Türkiye son zamanlardaki politikalarıyla tabiri caizse pimi çekilmiş bomba gibi. Her yanlış bir başka yanlışı tetikliyor ve her an biraz daha akıl dışı yola sürükleniyor.

Akıl dışılık en evvel Kürt sorununa bakış açısının yol ve yöntemleriyle kendisini gösteriyor. "Biz kaybetsek bile Kürtler kazanmasın" mantığı bütün bu uğursuzlukların mihenk taşı konumunda.

Her yanlış bir hataya sürüklerken, her hata da yeni bir entrikanın denenmesiyle sonuçlanıyor. Suriye politikasının yanlışlığı, IŞİD terörünü desteklemek gibi akıl dışı bir hataya sürükledi Türkiye'yi. Bu akıl dışı hata da Rusya'nın uçağını düşürme entrikasıyla sonuçlandı.

Peki Türkiye bütün bunları niçin yapıyor?

"Küçük bir Kürt kentine 10 bin askerle taarruz harekâtı başlatan politik zekâsızlık bu nedenlerin bir tanesidir."

Şimdilerde yeni ve çok daha tehlikeli bir entrika sahneye konuluyor. PKK’ye ağır bir darbe indirme planı yapan hükümet, 10 bin kişilik orduyla kentleri ablukaya almakla sınırlı kalmayan aynı zamanda Barzani yönetimiyle işbirliği içinde Kandil’e büyük bir askeri harekât yapmak niyetinde.

Bu bağlamda çok ciddi duyumlar var. Hatta Türkiye'nin bu amaçla Irak Kürdistanı’na binlerce asker sevk ettiği söyleniyor.

Barzani ve Türkiye arasındaki ilişkiyi "al takke ver külah" şeklinde zikredenler, yanılıyor olabilirler mi?

Türkiye hiçbir etkisinin olmadığı Musul vilayetini, olası bir bağımsızlık ilanında Kürdistan'a katma sözüyle Barzani yönetiminden PKK'ye operasyon için vize almış olabilir mi?

Bu tür haberlerin maksatlı olarak medyaya servis edildiğinden hiç şüphe yok. Bu yolla amaçlanan şey ise hepimizin malumu. Kürtlerin ittifak kurmasının önüne geçmek, böylece Kürtlerin siyasi kazanımlarını berhava etmek. Amaçlanan budur. Türkiye çok iyi biliyor ki Kürtleri güçsüz kılmanın yolu aralarına nifak sokmak suretiyle bölmektir.

Sünni cihadist bir siyasi anlayışla ittifak kurmanın pek hayırlı sonuç vermeyeceğini Barzani hükümetinin fevkalade bildiğini düşünüyorum. En azından son bir iki yıllık pratikler böyle bir ittifakın mümkün olmayacağını gören gözlere alenen göstermiş oldu.

Sünni cihadist politikaların vardığı son nokta IŞİD barbarlığıdır. Kaçırılıp, derdest edilen binlerce Ezidi Kürt kadınıdır. Rojava bölgesinde kanla sulanan topraklardır. Kafası kesilen insanların korkunç feryadı, Şengal dağlarında susuzluktan ölen çocukların bitimsiz acısıdır.

Türkiye'nin böyle bir harekâtı gerçekleştirmek için her türlü entrikaya girişeceği malum. Bunun için en "kullanışlı" müttefik olarak Barzani hükümetini gördüğü de... Ancak "bağımsız Kürdistan" hayalini her platformda dile getiren Mesut Barzani'nin Kürtleri parçalamak amacı taşıyan bu korkunç savaş planını bertaraf edeceğine inanıyorum. Barzani hükümetinin sahadaki PKK ve PYD ile siyasi çekişmeleri her ne kadar düşman saflarında alkış alacak boyutlara ulaşsa da, bunu bir adım öteye taşıyıp karşılıklı savaşa dönüştürmek her iki tarafı da bitirecek konjonktürel gerçekliği bünyesinde barındırdığı için mümkün olmayacaktır.

Bağımsız Kürdistan için güçlü bir "bölge" değil, askeri ve siyasi ittifakı mukavim kılmış güçlü bir Kürt ittifakı elzemdir.

***

Türkiye, Rusya'ya toslayan kof kabadayılığının hezimetini unutturmak için iç politikada daha evvelce başlattığı savaşı daha ileri boyutlara taşıma niyetini son bir hafta da göstermiş oldu.

Bu noktada Ahmet Altan'ın her defasında vurguladığı gibi bana göre de AKP'nin şiddeti artırmak ve sürdürülebilir kılmak dışında bir yolu yok. Geriye dönüşün kendileri açısından çok daha maliyetli olacağına inanıyorlar.

Trabzon'da Öcalan'ı idam etmek istiyorum diyerek kalabalığı coşturan, bir hafta sonra masaya oturan Erdoğan pratiğini göz önüne alırsak yarın öbür gün pekâlâ savaşa son verip "hadi kaldığımız yerden devam edelim" diyebilirler ancak Kürtler açısından dönüş o kadar kolay olmayacak gibi.

AKP, bu korkunç orantısız savaş kartıyla sadece Kürtlerin umutlarını yok etmekle kalmadı, Öcalan'ın savaşa ve müzakereye dilediği gibi yön verme koşullarını da tahrip etmiş oldu. Bu tahribat derin boyutlara vardığı için Öcalan'a tecrit uyguluyorlar.

Akıldan ve sağduyudan yoksun bu politikaların üç temel unsura dayandığını düşünüyorum.

Bunların ilki "başkanlık" hayalini sonlandıran Demirtaş ve HDP faktördür. Seçimlerin hemen akabinde bir bahaneyle savaşın başlaması, HDP’yi Kürt sorunu denkleminden çıkarma arayışı bunun kanıtıdır.

İkinci husus Rojava'da Türkiye'nin engelleyici bütün girişimlerine rağmen Kürtlerin elde ettikleri kazanımlardır. IŞİD çeteleriyle sınır komşusu olmayı kaygısız kabul etmeleri de Kürtleri düşman gören politik körlüğün neticesidir.

Üçüncü ve en önemli husus bana göre Öcalan'ın mümtaz duruşundan umduklarını bulamamalarıdır. AKP hükümeti Öcalan'dan Rojava için dilediğini alamadı. PKK'nin koşulsuz çekilmesini, HDP'nin AKP'ye lokomotif olmasını sağlayacak kesin talimatları da almadı. Bunları alamadığı gibi Öcalan'ın hemen her görüşmede Ulusal Kürt Konferansı için Mesut Barzani'nin liderliğine atıf yapması, siyasi mülâhazaların nihai hedefleri engelleyecek boyutlara varmaması konusunda yapıcı uyarılarda bulunması AKP'nin böl yönet politikaları için sarsıcı oldu.

Türkiye açısından umulan olmadı... Bütün oyunlarına rağmen Kürtler IŞİD tehlikesini bertaraf etti. Kürtlerin Irak'tan sonra Suriye'de de siyasal statüye koşar adım ilerlemesi Türk milliyetçiliğinin kâbusu oldu. Türkiye bunu engellemek üzerine dış politikasını inşa etti. Ama gelinen noktada bunu engellemeyi başaramadığı gibi bu ırkçı politikasıyla Kobani nezdinde "Kürt ulusal bilincinin" belirginleşmesine katkı sağladı.

Şimdi bir taraftan Cerablus üzerinden Kürtleri pasifize etme çabaları, bir taraftan Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani'nin dostluğunu Kürtleri ayrıştırmak için kullanma girişimleri yürütülüyor. Bunun başarı şansı yoktur.

Dört tarafı ulusal devletlerle çevrelenmiş, dört parçaya bölünmüş Kürtlerin yaşamak için bir ve beraber olmak dışında seçenekleri yok. Bu bilinçle hareket etmeleri yaşamak için tek yol.