Türkiye 17 Aralık sabahına, içerisinde tanınmış iş adamlarının, bakan çocuklarının ve bürokratların da olduğu “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonuyla başladı.

Her ne kadar iki yıl önce teknik takibe başlandığı ifade edilse de dershane tartışması sonrası böyle büyük bir operasyon, kamuoyu tarafından ağırlıklı olarak iktidar-cemaat restleşmesinin bir sonucu olarak yorumlandı.

Bu operasyonun hemen öncesinde cemaate yakınlığı ile bilinen AKP milletvekilleri İdris Bal ve daha sonra da Hakan Şükür’ün istifa etmesini unutmamak gerekiyor.

İktidara yakın televizyon kanalları ve gazeteler ise aynı Gezi Olayları’nda yaptıkları gibi bu operasyonun özellikle İsrail ve ABD finans çevrelerince uygulamaya sokulduğunu, esas hedefin Türkiye ekonomisini baltalamak olduğunu ve Cemaatin de kullanıldığına yönelik yorumlarda bulundular.

Aynı gün Başbakan Erdoğan’ın da bu paralelde yorumlarda bulunduğunu da özellikle belirtelim.

Erdoğan da Türkiye’ye yönelik içte ve dışta ameliyatlar, operasyonlar yapılmak istendiğini ama bunlara izin vermeyeceklerini belirtiyordu.

Bir kere çok net belirtmekte yarar var. Gezi olayları gerçek anlamda iç dinamiklerle oluşmuş ve birleşik toplumsal bir muhalefet biçimini almıştır. Dolayısıyla dışsal dinamiklere bağlamak son derece anlamsızdır.

”Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu” da tam anlamıyla sistemli içsel çürümenin şu veya bu biçimde yansımasından başka bir şey değildir.

Dolayısıyla sorunun kaynağını dışarda aramak yerine “Türkiye’nin Düzeni”ne bakmak yeterli olur.

Kaldı ki operasyonun aktörlerine bakıldığında bunu daha net görmekte mümkündür. Bu tamamen çürümüş “Türkiye Düzeni” içerisinde yasal olmayan paylaşımın en üst düzeylerde nasıl olduğunun bir başka resmidir.

Bu resmen yasadışı üleştirmenin bilindik Türkiye halinden başka bir şey değildir.

İçerisinde inşaat şirketi sahiplerinin olduğu, iş adamlarının olduğu, üç tane bakan oğlunun olduğu, Belediye Başkanı’nın olduğu, banka müdürünün olduğu aslında çok bilinenli bir denklemi hangi kafa dışsal dinamiklere bağlayacak, doğrusu merak ediyorum.

Hangi komplocu kafa bu kadar yerli aktörün, figüranın olduğu bir hikayeyi dış faktörlere bağlayacak?

Açıkçası bu sefer iktidara yakın televizyon ve gazetelerin de işi zor. Çünkü insanların algılarını değiştirmek eskisi gibi çok kolay değil.

MESELE KİMİN YİYECEĞİ

Türkiye‘de hükümet olmakla devletin gücünü elinde tutmak, kaynaklar üzerine söz sahibi olmak, kadrolaşmak, rant dağıtmak bilindik argümanlardır. Hemen herkes bundan şikayetçidir. Ama şikayetçi olan kesimler de iktidar olduklarında durum değişmez. Yani mesele yemek değil sadece kimin yiyeceğidir. Devletin kaynaklarını kimin kullanacağı meselesidir.

Bu ülke merkez sağ, merkez sol, milliyetçi, liberal, apoletli her kesim tarafından yönetildi. Değişmeyen tek şey ise “Türkiye’nin Düzeni” oldu.

Akp ilk iktidar dönemlerinde nispeten daha az güçlü olduğu yıllarda bile İstanbul ve Ankara sermayesine göz açtırmadı. Vergi ve denetim sopasını hep üzerlerinde tuttu. Onlardan beklentisi sadece paralarını kazanmaları, istihdam yaratmaları ve muhalefet yapmamalarıydı.

Buna uymayan Cem Uzan iktidara aday olunca ve zaten bir de şaibeli iş adamı siciline de sahip olunca Erdoğan için kolay lokma olmuştu. Daha sonraki yıllarda basın dünyasında patron olan Aydın Doğan gazeteleri aracılığıyla Erdoğan’a muhalefet yapınca 4,8 milyar (eski parayla 4,8 katrilyon) vergi borcuyla karşı karşıya kalmış ama daha sonra boyun eğerek uzlaşma yolunu seçmiş, vergi borcunu da 0,8 milyar liraya indirtmişti.

Erdoğan, 2007 itibarıyla kendi iktidarını ortadan kaldırmaya çalışan askerle de hesaplaşmış ve askeri de tabiri caizse paket yapıp siyasetin dışına sürmüştü.

Gezi Olayları sürecinde de Gezi eylemlerine destek verdiğini düşündüğü bazı sermaye gruplarını vergi yoluyla cezalandırdığını unutmayalım.

Verilen mesaj gayet açık. Muhalefet edeni cezalandırmaya götüren bir uygulama. Şimdi ise kardeşlerim dediği cemaat üyeleriyle ters düştü. Nedeni ise belli. İktidara ortak olduğunu düşünen cemaat dershanelerin kapatılma kararıyla güç alanlarından en önemlisini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. İlk hamlesini de iktidara karşı bu operasyonla yapmış oldu. AKP elde ettiği gücü ve iktidarı kimseyle paylaşmak istemiyor. Dolayısıyla artık cemaat onun için diğer rakiplerinden farklı bir yerde değil.

Biz sıradan halka ise bu bilindik, daha evvel defalarca sahneye konulmuş, Cumhuriyet Tarihi’nde de çokça örneğini gördüğümüz yasadışı paylaşım oyunlarını ‘arkası yarın’ heyecanında izlemek düşüyor.