Bu ülkenin bugün yaşadığı son kabus, o lanetli 19 Ocak 2007 gününde başladı... “Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz” diyecek kadar bu toprakların insanlarına inanan ve güvenen bir aziz, bir derviş olan Hrant Dink’in, alçakça bir “milli mutabakat cinayeti”(“Milli mutabakat cinayeti” kavramı İsmail Saymaz’a ait) ile katledilmesiyle... İşte bu “milli mutabakat cinayeti”nin karanlık ortakları, barış güvercini Hrant Dink ile birlikte, onun sahiciliğinden, şiddet karşıtlığından ve sözünün gücünden beslenen ve onda simgeleşen bir büyük demokratikleşme ve barış umudunu da vurdu.

Hrant Dink sözün ve sahiciliğin gücüne inanıyordu. Onu herhangi bir şiddet eylemiyle ilişkilendiremezlerdi, çok net bir şiddet karşıtıydı. Herkesle konuşmaya hazır bir hakikat anlatıcısıydı. Bir sosyalisti, bir Kemalisti, bir muhafazakarı, bir milliyetçiyi, toplumun her kesimini etkileme gücüne sahipti. Biraz vicdanı olan herhangi birinin Hrant Dink’in konuşmalarından ve yazdıklarından etkilenmemesi imkansızdı. Aklıselimin, haklılığın, hakikatin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Onun sözünün gücünden korkanlar, bu hakikat anlatıcısını şiddetle susturmayı seçti. Bugün bu topraklarda yaşanan cehennemin taşlarını işte o gün döşemeye başladılar. Bu cinayete ortak olanlar, göz yumanlar, katile kahraman muamelesi yapacak kadar insanlıktan çıkanlar, bu alçak cinayetin sorumlularının bulunmasını ve cezalandırılmasını engelleyenler, elele ülkeyi cehenneme çevirdi.

Hrant Dink’i öldüren tetikçileri yetiştiren zehirli iklim, bugün barbar IŞİD katillerini üretiyor. Suriye savaşı ve iktidarın mezhepçi politikaları ile daha da radikalleşen bir sosyolojik taban var. Konya’da, bu kışkırtılmış tabanı Gar katliamında öldürülen canlarımızı ıslıklarken gördük. Bu karanlık ve barbarlık karşısında umutsuzluğa düşen herkes, 11 Eylül saldırıları sonrası ortaya çıkan –içinde bügünkü barış imzacısı birçok akademisyenin de bulunduğu- Barış Girişimi’nin, Hrant Dink’in büyülü dili ile formüle edilmiş ilkesini hatırlamalı: “Bizler, yeryüzündeki bütün din, ırk ve uluslardan insanların yaşama hakkının dokunulmazlığına inanarak, "terörün gücü"ne ve "gücün terörü"ne güvenenlere teslim olmayı reddetme kararlılığıyla biraraya geldik.” ( bianet.org )

Rakel Dink de, Hrant Dink’in aramızdan alınışının 10. yılında, Agos önünde yapılan anmada yaptığı bilgelik dolu konuşmada bunu bir kez daha hatırlattı: “Terörün gücü ve gücün terörü altında, olan yine halklara oluyor. Kimin neye ne dediği bize olanı değiştirmiyor.”

Bu karanlık günlerden çıkışımız, ancak “Terörün gücü ve gücün terörüne teslim olmayacağız” ilkesine sahip çıkan, Rakel Dink’in dediği gibi “Kutsal olan devlet değil, insandır. Kutsal olan yaşamdır” diyen geniş bir şiddet karşıtı cephe kurmamız ile mümkün gibi görünüyor: “ Hrant Dink, 2004 yılında Kuzey Osetya’da yaşanan korkunç çocuk katliamından sonra dünyanın gidişatını müthiş bir sezgi ile, “11 Eylül saldırısının ardından ‘Terörün gücü’ne de ‘Gücün terörü’ne de gün doğdu. Bir yandan teröristler, diğer yandan da devletler kendi güçlerini pervasızca kullanmaya olanak buldular. “Artık bundan sonra dünya eskisi gibi olmayacak, biz bu işten ne kaparız ona bakalım” diye el ovuşturan teröristlerle devletlerin fırsatçılığı kendi iğrenç döngüsünü çoktan oluşturdu” diye yazmış ve yine o etkileyici kalemi ile “İnsanoğlu ‘Uğruna yaşanası davalar’ı ‘Uğruna ölünesi davalar’a dönüştürmekten vazgeçmediği sürece, belli ki bu tür vahşetler daha çok yaşanacak. Ve ille de “Devletin gücü”… Bu güç, uğruna ölünesi davaların başında geldiği sürece kim bilir daha nice masum çocuk bu güce kurban verilecek.”( hrantdink.biz ) diye uyarmıştı.

“BARIŞA YALNIZCA BARIŞ YOLUYLA ULAŞILABİLİR”

Ursula K. Le Guin kült eseri “Mülksüzler”de, bir ütopyayı yeşertmeye çalışan bir toplumun kurucusu olan kurgusal karakter Odo’dan söz eder. Kitapta, bir kadın lider olan Odo’dan şöyle söz edilir: “Araç amaçtır – Odo bütün yaşamı boyunca bunu söyledi. Barışa yalnızca barış yoluyla ulaşılabilir, yalnız adil eylemler adalet getirebilir!

BARIŞI GETİRECEK OLAN SİLAHSIZ KUVVETLERDİR

Hrant Dink bizim Odo’muzdur, bu toprakların Odo’sudur. Yazdıkları, söyledikleri ile bizlere hep, barışı getirecek olanın silahsız kuvvetler olduğunu söyledi: “Biliyorsunuz bazıları Başkan Bush gibi demokrasiyi ihraç etmek için başka yöntemlerle çalıştılar. Bunun için de bombaları kullandılar. Irak'ı bombaladılar. Onun silahlı kuvvetleri vardı. Ama dünyadaki insanların bir de silahsız kuvvetleri var. O silahsız kuvvetler bizleriz.

Hrant Dink’i koruyamadık, mirasına sahip çıkalım. Türkiye’nin bütün şiddet karşıtları birleşelim ve silahsız kuvvetleri oluşturalım. Kendimiz için, bu ülke için, barış için...

Rakel Dink, o lanetli 19 Ocak 2007’den bugüne yaşadığımız kabusu betimledi:

10 yıldır neler neler oldu. Ah sevgilim. Malatya katliamı, İskenderun, Sevag Balıkçı, Roboski, Gezi Olayları, Suruç, Diyarbakır, Sur, Mardin, Nusaybin, Cizre, Şırnak, Tahir Elçi, Ankara, 15 Temmuz, Maçka, İzmir, Gaziantep, Ortaköy, Havaalanı ve Ortadoğu’daki savaş. Operasyonlar, terör, daha neler neler… Ülke kan gölüne döndü. Kimileri insan kanıyla duş yapmayı arzuladı. Ülkeyi bir karabasan sardı. İnsanlar korkar oldu, nefes alamaz hale geldi. Kişilikler ayakaltına alındı. Onurlar kırıldı, küçümsendi.

Anneler çocuklarını toprağa vermek için doğurmuşlar sanki. Doğumu teşvik ediyorlar, fakat doğanların yaşam hakkını korumayı kimse düşünmüyor. Her gün ve her gece işlenen başka cinayetlerse, iş cinayetleriyse, kadın cinayetleriyse siyasi cinayetten sayılmıyor. Kimse üstüne alınmıyor.

Terörün gücü ve gücün terörü altında, olan yine halklara oluyor.

Bu kabustan uyanmamızın tek yolu var, Hrant Dink’in dilini, hakikiliğini, diyalog ısrarını, şiddet karşıtlığını örnek almak, insan hayatının kutsallığına inanan milyonların silahsız kuvvetlerini harekete geçirmek...

Çünkü şairlerimizin ortak şiirinde dediği gibi:

bir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak

hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz

hrant'tan sonra kokmasın bari ülkemiz

aslında ne türk'üz, ne kürd'üz, ne ermeni'yiz

öyle bir "baba"mız var ki hrant, hepimiz yetimiz!