziyetçiliğini kabul etmeyenler de, ırka dayalı “Türk”lük tanımını içine sindirmeyenler de vardı.

 

 

Fakat zaman geçti, bu da değişti…

 

 

1980 darbesi sonrasındaki Türkiye doğudaki olası ayaklanmaları “irtica”dan daha tehlikeli görmeye başladı.  Hatta din artık “ehilleştirici” görevi görecekti. Öyle ya Türk – İslam sentezinin temelleri atılıyordu.

 

 

Bu nedenle Kenan Evren’in açıklamasına göre darbe sürecinde bir tane imam hatip açılacaktı. O da dönemin valisinin talebiyle Tunceli’ye…

 

 

Sadece bununla da sınırlı kalınmayacaktı… Araştırmacı Mesut Özcan’ın belgelerine göre, ‘Doğu İrşat Konferansları’ olarak anılan özel politikanın parçası olarak 5 bin çocuk ailelerinden alınıp otobüslere törenle bindirilerek Dersim dışındaki Yatılı İmam Hatip Okulları’na gönderilecekti.

 

 

Ne de olsa dönemin mantığı buydu: İmam Hatip’e gidenden “anarşist” çıkmazdı…

 

 

Yıllar geçti, bu ütopya Başbakan’ın dilinden de döküldü.

 

Ne de olsa kendisi de 28 Şubat sürecinde “nifak yuvası” olarak gösterilen imam hatiplerin eski mezunuydu.

 

Hedef gösterilmenin hıncıyla “İmam Hatip’ten terörist çıkmaz” dedi.

 

Domuz bağı katliamları kan donduran, faili meçhul listesi uzayıp giden Hizbullah’ın mensuplarının

imam hatip mezunu olduğunu görmezden gelircesine…

 

Bu duruma başka ne denir?

 

“Beşerin böyle dalâletleri var:

Putunu kendi yapar, kendi tapar.”