ZEYNEP KURAY - İSTANBUL / ANF

Hrant Dink cinayeti dosyasında Yargıtay tarafından “silahlı terör örgütü” bulunamazken, gözaltında kaybedildiği iddia edilen Tolga Baykal Ceylan’ın dosyasında yaşanan yeni bir gelişme, yine aynı isimleri adres gösterdi.

Silivri 5 Nolu L  Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu olarak bulunan itirafçı Erol Avcı, 7 Mayıs 2012 tarihinde Küçükçekmece Cumhuriyet Savcılığına tanık olarak verdiği ifadede,  2004 yılında gittiği İkitelli’deki bir adreste Tolga Baykal Ceylan’a Ali Kaya, Osman Yıldırım ve Osman Hayal tarafından işkence yapıldığına bizzat tanık olduğunu beyan etti. PKK davasından yargılanmakta olduğunu, ancak jandarma istihbarat ile çalıştığını ve söz konusu adreste daha önce Erhan Tuncel ve Osman Hayal ile de buluştuğunu belirten Avcı, o gün ise oraya adını hatırlayamadığı bir polis tarafından kendisine verilen bir paketi teslim etmeye gittiğini ve işkence edilen şahsın Tolga Baykal Ceylan olduğunu Kaya, Hayal ve Yıldırım arasındaki konuşmalardan anladığını açıkladı.

2004 yılında, AKP iktidarı döneminde, İTÜ öğrencisi 24 yaşındaki Tolga Baykal Ceylan tatil için gittiği İğneada’da kaybolmuş ve bir daha kendisinden haber alınamamıştı. Bu olayın peşini bırakmayan annesi Kadriye Baykal ve avukatı Eren Keskin’in çabaları sonucunda Tolga’nın jandarma tarafından gözaltına alındığı ortaya çıkmış, ancak yetkililer tarafından bu inkar edilmişti. Demirköy Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılan soruşturmada 2006 yılında takipsizlik kararı verilmiş, ama bu karar anne Kadriye Baykal’a tebliğ bile edilmemişti. Ancak Başbakan Erdoğan’ın 2011 yılında Dolmabahçe’de kayıp yakınlarıyla görüşmesinin hemen ardından soruşturmaya devam kararı alındı. Bir yanıyla Türkiye’deki hukuk sisteminin çarpıklığını ve siyasi iktidara bağımlılığını da gözler önüne seren bu devam kararı da bir işe yaramadı, çünkü Demirköy Cumhuriyet Savcılığı gerçek bir soruşturma yapmayarak faili meçhul cinayetlerde bugüne kadar alışılan tavrı sürdürdü.

“PAKETİ BANA MİROĞLU LAKAPLI YUSUF YÜKSEL VERDİ”

Erol Avcı gazetede fotoğrafını görerek tanıdığı Tolga Baykal Ceylan dosyasıyla ilgili olarak ilk önce 15.08.2011’de Beşiktaş Cumhuriyet Savcılığına bir ihbar mektubu gönderdi, ancak bu ihbar işleme konmadı. Ayrıca 10 gün sonra Taraf gazetesinden Mehmet Baransu’ya bir mektup yazarak iddiasını ona da anlattı. Beşiktaş Cumhuriyet Savcılığına 10.09.2011’de tekrar bir mektup göndererek daha önceki iletisinin ellerine geçip geçmediğini sordu. 2 gün sonra ise o sırada cezaevinde bulunduğu Adıyaman ilinin Cumhuriyet Savcılığına aynı konuda başvurdu ve ifade verdi. Bu ifadede, daha sonra Küçükçekmece Cumhuriyet Savcılığına adını hatırlamadığını söyleyeceği polisin Miroğlu lakaplı bugünkü emniyet müdürü Yusuf Yüksel olduğunu beyan etti. Avcı, Yalçın Tanfer tarafından telefonla arandığını ve bu telefon üzerine 10.08.2011’de Taksim TRT binasının otoparkında buluştuğu Yüksel’den aldığı CD’ler ve fotoğraflar içeren paketi İkitelli’de bir çiftlik evinde bulunan Astsubay Ali Kaya’ya götürdüğünü ve orada Tolga Baykal Ceylan’ı işkence edilmiş bir halde, çırılçıplak ve kanlar içinde gördüğünü ifadesinde açıkladı. 2005’teki Şemdinli hadisesinde Yaşar Büyükanıt tarafından “Tanırım, iyi çocuktur” diye kollanan Astsubay Ali Kaya’nın yanında, Osman Yıldırım ve Osman Hayal’i de gördüğünü belirten Avcı’nın bu ifadesi Adıyaman Cumhuriyet Savcılığı tarafından İstanbul’daki Özel Yetkili Mahkemeye iletildi. Ancak Özel Yetkili Mahkeme kendilerinde böyle bir açılmış dosya bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek konuyu, olayın geçtiği iddia edilen İkitelli’nin bağlı olduğu Küçükçekmece Cumhuriyet Savcılığına intikal ettirdi. Avcı 07.05.2012 tarihinde Küçükçekmece’de verdiği ifadede aynı beyanı tekrarladı. Bu arada, 2011’de Baransu’ya gelen mektuptan ancak 3 ay sonra, Kasım 2011’de Ahmet Altan tarafından haberdar edilen anne Kadriye Baykal söz konusu mektubu Demirköy Savcılığına intikal ettirse de onlar da dosyayı birleştirerek Küçükçekmece Savcılığına gönderdi.

İFADEDEKİ ÇELİŞKİ

Erol Avcı’nın, Tolga Baykal’ın İğneadası’na gittiği 7 Ağustos tarihinden 4 gün önce, 3 Ağustos 2004 tarihinde tutuklandığına ve 12 Nisan 2006’da tahliye olduğuna dair Adalet Bakanlığından gelen yazı üzerine Küçükçekmece Savcılığının takipsizlik kararı verdiğini aktaran Avukat Eren Keskin, bu karara, yeterince araştırılma yapılmadığını belirterek itiraz ettiklerini söyledi. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin itirazlarını kabul ettiğini ve Küçükçekmece savcılığının soruşturmaya devam kararı aldığını açıklayan Keskin, “Erol Avcı’ya gönderdiği mektubun içeriğini sormak üzere cezaevine gittim. Kendisi bana bu beyanları tekrarladı” dedi. Suç ihbarında bulunan Erol Avcı’nın açıklamaları ile söz konusu kişinin cezaevinde bulunduğu tarih karşılaştırıldığında bir çelişki ortaya çıktığını vurgulayan Eren Keskin, bu nedenle 15 Mayıs 2013 tarihinde Erol Avcı’nın tekrar ifadesinin alınmasını talep ettiklerini belirterek şunları söyledi: “Erol Avcı mademki cezaevindeydi neden böyle bir ifade vermeye gerek duydu? Kendi başına yalan mı söyledi yoksa onu buna yönlendirenler mi oldu? Veya gerçekten de cezaevinden çıkartılıp böyle bir suça mı karıştı? Neden böyle bir ifade verdiğinin soruşturulmasını istedik ve kabul edildi.”

TANIDIK BİR YÖNTEM

Şüpheleri bulunmasının gayet normal olduğunu vurgulayan Eren Keskin şunları ekledi: “Bu Türkiye’de tanıdık bir yöntem. O cezaevindeyse yapmamış diyemeyiz. Bir sürü itirafçı da Kürdistan’daki katliamları cezaevinden çıkartılarak işledi ve tekrar cezaevinde gösterildi. O nedenle tabii ki bu şüphenin ortadan kaldırılması gerekiyor.”

Türkiye’nin kiminin derin devlet, kiminin kontrgerilla dediği bir gerçekle karşı karşıya olduğunu hatırlatan Keskin, “Bu yapı hala ortaya çıkartılmadı. Bugün Ergenekon adı altında süren davada bu yönüyle yargılanan hiç kimse yok. Hükümete darbe teşebbüsüyle yargılanıyorlar oysa ortada bir kontrgerilla faaliyeti var” diye konuştu.

TOLGA HIRİSTİYANLIĞI SEÇTİĞİ İÇİN Mİ HEDEF OLDU?

Hrant Dink, Rahip Santoro cinayetleri ve Zirve katliamı gibi birçok dava dosyasında ipuçları genellikle aynı isimlere doğru yönelse de, bugüne kadar kritik noktalarında Emniyet, MİT ve Jandarma’nın da bulunduğu bu bağlantıların üzerine bir türlü gidilmedi. Bu cinayetlerin ortak özelliklerinden biri, gayrimüslimlerin hedef alınmasıydı.

Tolga Baykal Ceylan’ın da Hıristiyanlığı benimsemiş olması ve açıkça bunu her yerde ifade etmesi, acaba aynı çevrelerin hedefi haline mi gelmişti sorusunu akıllarda uyandırdı.

Oğlunun 1999’da Hıristiyanlığı seçtiğini anlatan anne Kadriye Baykal, “Bu nedenle oğlumun başına çok iş geldi” diyerek, oğlunun yaşadıklarını şöyle anlattı: “Tolga 2000 yılında İTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik bölümünün 1. Sınıfındayken okula alınmaz oldu. Öyle ki okul güvenliği onu defalarca tartaklayarak üzerine köpek bile saldı. Bunun ne anlama geldiğini sormak için üniversiteye gittiğimde dekanlıktan bir memur bana Tolga’nın hiç Türk arkadaşı olmadığını, neden sürekli yabancılarla dolaştığını sordu. Ben de, bu kendi tercihidir, dedim.  Dekanlığa görüştüğümde ise bana Tolga’nın okula alınmama diye bir şeyin söz konusu olmadığını, kendisinin okula gelmediğini söylediler. Ama elime geçen gizli ibareli bir belgede, bizzat dekanın kapıdaki güvenlik görevlilerine Tolga Baykal’ın okula alınmaması için talimat verdiğini gördüm. Bunun üzerine Öğrenci İşleri Müdürü Seda Hanım’ı görmeye gittim. Seda Hanım da böyle bir belgeden haberdar olmadıklarını, kendilerine Tolga Baykal’ın okula gelmediğinin intikal ettiğini söyledi. Oğlum sırf bu engelleme nedeniyle 2003 Ekim ayına kadar okula gidemedi.”

Oğlunun gözaltında kaybedilmesinin arkasında, Hıristiyanlığı seçmiş olmasının en güçlü etkenlerden biri olduğunu söyleyen Kadriye Baykal, “Oğlumu hedef alan tertibin açığa çıkarılması için bu davanın Avcı tarafından yapılan ihbarı bizzat soruşturmak yerine, yerel mahkemelere atan Ağır Ceza mahkemelerinde görülmesi gerekir” dedi.