Al Mönitör Türkçe, Türkiye’nin Suriye politikasındaki değişikliği ve Suriye savaşına etkilerini irdeleyen bir analiz yayınladı.

“Türkiye’nin Esad konusundaki U dönüşü Suriye savaşında sonun başlangıcı mı?” başlıklı analizde Türkiye'nin yeni ABD başkanı Donald Trump'tan beklentileri, Türkiye'nin Esad politikasındaki değişikliğin Kürtler'e etkileri ve federasyon tartışmaları yer alıyor.

Al Monitör’de “Türkiye’nin Esad konusundaki U dönüşü Suriye savaşında sonun başlangıcı mı?” başlıklı analiz şöyle:

Türk Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek 20 Ocak’ta yaptığı açıklamada “Sahadaki gerçekler dramatik şekilde değişti, dolayısıyla Türkiye artık Esad’sız bir çözümde ısrar edemez. Bu gerçekçi olmaz. Elimizde olanlarla çalışmamız gerekiyor.” şeklinde konuştu.

Şimşek’in bu açıklaması, 23 Ocak’ta Kazakistan’ın başkenti Astana’da Rusya aracılığında başlayacak olan Suriye görüşmelerinin arifesinde geldi.

Esad ise Astana’daki amacını şöyle açıkladı:

“Hükümet ile terörist grupların ateşkes sağlamak üzere görüşmesi ve bu terörist gruplara Suriye’deki normalleşmeye katılma imkânı verilmesi. Bu da silah bırakmak ve hükümetin affından yararlanmak anlamına geliyor. Şu aralar bekleyebileceğimiz tek şey budur.”

ABD Astana’ya heyet göndermeyecek ve toplantıya gözlemci sıfatıyla katılacak olan Kazakistan’daki ABD büyükelçisi tarafından temsil edilecek.

Ankara bir taraftan Esad konusunda U dönüşü yaparken bir taraftan da Trump yönetimi ile ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir başlangıç yapmayı umuyor. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçtiğimiz günlerde Washington Post gazetesinde yayımlanan makalesinde Türkiye’nin Başkan Barack Obama döneminde “yaşamsal konularda eleştirildiğini, ihmal ve göz ardı edildiğini” öne sürdü.

Türkiye için Başkan Donald Trump yönetiminde ilişkileri düzeltme umudu olabilir. ABD ulusal güvenlik danışmanlığına getirilen Michael Flynn, 8 Kasım’daki yazısında ABD’nin Türkiye’yle ilişkilere öncelik vermesi gerektiğini vurgulamış, ayrıca Pennsylvania’da yaşayan ve Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tuttuğu dini önder Fethullah Gülen’in “sahtekâr” olduğunu ve bu kişiye ABD’de barınma imkânı verilmemesi gerektiğini belirtmişti.

Semih İdiz ise bu konuda şöyle yazıyor: “Görüldüğü kadarıyla sorun şu ki Türkiye, beklentilerini yalnızca kendi taleplerinin Washington tarafından karşılanmasına dayandırıyor. Müzakere veya makul uzlaşıya pek alan tanımıyor. Ankara, aslında iki net talebinin karşılanmaması hâlinde ilişkilerin düzelmesi için fazla umut olmadığını söylüyor.”

Söz konusu talepler şöyle: ABD’nin, Ankara’nın PKK’yle bağlantılı olmakla suçladığı Suriye’deki Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile ilişkilerine son vermesi ve Gülen’i Türkiye’ye iade etmesi.

Başbakan Binali Yıldırım ABD’nin YPG’ye verdiği desteğe “kepazelik” derken, Çavuşoğlu da bahsi geçen makalesinde Washington’ın Gülen’in iadesine ilişkin “yasal prosedür, geçerli neden ve delil kuralları konusunda ders vermesinden” şikayet ediyor.

Gülen ve Suriyeli Kürtlere ilişkin anlaşmazlıkların kolayca veya kısa sürede çözülmesi beklenmiyor. ABD, Gülen dâhil yabancı tüm şahısların iadesinde yasal prosedüre ve delil kurallarına uymak zorundadır. Suriye’de İslam Devleti (İD) ile savaşan ABD önderliğindeki koalisyonun özünü oluşturan PYD ve YPG’den vazgeçmesi de zor olacak, hele de bu koalisyon İD kontrolündeki Rakka’ya yönelik taarruz hazırlığı yaparken.

Amberin Zaman ise farklı bir boyuta dikkat çekiyor: “Gülen’in ABD’deki varlığı nasıl Türkiye-ABD ilişkilerinde sorun teşkil ediyorsa Amerikalı papaz Andrew Brunson’un Türkiye’deki tutukluluğu da öyle. Brunson’un durumu Türkiye’de pek ilgi görmüyor ama aynı şey ABD için geçerli değil.” İzmir’deki bir cezaevinde tutulan Amerikalı papaz terör örgütüne üyelikle suçlanıyor.

Zaman şöyle devam ediyor: “Belirtmek gerekir ki AKP’nin gayrimüslim cemaatler için yaptıklarını ondan önceki hiçbir iktidar yapmamıştı. Ne var ki 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana hava nahoş bir hâl aldı. On binlerce insan güçlü deliller olmaksızın Gülen’le bağlantılı olma iddiasıyla tutuklanırken Brunson gibi muhtemelen suçsuz olan sayısız kişi de bu ağa tutuldu.”

‘SURİYE’DE MEZHEPSEL BÖLÜNME YOK’

Halep’ten bildiren Fehim Taştekin Suriye’ye ilişkin şu tespitlerde bulunuyor: “Toplum dışarıdan resmedildiği tarzda bölünmedi. Körfez’in parasıyla cihatçıların yürüttüğü mezhepçi kampanyalara ve saldırılara rağmen Suriye halkı bunlara mezhepçi bir yanıt vermedi. Dışarıdan okunduğu gibi Suriye ordusu ve halk arasında mezhepçi bir ayrışma yaşanmadı. İçerideki tabloya yakından bakıldığında bunun Alevilerle Sünnilerin ya da Hristiyanlarla Müslümanların savaşı olmadığı açık. Sadece Humus, olayların başında Aleviler, Şiiler ve Hristiyanlara yönelik sistematik saldırılar yüzünden mezhepçi bir bölünmeye sürüklendi ama kısa sürede bunun kirli bir tezgâh olduğu anlaşıldı. (…) Halep bu savaşın bir mezhep savaşı olmadığının en önemli kanıtı. Halep’te silahlı isyanı reddettikleri için en az altı Sünni din adamı öldürüldü. (…) Hayatta kalanlar da sürekli tehdit altındaydı. Halep cephesinde yer alan askerlere sorulacak en tuhaf soru ‘Sünni misin, Alevi mi?’ Bu soru kadar insanları öfkelendiren başka bir soru yok.”

Zorlu bir yeniden inşa süreci ve insani krizlerin yanında Suriye yolsuzluk belasıyla da karşı karşıya. Taştekin bu konuda şöyle yazıyor:

“Gözlemlediğim kadarıyla Esad savaşta ülkeyi yöneten bir lider olarak eskisinden daha popüler hâle geldi. Elbette halkın bu teveccühü bütün bir sistemi kapsamıyor. Halep ve Şam’da konuştuğumuz bürokratlar, siyasiler ve bağımsız kişilerin altını çizdiği önemli bir nokta var: Bu badire atlatıldıktan sonra rüşvete ve yolsuzluğa batmış sistem daha fazla dokunulmazlığını sürdüremeyecek. Bu halk, yönetimde bazılarının feda edildiğini görmek isteyecek. Çünkü ülke büyük bir bedel ödedi ve istismar, iltimas ve yolsuzlukla sefa sürenlere kimsenin tahammülü kalmadı.”

Taştekin’in gözlemlerine göre İran’ın Suriye’deki rolü Rusya ve Hizbullah’a kıyasla çok daha girift:

“Rusya'nın rolüne dair fazla bir kaygı yok. Üzerinde durulan ülke İran. İran’ın olası müdahaleci ve dönüştürücü etkisine karşı halk ve yönetimde bir duyarlılığın oluştuğu görülüyor. Birçoğu için Rusya ile ittifak daha tercihe şayan. Çünkü onlara göre Rusya iç işlerine karışmıyor. İranlıların üstenci bakışının özellikle orduda rahatsızlık yarattığı söyleniyor. (…) İranlılarla ilgili kaygılar İran destekli Hizbullah için geçerli değil. Esad gibi Suriyeliler arasında yükselen isim Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah. Bırakın Şam ya da Humus'u özellikle Türkiye’de Sünni kimliğine çok vurgu yapılan Halep’te bile Nasrallah’ın resimlerini afişlerde, posterlerde veya rozetlerde görmek mümkün. (…) Halk Hizbullah ile İran’ı ayrı tutuyor. Hizbullah aynı kültürel havzadan geliyor. Nasrallah sevgisi Hristiyanlar arasında da yaygın.”

SURİYE’DEKİ KÜRT FAY HATTI

Kuzey Suriye’de Kürt özerkliğini frenlemek, Suriye ve Türkiye hükümetleri için ortak bir menfaat teşkil edebilir. Fehim Taştekin bu konuda da şunları aktarıyor:

“Şam'daki askeri ve siyasi çevrelerin tepkilerine bakılırsa (…) demokratik özerklik modelinin hayat bulduğu kuzey hattı, bölünme senaryosunun zemin bulduğu bölge hâline geldi. Amerika'nın orada oyun oynadığına dair endişeler hayli yaygın. O yüzden ‘Kamışlı’ya gideceğim.’ dediğinizde kaşlar hemen kalkıyor.”

Taştekin’in Kamışlı’dan izlenimleri de şöyle:

“Havaalanı, Türkiye ile sınır kapısı, kamu binaları ile lojmanların bulunduğu bölge ile bu bölgeyi havaalanına bağlayan ana cadde ordunun kontrolünde. Rojava'nın polis birimi Asayiş ile savunma gücü YPG-YPJ bu bölgeden uzak duruyor. Kamışlı'nın bir yakasından diğer yakasına geçmek isteyenler bu yolu kuzeyden baypas eden dolambaçlı bir güzergâh kullanıyor. Suriye askerleri de üniforma ve silahla Asayiş'in bölgesine girmiyor. Havaalanından itibaren ordunun kontrolündeki yol Beşar Esad ile Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın kolajlanmış görüntüsüyle başlıyor. Hafız Esad ile Beşar Esad'ın portreleri ve yönetim lehine duvar yazıları yol boyunca devam ediyor. Kamu binalarına doğru 'güvenlik dörtgeni' diye bilinen kavşakta baba ve oğul Esad'ın portrelerinin altında bir yazı var: "Eyya’kum Suriye" (Suriye'yi koruyun). (…) Ordunun kontrolündeki yoldan sonraki yollarda Esad portrelerinin yerini PKK lideri Abdullah Öcalan'ın portreleri alıyor.