Türkiye'de tiyatro, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Sanatçılar işlerinden ediliyor, bazı oyunlar yasaklanıyor, engelleniyor. Devlet ve şehir tiyatrolarındaki sansür iddialarına ek olarak pek çok özel tiyatro sanatçısı da otosansür uyguladığını gizlemiyor.

Tiyatrocular üzerindeki baskı özellikle 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde daha da arttı. OHAL'in ardından İstanbul belediyesine bağlı Şehir Tiyatroları'nda 20'den fazla sanatçı, kanun hükmünde kararname (KHK) ya da performans yetersizliği gerekçesiyle işten çıkarıldı.

Diyarbakır kentinde ise bir adım daha ileriye gidildi. Kentin tutuklanan belediye başkanı Gültan Kışanak'ın yerine atanan kayyım geçen yıl 28 yıllık şehir tiyatrosunu kapattı. Oyuncuların sözleşmeleri iptal edildi, bazıları zabıta ya da başka birimlerde görevlendirildi.

DW Türkçe'den Kürşat Akyol'un haberine göre İstanbul Şehir Tiyatroları'nın (İŞT) eski genel sanat yönetmenlerinden yönetmen Orhan Alkaya'ya göre bu sorunlar genel siyasi konjonktürle yakından ilintili. Alkaya, "Medyada, sendikalarda, demokrasinin diğer kurumlarında ne yaşanıyorsa, tiyatroda da o yaşanıyor bugün" diyor.

Aslında bazı tiyatro sanatçıları üzerindeki baskı, 2013 yılında İstanbul'da başlayan ve kısa sürede Türkiye'nin dört bir yanına yayılan kitlesel Gezi Parkı protestolarından sonra kendini göstermeye başlamıştı. Oyuncu Mehmet Ali Alabora, o dönemde Türkiye'nin en büyük bankalarından birinin hemen her televizyon kanalında sıklıkla gösterilen reklam filmlerinin baş karakterini canlandırıyordu. Protestoları destekleyen bir sosyal medya paylaşımının ardından hedef haline geldi. Alabora 2011 yılında kurulan Oyuncular Sendikası'nın temelini atanlardandı.

Akabinde İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği Başkanı Levent Üzümcü'nün ihracı geldi. Gerekçe, Üzümcü'nün Gezi sonrasında İstanbul'da ilk kez toplanan Sosyalist Enternasyonal'de yaptığı konuşma, sosyal medyadaki görüşleri ve basına demeçleriydi.

Darbe girişimi sonrasında İstanbul Şehir Tiyatroları'nda görevden uzaklaştırılan sanatçılardan 10'a yakını kazandıkları mahkemelere rağmen işlerine dönemedi. Yönetmen Ragıp Yavuz bunlardan biri. "12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında da böyle olmuştu, 15 Temmuz'da da böyle oldu" diyor Yavuz. "KHK'yla açığa almadan dikiş tutturamadılar ama, daha önceden açılmış soruşturmalar vardı. Onlar karara bağlandı ve ikinci kez ihraç edilmiş oldum" diye devam ediyor.

TİYATRO'DA 'YERLİ VE MİLLİ' TARTIŞMASI

Türkiye çapında 12 kentte 600'den fazla sanatçı istihdam eden Devlet Tiyatroları da siyasetin baskısı ile karşı karşıya. 15 Temmuz darbe girişimini takip eden haftalarda Devlet Tiyatrolarının eski genel müdürü Necat Birecik, "Vatan bütünlüğüne, birliğine katkıda bulunmak amacıyla sadece yerli oyunlarla sahnelerimizi açıyoruz" açıklaması yapmış ve bu sözler iktidarın çok kullandığı ifadeyle "yerli ve milli" yaklaşımının tiyatroya da yansıdığı tartışmalarına yol açmıştı.

Şimdilik sadece yerli oyunların sahneleneceği açıklaması hayata geçirilmedi, ancak İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Celal Kadri Kınoğlu, yönettiği oyunun "küfürlü olduğu şikayeti" gerekçesiyle programdan kaldırılması üzerine üç ay önce istifa etti.

OHAL'de baskılar özel tiyatrolara da yöneldi. Genç oyuncu Barış Atay'ın tek kişilik "Sadece Diktatör" adlı oyunu 160'a yakın kez sahnelendikten sonra, Ocak ayında önce Artvin, sonra İstanbul ve Ankara'da güvenlik gerekçesiyle yasaklandı. İstanbul'un en çok sahnesi bulunan ilçelerinden Kadıköy'de, polis tiyatroları tek tek dolaşarak yasağı bildirdi.

Yazar Ümit Denizer'in kaleme aldığı, usta oyuncular Rutkay Aziz ile Taner Barlas'ın sahnelediği "Adalet Sizsiniz" adlı oyun, altı sezonda yaklaşık 200 kez oynandıktan sonra bu sene Ankara, Mardin, Urfa ve Antep'te, önceden anlaşma yapıldığı halde tadilat gibi gerekçelerle sahne verilmeyerek engellendi.

Denizer, oyunda tarih boyunca süregiden hukuksuzluklardan bahsedildiğini, ancak Türkiye'yle bir alakası olmadığını söylüyor. "Şunu teklif eden oldu. 'Oyunun adını değiştirin, öyle oynayın' dediler. Değiştirmedik, onlar da salonu açmadı" diyor.
Tüm bunlar, özel tiyatroların repertuarlarını, tiyatro anlayışlarını da etkiliyor. Pek çok oyuncu ve yönetmen, "Başıma bir iş gelir mi?" endişesiyle otosansür uyguluyor. Bazıları bunu inkar etmiyor.

İstanbul'da adı "Küçük Salon" gibi, 35-40 kişilik bir sahnede yenilikçi ve deneysel oyunlar sergileyen yönetmen Emre Tandoğan, bunlardan biri. Tandoğan, "Söylediklerinizden otosansür uyguladığınız sonucunu çıkarabilir miyiz?" sorusunu, "Kesinlikle çıkarabiliriz. Ne kadar karşısında olsam da farkında olmadan, mutlaka uygulamışımdır. Bu, istemeden işliyor kimliğinize" diye yanıtlıyor.

İŞSİZ KALMA KORKUSU

Özel tiyatro sanatçılarının en büyük kaygısı, sahnelerinin kapanabileceği ya da oyuncularının geçimini büyük oranda sağladığı dizilerde, gişe filmlerinde yer bulamayabileceği düşüncesi.
Erdem Akakçe, geçen yıl 11 ayını işsiz geçiren oyunculardan. "Bunun siyasi konjonktürle ilgili olduğunu düşünmek istemiyorum" diyor. "Ama" diye ekliyor, "iki kardeş koalanın maceralarını oynasam, birileri bundan rahatsız olabilir ve benim bir oyuncu olarak devam edememe ihtimalimi doğurabilir."

1980 darbesi döneminde ihraç edilip sonradan görevine dönen yönetmen Orhan Alkaya, tiyatroda bugün o dönemden farklı olarak daha fazla korku ekseni gördüğünü söylüyor. Bundan endişeli ama, umudunu koruyor:

"2008 yılında 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi’ni ben kaleme almıştım. Orada söylemiştim: 'Tiyatro ümitsizliğin reddidir, çünkü oyun daima başlar.' Sonuç itibarıyla, bütün sıkıntılara karşın yola devam edilecek."