Zamanı geldi! Artık bu sisteme bir isim koymamız gerekir. Bu işi bari dış güçlere bırakmayalım. Bu isim niye “Türkiye Reisliği” (TR) olmasın? Zira asla bir demokrasiye olmadığımız ve olamayacağımız ortada. Kurucu önderimiz M. Kemal Atatürk’ün muhalefet partisi kurdurttuğu ve kapattırdığı deneme dönemleri de dâhil olmak üzere, Türkiye hiçbir zaman demokrasiye geçemedi, belki geçme derdinde de olmadı. Son 16 yıldır ise bunu doğrusu hiç istemedi ve 24 Haziran itibariyle bu ‘ihtimalden’ tamamen vazgeçti. İsmet İnönü'nün Adnan Menderes'e ve Deniz Baykal'ın Recep Tayyip Erdoğan'a Türkiye siyasi iklimini altın tepsiyle sunmaları, evet, çok çok farklı neticeler doğurdu. Gerçi bu tepsi sunumu ve ön açma olmasaydı, Türkiye bir demokrasi olmazdı. Aynen şu anda olamadığı gibi... Türkiye Reisliği ülkemizin yönetim biçimine ‘cuk’ oturan bir kavram. Zarfa değil mazrufa bakmalı aziz dostlarım. Yönetim biçimleri ve bunların adlandırmaları zamanın değişen koşullarına ve coğrafi durumlara, ülkelerin ve milletlerin yapılarına göre her zaman farklılık göstermiştir. Bir Britanya Krallığı veya Umman Sultanlığı ya da Birleşik Arap Emirliği var da, Türkiye Reisliği niye olmasın? Ve ne diye biz kendimizi bundan mahrum edelim?

Türk tipi veya Türk usulü denilen Başkanlık Sistemi (uzun adıyla “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”) baştaki kişiye değil Cumhuriyet dönemi, Osmanlı’nın son 200 yılındaki padişahların dahi sahip olmadığı yetkiler bahşediyor. Osmanlı Devletinin Batılılaşmaya ayak uydurarak idaresinde birtakım değişiklikler ve ıslahatlar yaptığı son döneminde, artık Osmanlı Sultanı alacağı herhangi bir kararda kardeşlerini, çocuklarını, validesini, tebaasını, vekilleri, vezirlerini, veziriazamı, şeyhülislamı, diğer din mensuplarının liderlerini, önde gelen Yahudi ve Ermeni tüccarları ve loncalarını, askeri, orduyu ve ordu içerisindeki hizipleri, cemaatler, tarikatlar ve bunların liderlerini tek tek ikna etmesi gerekiyordu. Asla ‘astığım astık, kestiğim kestik’ formatında bir Osmanlı padişahlığı kalmamıştı. Bunun yanında, en yakınındakiler tarafından öldürülme, zehirlenme, hapsedilme ve delirtilme tehdidi altında oldukça huzursuz bir hayat yaşıyorlardı.

Öte yandan, halen Avrupa’da pek çok ülke resmi adlandırması bakımından “Krallık” olarak görülüyor. Oysa tam demokrasiye geçişle birlikte idari yetkilerini parlamentoya ve hükumete devretmiş durumdalar. Zira ‘zamanın ruhu’ bunu gerektirdi. Artık mesela bir Britanya Kraliçesi, sörleri, dükleri, düşesleri ve prensleri, sadece halka ihtişamlı tarihlerini anımsatan saraylarda belirli kraliyet bütçeleri ile yaşayan magazin figürlerinden ibarettir. Diğer yandan, Oxford mezunu Bhutan kralı halkını zorlaya zorlaya demokrasiye geçirmeye ve ikna etmeye gayret etmektedir. Türki cumhuriyetlere baktığımızda, giderek daha otokrat haline gelen rejimler olduğu gibi, başkanlık sistemlerinin yetkilerini daraltma yoluna giden devletler de görülmektedir.

Rusya’daki durum zaten tamamen kendisine özgüdür. Sınıflandırmaya yönelik çalışma ve araştırmalarda “Süper yetkili Cumhurbaşkanı olan Yarı Başkanlık Sistemi” tanımı yapılabilmektedir. Bizdeki gibi, ‘kişiye özel’ geliştirilmiş bir sistemdir. Zira adı “yarı başkanlık” olsa da, Başkanlık sistemiyle kıyaslanamayan çoklukta ve bollukta yetkilere haizdir. Rusya’nın ilk devlet başkanı olan Boris Yeltsin zamanında yaşanan kaos halkı buna zorlamış veya ikna etmiştir diye de düşünebiliriz. 2000 yılından bu yana Vladimir Putin Rus ulusunun ‘babası’ konumunda. Rusya gibi federal bir devlet yapısına sahip bulunan Hindistan da çok partili parlamenter sistem ile yönetilmektedir. Parlamentonun “Eyaletler Meclisi” ve “Halk Meclisi” olmak üzere iki kanadı vardır. Siyasi partiler de “Ulusal Partiler” ve “Eyalet Partileri” olarak iki gruba ayrılmaktadır. 1947’de bağımsızlığını kazanan Hindistan, halen İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir.

Baştaki sav ve teklifimize dönecek olursak, yönetim biçimimizi ister Reislik olarak değiştirelim, istersek buna yanaşmayalım, artık hepimiz Türkiye’de Cumhurbaşkanı konumunun gayet Tanrısal bir anlam kazandığının, gerek bireysel düzlemde gerekse toplum olarak, açık ve net bir şekilde farkındayız. Eski başbakan ve cumhurbaşkanlarından Demirel’e “baba” diye hitap ediliyordu, Erdoğan’a ise “Reis”. Yeni yeni ‘usta” olarak da hitap edilmeye başladı ki bu bize halkın onu “aklımızın ermediği işleri çözen özel kişi” olarak gördüğünü gösteriyor. Demokrasiyi geçmişte bir ‘araç’ ve bir ‘tren’ olarak tanımlamış bulunan Erdoğan’ın tarzı hiç alışık olmadığımız bir yönetim üslubu içeriyordu. Öyle ki, Evren, Özal ve Demirel’i sert ve müstebit/baskıcı olarak gören kitlelerin fikri hızla değişti, dönüştü. Toplum şaşkındı, yutkundu, gür sesli celladının bıçağını yaladı. Önce biraz tökezlese de ‘Yeni Türkiye’ yapısını itirazsız kabul etti, Türkiye’nin CEO’sunu, Reis’ini seçti! Ne diyelim; “Allah yâr ve yardımcımız olsun”. En kalbî teessüflerimle...