ABD ve Avrupa ülkelerinin mülteci krizinin dışında kalmak için Türkiye'yi kullandıklarını söyleyen İşleyen, “Bu krizin sorumlusu iktidar, yanlışı ise muhalefet. Bu da bir çıkışsızlık anlamına geliyor. Türkiye’de mülteci krizinin kaynağında AKP iktidarının Suriye iç savaşında emperyalizmin dümen suyunda izlediği cihatçı iç savaş siyaseti var” dedi.

Türkiye Sol’u temsilcileri, mülteci sorununu değerlendirdi. SOL Parti, TÖP, Devrimci Parti ve ESP temsilcileri, Gazete Duvar’dan Hacı Bişkin’e konuştu.

Ukrayna Rusya savaşı sonrası mülteci meselesinde ikiyüzlü bir politikanın da ortaya çıktığını belirten İşleyen, hem iktidarı hem de muhalefet partilerini eleştirerek şu açıklamalarda bulundu:

“Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından birisi de mülteci krizi. Bu krizin sorumlusu iktidar, yanlışı ise muhalefet. Bu da bir çıkışsızlık anlamına geliyor. Mülteci krizi 21. yüzyılda emperyalizmin, derin eşitsizlik ve yoksullaşmanın yanında iklim krizinin de tetiklediği bir göç dalgası var. Krizin kaynağı olan ABD ve Batı, sınırlarına duvarlar örerek ya da Türkiye gibi kimi ülkeleri tampon ülke haline getirerek kendisini bu krizin uzağında tutmaya çalışıyor. Öte yandan Ukrayna işgali sonrasındaki iki yüzlülük de ırkçılıkla birlikte bir insanlık kaybının ne kadar derinleştiğini ortaya koyuyor. Afganistan’dan Suriye’ye varan emperyalist müdahale süreçlerinden bağımsız bir mülteci krizi tartışılamaz.”

“Türkiye’de mülteci krizinin kaynağında AKP iktidarının Suriye iç savaşında emperyalizmin dümen suyunda izlediği cihatçı iç savaş siyaseti var” diyen İşleyen şöyle devam etti:

“Bu uğurda ülkenin sınır politikasını 2011 itibariyle sıfıra indirerek kontrolsüz bir göç siyaseti uygulandı. Bu siyasetin sonucu olarak AKP cihatçı terörü bir iç politik mekanizma haline getirdi, 2015 ve 2016 yılında yaşanan cihatçı saldırıların temelini döşedi. 10 yılı aşkın zamandır süren iç savaşın sonunda başta ABD olmak üzere Suriye büyük güçlerin etkinliği altında büyük oranda parçalanmış durumda. Bu da mülteci krizinin kaynaklarını sıcak tutmaya devam ediyor. AKP iktidarı açısından bu düzensiz göç politikası kuşkusuz ki bir yanıyla bölgeye yönelik bir cihatçı güç merkezi oluşturmanın parçası. 8 milyonu bulan sığınmacı sermaye için de bir ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Öte yandan da AKP iktidarı mültecilerin Avrupa’ya geçişlerinin engellenmesi karşılığı, AB’den gelecek fonlara heveslenip mültecileri bir pazarlık kozu olarak kullanıyor.”

ÖZDAĞ'IN YÜRÜTTÜĞÜ IRKÇI SİYASET

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın mülteciler konusundaki ırkçı söylemlerinin iç çatışmalara neden olduğunu belirten İşleyen, çözüm önerileri için de şunları söyledi:

“Muhalefet ise farklı tonlara sahip olmakla birlikte emperyalizmin ve AKP’nin sorumluluklarına, krizin kaynaklarına bir eleştiri getirmeksizin doğrudan milyonlarca yoksul sığınmacıyı hedef tahtasına koyuyor. Farklı ulusları aşağılayan, ırkçı söylemler yaygınlaşırken sosyalistlerin dışındaki tüm muhalefet de bunu besliyor. Hükümetin mültecileri oy deposu olarak görmesi de bu eğilimleri körüklüyor. Son günlerde Ümit Özdağ’ın yürüttüğü ırkçı faşist siyasetle ortaya koyduğu o “otobüs” Türkiye’yi bir çözüme değil ancak bir iç çatışma zeminine de götürür. Bu düşmanlaştırma üzerine kurulu bir dilin çözüm olmayacağı açık bir şey. Avrupa’nın Türkiye’yi bir mülteci krizinden koruyacak bir kalkan olarak kullanmasını, ABD’nin yıkım politikalarının insanları yurtsuzlaştırılmasını teşhir etmek gerekiyor. Bölgede emperyalizme karşı bir barış siyasetinin sonucunda gönüllü olanların yurtlarına dönüş yolu açılabilir. Bunun için Suriye’nin yeniden inşası için uluslararası dayanışmanın geliştirilerek Suriyelilerin eve dönüş koşullarının yaratılması gerekiyor. Öte yandan da Suriye savaşının on birinci yılında Türkiye’de doğan büyüyen yeni kuşak sığınmacıların laik, demokratik ve kamucu temelde bir entegrasyonunu sağlayacak, milyonlarca çocuğun ucuz iş gücü olarak sömürülmesinin önüne geçecek bir politika da buna eşlik etmeli."

İşleyen son olarak şöyle devam etti:

"Türkiye ekonomisindeki derin krizle birlikte işsizliğin ve yoksulluğun yaygınlaşması da yabancı uyrukluların günah keçisi ilan edilmesinin koşullarını yaratıyor, düzen muhalefetini de bu körüklüyor. Bu da aslında suçu iktidarın dışında taşıran ikili bir yanlış anlamına geliyor. Bu anlamda hem insani düzeyde tüm halkların sorunlarına sahip çıkan, emekçiler arasındaki düşmanlığı körüklemek yerine okları sorumlu olan iktidara yönelten bir sol muhalefet çizgisinin mülteci krizinde de geliştirilmesi büyük ihtiyaç.”

‘KRİZİN ÇÖZÜLEMEDİĞİ HER DURUMDA FAŞİST POLİTİKALARLA REAKSİYON ORTAYA ÇIKIYOR’

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, parti olarak ırkçı söylemlerin ve eylemlerin karşısında olacaklarını ifade ederek şu açıklamalarda bulundu:

"Mülteci meselesi dünyanın yaşadığı ekonomik krizin derinleşmesinin sonuçları. Ortadoğu ve Afrika’dan insanların kaçması ucuz iş gücü ve sömürüyü oluşturuyor. Bu krizin çözülemediği her durumda faşist söylemler ve faşist politikalarla bir reaksiyon ortaya çıkartıyor. Bugün yaşananlar bundan bağımsız değil. İnsanın en temel hakkı olan yaşam hakkına bile saygı duyulmuyor. Türkiye ve dünyada da bunun en doğal hali yaşanıyor. Biz sosyalistler enternasyonel olmanın gereği olarak amasız fakatsız yaşama hakkının yanındayız. Mültecilere karşı bu ırkçı söylemlerin karşısındayız. Festus Okey’in öldürülmesinde de partimiz özel bir tutum sergiledi. Partimiz halkların eşitliği ve birliğini esas alıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun insanlar eşit haklara sahip olmalı. Irkçılığa karşı ve nefret söylemi üreten faşist partilere karşı bir mücadele yürütüyoruz. Süleyman Soylu ve onun temsil ettiği Cumhur İttifakı, Millet İttifakı ve söylemleri kabul edilemez. Partimiz bununla mücadele eden bir çizgide bulunuyoruz. Dünyadaki tüm insanların bütün insan haklarına ve özgürlüklerine sahip olması gerektiğinin altını çiziyoruz.”

'ŞİDDETİN ÖNÜNÜ AÇIYORLAR'

Toplumsal Özgürlük Partisi sözcüsü Perihan Koca ise savaş politikalarının milliyetçiliği körüklediğini söyleyerek demokratik çıkış yolu bulmanın gerekli olduğunu ifade etti. Koca şunları dedi:

"Irkçılık ve faşistleşme bir bütün olarak tüm iktidar bloğu bileşenlerinin derinleşen krizler karşısında mutabık oldukları bir imdat freni görevi görüyor anlaşılan. Kimse nereye gidiyoruz diye sormuyor, herkes gidilmekte olan yolda mutabık görünüyor. Kendilerince haklılar çünkü derinleşen krizler bütün düzeni tehdit ediyor. Demokratik bir çıkış yerine elbette karanlık ve sert bir rejimi tercih edecekler. Bu çerçevede şiddetin önünü açıyorlar. Sessizlik ve teşvik politikaları ile şiddeti serbest bırakıyorlar. Bakmayın birbirlerine efelendiklerine. Ekonomik ve siyasal krizlerin üzerini örten bu tehlikeli örtü hepsi için işlevsel bir görev görüyor. İçeride ve dışarıda savaş politikalarıyla ırkçılık ve milliyetçiliği alabildiğince körükleyerek toplumun sinir uçlarıyla oynuyorlar. Elbette birbirleriyle didişmeleri de gerçekliğe dayanıyor."

'DEVLET İÇİ TÜM FRANKSİYONLAR HAREKETE GEÇTİ'

Koca, "Aynı anda içerisinde konumlandığımız olağanüstü siyasal zeminin aktörleri artarak sahnedeki yerini alıyor" dedi ve ekledi:

"Ana akım resmi muhalefetin özneleri olan düzen güçleri de devletin ve sistemin restorasyonu ufkuyla hamlelerini hızlandırıyor. Bunun için de devletin içinde bulunduğu kriz gerçekliğinde krizin tamiratına talip olurken, devlet içi tüm fraksiyonların harekete geçtiğini görüyoruz. Devletin bekasının yeniden tesisi için devletin bekası söylemini diriltme çabasına girişmiş vaziyetteler. Bu açıdan düzenin farklı aktörlerinin göç politikasını kaldıraç olarak kullanarak, ana omurgasına göçmen-mülteci düşmanlığını yerleştirdikleri bir siyasi çizgide ısrar ediyorlar. Gayet bilinçli bir politikayla ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizm savaş dilinde ısrar edilerek geri çağrılıyor."

Krizlerin, mülteci düşmanlığıyla unutturulmaya çalışıldığına dikkat çeken Koca şöyle devam etti:

"Nefret söylemleriyle, göçmen ve mülteciler bizzat egemen siyasetin temsilcileri tarafından hedef gösteriliyor, provokatif saldırılara hatta daha da ötesinde linç ve pogromlara zemin hazırlanıyor. Düzen siyasetinin özneleri, ekonomik krizin ağırlaşan basıncının altında ezilen işçi sınıfında, halkta biriken öfkeyi ana muhatabından, yani sermayeden uzaklaştırarak, emekçi sınıfları birbirine kırdırma hamlesi yapıyorlar. Derinleşen krizlerin üstünü mülteci düşmanlığı ve ırkçılık ile kapatmaya çalışıyorlar. Özdağgiller ve türevleri ise bu sürecin ekmeğini yemeğe çalışıyor. Devletin bekası propagandasını yeniden işlevli kılmak için mültecileri araç olarak kullanıyorlar. Sistemin restorasyonu için halk güçlerinin öfkesini soğurup sistem içi kestirerek, halkı restorasyonun dolgu malzemesi yapma zeminini mülteci düşmanlığı ile zorlanıyor. Irkçılık tehlikeli bir şey ve her an bir provokasyonla ortalık karıştırılabilir."

'TOPLUMA İYİ ANLATMAMIZ GEREKİYOR'

'Provokasyonların önüne nasıl geçilir?' Koca'nın bu soruya yanıtı şöyle:

"Bunun önüne geçmek için en az ırkçılığı pompalayan odaklar kadar cesur olunmalı. Bu psikolojik üstünlüğe son verip gerçek sorunu odağa koyan politika ve söylemlere ihtiyacımız var. Irkçı politikalara geçit vermemek birlik dayanışma ve mücadeleyi öne çıkarmak yaşamsal bir önem taşıyor. Emekçilerin savaşı bu sermaye düzenin ta kendisiyledir. Sermayenin somut hareketinin doğal bir sonucu olan göçün nedenlerini topluma iyi anlatmamız gerekiyor. Savaşlar ve iklim değişikliği doğrudan sermaye düzeninin birer zorunlu sonucu. Sermaye büyüdükçe bu olgular yayılıyor ve derinleşiyor. Antikapitalist mücadele bu işin tek köklü çözümü. Krizdeki bir ülkenin bu kadar büyük bir göçmen nüfusu kaldırıp kaldıramayacağına dair kaygıları da anlamakla birlikte, bu şu anda tartışma konusu olamaz. Çünkü bu yöndeki her söylem şaka değil, faşizmi güçlendiriyor."

'MÜLTECİ DÜŞMANLIĞI SİSTEMİN KODLARINDA MEVCUT'

Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Burcugül Çubuk ise mülteci gündemine ilişkin şu açıklamalarda bulundu:

"Emperyalist-kapitalist dünyada savaşlar, göç yolları, krizler onun kendi iç dinamiklerinin ürünü. Haliyle savaşlar, göçler, krizler kaçınılmazdır diyebiliriz. Türkiye de kapitalist bir ülke olarak bu dünyanın/sistemin önemli parçalarından biri. Doğrudan Türkiye’nin ve onun bugünkü yürütücüsü olan AKP-MHP faşizminin örgütlediği, yürüttüğü ve taraf olduğu egemenlik savaşlarının sonucudur mültecileşme. Mültecileşmeyi yaratanlar ile mülteci yığınlarından çıkar sağlayanlar, sömürgeci hedeflerle halklara saldıran emperyalistler ve taşeronları. Bu yönüyle baktığımızda -Türkiye açısından da- mülteci düşmanlığının sistemin kodlarında mevcut olduğunu görüyoruz."

"Son dönemde Ümit Özdağ gibi figürler üzerinden yükseltilen şovenist-mülteci düşmanı söylemler, mevcut iktidarın eksik-yanlış mülteci politikalarının bir sonucu değildir" diyen Çubuk şöyle devam etti: "AKP-MHP faşist iktidarı içerisinde bulunduğu çok yönlü krizi aşmak ve eriyen kitle tabanını konsolide etmek amacıyla bizzat bu yönelimin örgütleyicisi konumunda. Kadınlara yönelik erkek-devlet şiddetinin giderek arttığı, kazanılmış haklarının gasp edildiği; işçi düşmanı uygulamaların yasalarla güvence altına alındığı, işçi-emekçi kitlelerin kriz ve yoksulluk sarmalında yaşadığı bir süreçte faşizm ve onunla aynı çıkarlara sahip düzen-içi muhalefet, Kürdistan’a yönelik işgal saldırıları ve mültecilere yönelik şovenist söylem ve saldırılarla bir tehdit algısı oluşturuyor ve bir ‘düşman’ figürü yaratıyor."

Mültecilerin pazarlık konusu haline getirildiğini belirten Çubuk şöyle devam etti:

"Böylelikle mevcut kriz durumunda kendi sorumlu pozisyonunu gizlemeye çalışıyor. Mülteciler bir yandan ülkelerindeki savaşın tarafı olan AKP-MHP faşist iktidarı tarafından dış politikada pazarlık malzemesi haline getirilirken bir yandan sermaye ucuz işgücü olarak sömürüyor. Soylu da bunu itiraf etti zaten. Türkiye’de kriz derinleşerek sürerken iktidar ve düzen içi muhalefet; yoksullaşan işçi-emekçilere krizin müsebbibi olarak mültecileri işaret ediyor ki öfke sisteme yönelmesin, ezilenler karşı karşıya gelsin, birlikte mücadele etmesin, düşmanlaşsın."

'MÜLTECİ SORUNU YERİNE SÖMÜRGECİ POLİTİKALAR...'

Devrimci Parti olarak, 'mülteci sorunu' yerine 'sömürgeci politikalar' demeyi daha uygun bulduklarını söyleyen Çubuk, şöyle konuştu:

"Bugün milyonlarca insanın göç edip bu ülkeye geldiğini söyleyenler neden göç etmek zorunda kaldıklarını gündeme getirmiyor, hatta bu nedenin gizlenmesi için ortaklaşa içindeler. Abartısız bütün mülteciler Türkiye'nin doğrudan ordu ve kendisine bağlı cihadist örgütlerle işgal etmeye ya da emperyalistlerin işgaline ortak olmaya/taşeronluğunu yapmaya gittiği ülkelerden. Sebep emperyalist-kapitalizm. Çizilen sınırların, o sınırlara dikilen duvarların, çekilen çitlerin, döşenen mayınların sonucudur bütün bu yaşananlar. Halkları uluslarına, renklerine, inançlarına göre ayrıştıran, ayrıştırarak yönetebilir hale getiren bu düzenden kurtulmak mülteci sorununu da çözecek."

Çubuk son olarak şöyle devam etti:

"Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünyayı hedefliyoruz. Ve bugün başta AKP-MHP faşizmi olmak üzere halklara düşman bütün egemenlere karşı mültecilerle ortak mücadeleyi kurmayı hedefliyoruz. Mülteciler düşmanımız değil; yaşamlarımıza yönelen tehditler hiç değildir. Onlar bizim mücadele yoldaşımızdır. Ortak düşmanımız ise egemen sistem ve onun yürütücüsü iktidarlar, devletlerdir. Halkların birlikte sermayeye ve onun devletine, faşizme karşı savaşını örgütlemek gerektiği bilinciyle birleşik mücadeleyi sahipleniyoruz. Enternasyonalist bilinçle ülke içinde ve dışında geliştirilen ırkçılığı-mülteci düşmanlığını kabul etmiyoruz."