İpek Er kendini çaresiz ve yalnız hissedip intihar etti.

Mektubunda onu 20 gün alıkoyan, cinsel ve duygusal şiddet uygulayan Musa Orhan’a hitaben yazdığı cümleler, toplumun kadına çizdiği sınırlar açısından çok şey ifade ediyor.

Ya seni ya kendimi öldürmem lazım. Sana gücüm yetmez o yüzden kendimi öldüreceğim, dedi.

O “Sana” kelimesinin içine hayatındaki bütün erkekler ve erkek zihniyetine çanak tutan kadınlar giriyor.

Buna devlet de dahil. Çünkü devlet evdeki babadır. Sokaktaki ağabey. Bütün polisler, kadınlar da dahil erk bir zihniyetle hareket eder.

Yoksa neden bir kadın, haklarını savunan diğer kadını, saçlarından sürükleyip tutuklamak istesin.

Keşke İpek, bedenim benim, hatalarımla günahlarımla kendimi seviyorum. Senin de senin gibi olan tüm sik kafaların da Allah cezasını versin. Sizi kendi karanlığınızla baş başa bırakıyorum, diyebilseydi.

Ama o daha 18 yaşındaydı.

Pedagojik manada o daha çocuktu.

İnsan ömrünü düşündüğünüzde yolun çok başındaydı.

Ve kendini bu dünyada yalnız, tek başına hissediyordu. Kendine denk gelecek eşini arıyordu.

İnsanlar tamamlanmak için, hayatları boyunca bunu yaparlar.

Ve toplum, görünmez duvarlarıyla bizi kuşatıp düzeni sağlamak ister.

Onlar çoğunluktur.

Yan yana geldiklerinde akıl tutulması yaşadıklarını, hiç düşünmediklerini bilmezler.

Bu büyük bir konfordur aslında.

O yüzden en büyük katliamlar savaşlarda yapılır.

Maçlarda keyifle, ağza alınmayacak, insan onurunu rencide eden küfürler icat edip, yüksek sesle şarkılara dönüştürürler.

Duygu Delen saçları rüzgarda uçuşarak; hiç arkasına bakmadan yürüyen erkeğin peşinden, 17 yaşının telaşıyla belki biraz da sorunu kendim çözerim edasında, arkadaşının peşinden yürüyor, pencereden atılacağı eve.

O erkeğin kendine güveninin ardında madde bağımlısı olmasının verdiği zihin yanılması dışında, ailesi ve toplum var.

Hepiniz evinize bakın.

Oğullarınızı ve kızlarınızı; elmalar ve armutlar diye ayırıp, yetiştirir, ona göre eğitim verirsiniz.

Oğlunuz eve geç geldiğinde hayırsız, serseridir.

Kızınız orospu kaltak kategorisine girer derhal.

Hal dilimizle korkularımızı çocuklarımıza aşılarız.

Eğer onlar da bunu değiştirmeyi başaramazlarsa, geleceklerinin planı, temel taşları, bizim korkularımızın üzerine inşa edilir.

Önce zehirleniriz sonra çocuklarımızı zehirleriz.

Bunu bazen sevgi kanalıyla bazen de onları kıskanarak ya da onlarla yarışarak yaparız.

Oysa onlar üzerinde hakkımız yoktur.

Sadece dünyaya gelmelerine bir kanal oluştururuz.

Bir nedenizdir sadece.

Önden geldiğimiz için, tecrübelerimiz yüzünden, rehberlik etme sorumluluğumuz vardır.

Bu bizi kral ya da kraliçe yapmaz.

Sarsılmaz, tartışılmaz bir yerimiz yoktur.

Sadece bildiğimizin en iyisini paylaşmakla yükümlüyüzdür.

Duygu’nun düşme anını anlatan bir yetkili, şayet kendinde olsa ana rahmindeki gibi bir şekil alıp düşerdi, dedi.

Hepimizin özlemi, çıktığımız yere geri dönmektir. Bilinçaltımızda bu yatar.

O yüzden çocuklarımıza evlerimizin güvenli olduğunu her zaman hissettirmek ve kanıtlamak zorundayız.

Bunu da dilimizle değil hal dilimizle yaparız. Buna önce kendimizin bilmesi ve inanması gerekir.

O zaman ne erkekler güçlerini ispatlamak için kendilerinden güçsüz olana şiddet uygulamak ihtiyacı hissederler, ne de kadınlar, kendilerini güçsüz hissedip, bir girdaba kapılıp, hayatlarından vazgeçmeyi göze alırlar.

Çünkü güvenli alanları vardır.

Evlerine, güvendikleri, sevdikleri, sevildikleri; onları her şekilde kabul edecek olan ailelerinin yanına, dönebileceklerini bilirler.

Toplumun en küçük çekirdeği ailede statüler ortadan kalksa, herkes birbirinin önce birey olduğunun farkında olsa, saygı duysa, samimi olsa, ne söylediğine, kendi düşüncesinden önce önem verse, kişiler kendi çekirdek ailesinde varlıklarını onaylattıkları için, dünyaya güvenle adım atarlar.

Ondan sonra hayat bayram olur.

Ne de güzel olur.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.