Lübnanlı tanınmış yazar Amin Maalouf bir eserinde şöyle der; “Ortadoğulu olmak, her şeye üzülmek ama hiçbir şey yapmamak, hiçbir şeyle ilgilenmemek demektir...” İşte tam da biz, bizim nezih, üzgün ve atıl toplumumuz. Bir yandan da sürekli olarak ne kadar içten, sıcakkanlı ve güven dolu bir millet olmakla övünürüz, lakin “Tanımadığınız bir insana güvenir misiniz?” sorusuna Türkiye’de olumlu cevap %12 oranında verilirken, Danimarka’da %70’in üzerinde. Hatırlanacak olursa, bizim memleketimizde Batılı, Avrupalı ve özellikle de İskandinav insanları soğuk, güvensiz ve dinsiz bilinirler. Kendimizi öve öve ve dış dünyaya kapana kapana geldiğimiz nokta ortada.

ABD ile yaşanan ekonomik etkili siyasi kriz ve krizler sonrasında (malum dış güçlerin oyunu ile) dövizin 2-3 katına çıkması neticesinde, son bir senede Türkiye’nin özel sektörü toplamda 320 milyar lira sırf kambiyo zararı yazdı. İstanbul Sanayi Odasının ilk 500 listesindeki şirketlerin toplam yıllık kârı ise 50 milyar lira. Yani nereden baksanız 5-6 senelik kazanç bu tuhaf Brunson davası, Halkbank atışması gibi olaylar ile harcanıp gitmiş. Artık şirketler, firmalar, teşebbüsler borçlarını çevirmek için bankalardan kredi almaya çalışıyorlar, yeni yatırım yapmak için değil. Bankalar da doğal olarak donuk (batık) kredi oranları daha fazla yükselmesin diye yeni kredi vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

15 yılda toplamda yaklaşık 157 milyar dolar dış borç faizi ödemişiz. Ekonomimiz ile ek döviz geliri yaratamadığımız için, bunun da büyük kısmı dışarıdan yeni borç bulunarak karşılandı. En son geçen sene yeni bir rekor kırmak suretiyle, tam 13,7 milyar dolar dış borç ‘faizi’ ödemiş durumdayız. Bu artışın bir sebebi de, 2012-2013 yıllarında özellikle Kamu Özel İşbirliği “KÖİ” veya Sayın Erdoğan’ın yüksek iktisat bilgisi nedeniyle sık sık tekrarlamayı sevdiği İngilizce kısaltmasıyla “PPC” (Public and Private Collaboration) projeleri için alınan borçların geri ödemelerinin başlamış olmasıdır.

Bu yıl döndürmemiz gereken 190 milyar dolar borcumuz bulunmakta, en az 20 milyar dolar cari açığı da eklersek, 210 milyar dolar eder. Toplam dış borcumuz ise 460 milyar dolar, yani yarım trilyon dolara yakın. Her ne kadar yeminler edilse, sözler verilse de, 1 Nisan sonrasında IMF’ye gitmemek mucize olacak. Ekonomistlerimiz yaygın olarak Türkiye’nin acil olarak 50-60 milyar dolara ihtiyacı olduğunu ve ‘yatırım yapılamaz’ nitelikte ve derecedeki kredi notlarımızdan dolayı, böyle bir finansmanı IMF’den başka hiçbir kurum ve kuruluştan temin ve tedarik edemeyeceğimizi sürekli ifade ediyorlar.

Diğer yandan, yıllık enflasyon oranımız %21 iken, Diyanet’in bütçesi %35 arttırıldı. Ödeneği ise 7,7 milyar liradan 10,5 milyar liraya çıkarıldı. Bu da Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığının bütçesinin 5 katı ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesinin %40 fazlası eder. Demek ki ulusça en çok dine ve diyanete ihtiyacımız olan günlerden geçmekteyiz... Belli ki gerçeklerimizle yüzleşmekten daha kolay ve konforlu bir yol olarak görülüyor ve tespit ediliyor. TÜSİAD’dan Özilhan’ın da hatırlattığı Çin atasözünde denildiği gibi; “Susuzluğu gidermek için, zehir içilmez”.

Neredeyse 500 gündür kesintisiz cezaevinde ve tecritte tutulan Osman Kavala’nın iddianamesi nihayet hazırlandı. Kavala ile birlikte 16 kişi için Gezi olaylarındaki rolleri nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet istendi. Yani idam cezası kaldırılmamış olsaydı, idam ile yargılanacaklardı. Bunun üzerine Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic istenen ceza karşılığında “dehşete düştüğünü”, bunun Türkiye’nin Avrupa’nın insan hakları değerlerinden ne kadar uzaklaştığını gösterdiğini belirtti.

Bir taraftan Bahçeli ve diğer taraftan Erdoğan günde birkaç kere yaptıkları konuşmalarda ve halka seslenmelerde “beka meselesini” gündeme getirerek, yerel seçimlerde yeniden Cumhur İttifakına oy vermemeleri durumunda, ülkeyi karanlık günlerin beklediğini tekrarlıyor ve vurguluyorlar. Atatürk’ün ifadesiyle “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir”. Yani demokrasilerde seçimle değişen şey sadece iktidarda olan partidir ve hükümettir. Milletin ve devletin bekası değildir. Demokratik seçimlerle hâkimiyet değil, yalnızca hükümet değişir, zira hâkimiyetin tek sahibi millettir.

Kime oy verecekseniz, korkuyla değil, o mührü basarken vicdanınızı dinleyerek ve geleceğinizi düşünerek oy kullanın...