Hırsı bol ve kültürü yok bir toplum olduk. Bu güzel memleketin kıyısına vuran dalgalar, dallarından düşen yapraklar, gecenin en zor kısmının geçtiğini müjdeliyor. Şimdi millet kendisine bir hayat borçlu, derinden gelen iç ses de bunu fısıldıyor...

Türk toplumu Batı’ya karşı hiddet ile hırsı aynı anda hisseder. O tarafı “düşman” olarak nitelerken, borç lazım olduğunda yine Batı’ya el açar. Razı olunduğunda gelen milyar dolarlar kimsenin yüzünü kızartmaz. Tatile gittiğinde, yine kültürel, etnik olarak ve dinen bize çok daha yakın olan Doğu ülkelerine değil, doğrudan Batı tarafına yönelirler. Velhasıl, bizim içimizdeki riya ve ikiyüzlülük örnekleri saymakla bitmez...

Gregor Samsa'nın insan olarak uykuya dalıp, bir hamamböceği biçiminde uyanması gibi, biz de uzun süredir benzeri bir siyasi kâbus döngüsünde yaşıyor ve yaşatılıyoruz. Ülkenin sonlanmayan seçim gündemi o kadar mide bulandırıcı ki, "ruj, sakız orucu bozar mı?" türü Ramazan geyiklerini bile özlüyor insan. Tam bu tür bir özlem ve üzüntü içerisindeyken, İstanbul Müftüsü Hasan Kamil Yılmaz, “Çiğnenmiş sakız, orucu bulmaz” açıklama ve fetvasıyla içimizi ferahlatıyor, imanımızı tazeliyor. Dün Show TV canlı yayınında Müslüman bir vatandaş ve seyirci “Camiye dolar bağışı yaptım, dolar artıkça sevap artar mı?" diye sorduğunda, İlahiyatçı Profesör Mustafa Karataş (İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Müşaviri), "Evet artar, döviz arttıkça sevap artar" yanıtını veriyor...

Yeni ekonomi dâhimiz, finans kompetanımız, Damat Bakan Albayrak’ın “Demir yumrukla 5 TL'ye indirdik” dediği dolar, seçim iptali açıklamasıyla 6.24 TL'den işlem görmeye yüz tuttu. Sonra da başta Ziraat Bankası olmak üzere Türk kamu bankalarının nispeten sığ Asya piyasalarında 1 milyar dolara yakın dolar sattıkları ve bu şekilde şark kurnazlığı yöntemleri ile doları düşürmeye çalıştıkları görüldü. Bizim, bankacılarımızın ve finansçılarımızın gördüğünü, elbette tüm dünya gördü ve izledi. Böylece Türkiye’ye yönelik güvenleri bir daha sarsıldı. Seçimin yenilenmesi kararından bu yana doların artmasıyla Türkiye'ye 110 milyar lira ekstra fatura çıkıyor. Faizler her geçen gün arkasına bile bakmadan artıyor. Çoktan iflas etmiş olan Arjantin’in CDS primi 700 iken, sözde her şeyin yolunda gittiği, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye’nin CDS primi 500’e yaklaşıyor. Tünelin ucunda bizi bekleyen felaketin sesini duymaya başladık.

Çiğdem Toker’in araştırmasından görüyoruz ki, Erdoğan'ın 2003'ten 2018 yılına gelinceye kadar örtülü ödenek harcamalarında 17,5 kat artışı ifade edilirken, 2003 yılında örtülü ödenek kullanımı 98,3 milyon TL ve 2018 sonundaki harcama tutarı 1 milyar 722 milyon TL olarak gerçekleşti (En yüksek harcama 2017'de 1,9 milyar TL). İşin en ilginç yanı ise, örtülü ödeneğin harcama alanlarının gizli tutulması.

Sabancı Üniversitesinden Kalaycıoğlu hocamız bir hususun daha altını çiziyor. "Kanuna göre YSK 7 üyeden oluşmaktadır, 4 üye yedektir. Hem asiller hem de yedekler aynı toplantıya katılıp karar alamazlar. Örneğin profesörlük ve doçentlik kurullarında da asil ve yedek üyeler vardır. Ancak asillerin bir mazeret ile katılamamaları durumunda, onların yerine bir adet yedek üye katılabilir" diyor. Malum olduğu üzere, alınan kararın görüşmelerinde muhalif oy kullanan 4 üye uzun uzun gerekçelerini sıralar ve yasaya ve hukuka uygun bir karar çıkmasına gayret ederken, lehte oy veren 7 üye hiçbir şekilde söz almıyor ve konuşmuyor. Belki de söyleyecek sözleri olmadığından ve söylemek zorunda kalacakları şeylerin onları ileride zor durumda bırakmaması için konuşmadılar bu muhteremler. Son yapılan Konsensüs anketine göre ise, İmamoğlu şu an %2 önde görünüyor. Ayrıca, geçen seçimde hem İmamoğlu hem de Binali Bey’e oy vermeyenlere bu seçimde kime oy verecekleri sorulduğunda, %40'ı İmamoğlu, %0'ı Binali Yıldırım yanıtını veriyor.

Popülizm Nedir?’ adlı kitabı Türkiye’de de yayınlanan Müller, yerel seçimlerin yenilenmesi kararının ‘anti-demokratik’ bir adım olduğunu belirterek, ‘Erdoğan’ın partisi ve hatta yakın aile üyelerinin, yalnızca Türkiye’nin iş merkezi İstanbul’da iktidarda olan kişilerin erişebileceği kaynaklara bel bağladığını’ söylüyor ve ”Recep Tayyip Erdoğan gibi siyasetçiler ‘halkı yalnızca kendilerinin temsil ettiği iddiasıyla ön plana çıkarlar. Seçimleri ancak liberal seçkinler hile yapmışsa kaybedeceklerini söylerler” şeklinde devam ediyor.

İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesinde ise ‘İstanbul, Erdoğan’ın hayalini yıktı’ başlıklı yazı kaleme alan Zvi Bar’el, Türkiye’yi liberal ya da dindarlık istikametinde yönlendirmenin yolunun İstanbul’dan geçtiğini öne sürdü. İstanbul’u kaybetmenin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sisteminin sütunlarını temelinden sarstığını savunan Bar’el, “Erdoğan ile rakipleri arasında ideolojikten çok kişisel hırslara dair bir ayrışma bulunduğunu” belirtti.

Erdoğan ve Yıldırım oyunu o kadar kural dışı oynuyorlar ki, Yıldırım bundan sonra bir şekilde kazansa bile, alacağı mazbata YSK kararının gölgesinde kalacak… Yerli ve milli tımarhanemizde 1,5 aylık yeni bir işkence dönemi bizleri bekliyor, sonrası ise her zamankinden daha çok belirsizliklere gebe...