Seçimlerden sonra %20 ve %10 küsur oy alan iki muhalefet partisinin, yani CHP ve İyi Partinin, içine düşmüş oldukları bol dalavereli nahoş durumlara bakınca, Ak Parti ve Erdoğan’ın nasıl %40-50 oy aldığına değil, nasıl olup da bu seçmenden %70-80 oy alamadıklarına şaşırmak lazım. Zira şirin ama sönük muhalefet partileri her gün yeni bir bölümü yayınlanan komedi dizisi gibiler. Öyle ki, iktidar partisi ve onun yancısının apaçık hata ve tezatlarını unutturabiliyorlar. En son takip edebildiğim kadarıyla, Meral Akşener’in Beylerbeyi’ndeki evi önünde toplaşan kalabalığa seslenen “madam”; “komşularımızı yeterince rahatsız ettik, Pazartesi günü görüşelim” dedi ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ise “600 de yetmez, 1000 imza olsun” diyerek yeni bir açılıma gitti. Anlayacağınız, dizi devam ediyor...

Erdoğan Güney Afrika’da “Arakanlıların da, Afrikalıların da, Filistinlilerin de, Türkistan’ın da yanındayım” mesajını vererek yeniden bir İslam ümmetinin hamisi rolüne bürünmeye yeltendi. Hâlbuki uygulamaya bakacak olursak, bizim dış siyasetimizde sadece ekonomik realite ve çıkar ilişkileri rol oynuyor. Damat Bakan Albayrak’ın “Türkiye yakında parmakla gösterilen bir ülke olacak” müjdesine bile inanası gelmiyor insanın, nitekim kayınpederi Güney Afrika gezisi sırasındaki demeçlerinde yorgun argın konuşmaya çalışırken, yarı yaşında olmasına rağmen kendisi Başkanın yanı başında ekranlar önünde uyukluyordu.

NATO üyesi ve AB aday ülkesi Türkiye bir yandan da BRICS’e yanaşmaya ve üye olmaya çalışıyor. Hatta katılırsak ‘BRICST’ olur şeklinde güzel bir öneride bile bulunmuşuz Güney Afrika’da. Şanghay beşlisi ve BRICS’e yakınlaşıyoruz, zira stratejik ortağımız ve müttefikimiz olan ABD ile ilişkilerimizin ileride daha da kötüleşeceği açıklık kazanmaya başladı. Tarihsel olarak ABD Türkiye’ye her zaman tepeden bakan bir tutum takınmıştır. Bakınız 5 Haziran 1964 tarihli Lyndon Johnson mektubunda, zamanın Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye gayet sert ve küstah ifadeler kullanılmıştı. O sırada temel amaç Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesini engellemekti. Nitekim İnönü “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır” sözleriyle restini çekti ve sonrasında koltuğundan oldu. Bugünkü kapışma ve restleşmenin neticeleri ise çok yönlü olabilir, yine seyirci koltuğunda yaşayarak ve doğrudan-dolaylı etkilerine maruz kalarak öğreneceğiz...

Türkiye’de bu yıl vadesi gelen 180 milyar dolara ilaveten 60 dolar cari açık söz konusu. Yani 240 milyar dolar bir yerlerden bulmamız, borç almamız gerekiyor. Seçimlerden önce 90 milyar bir tür ulufe gibi dağıtılırken, vergi ve imar afları getirilir ve uygulanırken de bu durum biliniyordu. Yerel seçimler geçinceye kadar herhangi bir sıkılaşma ve yapısal reformlar beklememek lazım. Ondan sonra ise bir acı ilacı en acı haliyle içiyor olacağız. Dahası, imarı ve iskânı olmayan binalar tek tek çökerken, deprem mühendisleri olası bir depremde “100 bin binanın yıkılacağını ve 100 milyar zararın ortaya çıkacağını” tahmin ediyorlar. Daha kötüsü gelmemesi için sadece dua etmek yerine, zamanında gereken tedbirleri alabilecek politikalar üretmek zorundayız.

ABD öncülüğünde başlayan gümrük vergilerinin arttırılması dünya ekonomisinin büyümesini olumsuz etkileyecek. 2060 yılına kadarki büyüme kaybı %14,1 olacak. Bizim yanaşmaya çalıştığımız BRICS ülkelerinin ise aynı tarihe kadar olan kaybı %18’i bulacak. ABD ise sadece %5,8 oranında zarar görecek. Örneğin Hindistan ise rekor oranda, %24 büyüme kaybıyla en çok etkilenen ülke olacak.

İmalat sanayisi genelinde kapasite kullanım oranı Temmuz ayında bir önceki aya göre 1,2 puan azaldı ve %77,1’e indi, böylece 2017 yılı Mart ayından bu yana en düşük seviyeyi gördü. Damat Berat Albayrak gerçekten de ekonomimizi çok seri toparladı. Yapılan anketlerde istisnasız tüm kurumlar bir faiz artışı beklenirken, faizler sabit bırakıldı. Bu ise piyasa faizlerinin daha da artmasına neden oldu ve politika faizi ile reel faizlerin arasındaki makas daha da açıldı.

Başa dönecek olursak, geleceğe yönelik tehlikeleri ve riskleri de göze almak, bağımsızlıkçı bir tutum takınmak ve fakat aynı zamanda gerçekçi davranmak suretiyle sağlam adımlarla ilerlemeliyiz. Belki sandığımız gibi âlemi titreten ve kıskandıran bir büyük güç olmasak da, giderek güçlenen ve potansiyeli yüksel bir ülkeyiz. Winston Churchill’in şu ünlü sözünü de hatırlayalım: “Büyük ve İyi’nin aynı kişi olduğu nadirdir…”