İngiliz The Guardian gazetesinde yer alan bir köşe yazısında, “Türkiye’nin deprem bölgesinde yerle bir olan binaların inşaatına izin verip yeterince denetlemeyen yetkililer en az müteahhitler kadar suçlu. Felaketin sorumlularından hesap sorulabilmesi için önce yolsuzluk, adam kayırmacılık ve açgözlülük sarmalı çözülmeli” dendi.

Constanze Letsch imzalı yazı şöyle:

Baştan savma iş yapan müteahhitlerin depreme dayanıklı diye satışa sunduğu binalar yerle bir oldu. Bu binaların inşasına izin verip yeterli denetlemeyen yetkililer en az müteahhitler kadar suçlu.

Kumdan kale gibi çökerek insanları enkazda bırakan yeni inşa edilmiş binalar sosyal medyada infial yarattı. Yıkılan yeni binaların çoğu son deprem yönetmeliğine uygun lüks konutlar olarak satışa sunulmuştu. 

Ancak hesap sorulacak tek adres aç gözlü ve vurguncu müteahhitler değil. Ne de olsa devletin izni, sözde bağımsız müfettişlerin imzası ve inşaat malzemelerinin kalite kontrolünü yapmakla yükümlü laboratuvarların raporu olmadan bu binalar inşa edilemezdi. Aç gözlü inşaat sektörünü büyütmeye yarayan inşaat ve emlak mevzuatındaki değişiklikler de cabası.

Türkiye’de deprem felaketleri devletin yolsuzluğunu ve beceriksizliğini ortaya çıkarmakta meşhur. AKP 20 yıldır ülkeyi yönetiyor. Bu sürede sahtekarlığıyla bilinen inşaat sektörüyle ve sorumsuz müteahhitlerle mücadele edebilirdi. Deprem riski yüksek ülkede vatandaşlarının güvende yaşamasını sağlayacak devlet kapasitesine de sahipti. Ancak AKP, yapmamayı seçti. Yerine ekonomik büyümenin dayanağı altyapı ve inşaat projelerine ağırlık verdi, toplumsal ve çevresel maliyetlere aldırmadı bile.

İktidar 2004’ten itibaren inşaat, emlak, yerel yönetim ve konut finansmanı alanlarında reformlar yaptı. Bu reformlar büyükşehir ve ilçe belediyelerine kentsel dönüşüm projelerini uygulamak için kapsamlı yetkiler verdi. Belediyeler, özel şirketlerle ortaklık kurma ve kamuya ait arazi ve varlıkları müteahhitlere satma hakkını elde etti.

Daha sonra binlerce insan evinden çıkarıldı, lüks konutlara yer açmak için topluluklar ve dayanışma ağları ortadan kaldırıldı. Binaları depreme dayanıklı hale getirmeyi amaçlayan kentsel dönüşüm projesiyse başarısız oldu.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2018’de yayınladığı sayılara göre Türkiye’deki binaların yarısı, neredeyse 13 milyonu, deprem ve bina yönetmeliklerine uygun değil. Yerel yöneticiler ve uzmanlar şehirlerin yüksek şiddetteki bir sarsıntıya dayanamayacağını anlatıp durdu ama sesleri duyulmadı.

Devlet yetkilileri usulsüzlüklere göz yumarak denetimsiz imar ve inşaatı teşvik etti. AKP, bağımsız uzman denetimini zayıflattı. Bu süreçte inşaatlardaki usulsüzlükleri ortaya çıkaran ve sorunlu projelere dava açan odalar ise terörist ve vatan haini olarak etiketlendi.

2011 ve 2013’teki yeni yasalar odalardaki inşaat mühendisi, mimar ve şehir plancılarını inşaat projelerini onaylama ve denetleme yetkisinden mahrum bıraktı. Mimar Mücella Yapıcı, avukat Can Atalay ve şehir plancısı Tayfun Kahraman gibi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin öncü ve iktidara muhalif isimleri, sahte komplo suçlamalarıyla hapse atıldı.

Bu sırada iktidar, yapılarda güvenliğin ve denetimin kaderini serbest piyasaya bıraktı. Yapı denetimleri özelleştirildi, kar hırsı uzmanlığın önüne geçti. Böylece denetimler de formaliteye döndü. Müteahhitlerin vicdanı sızlamadı, mühendisler para için çalışmaya hazırdı.

Tüm bu baştan savmalar, hukuksuz ve çürük yapılaşmayı artırdı, durum kontrolden çıktı. Uzun süredir işsiz durumdaki mühendisler ve mimarlar üniversite diplomalarını en yüksek parayı veren taşeron firmaya sattı. Bu firmaların amacı baştan belliydi: Bürokrasiyi ortadan kaldırmak ve denetimsiz bizçimde işi ucuza bitirivermek.

Ayrıca mevcut binalar ilk olarak 1984’te gayri resmi binalara uygulanan ve devletin ’müjde‘ olarak sunduğu imar affından yararlandı. Aflarla birlikte yasadışı inşa edilmiş veya değiştirilmiş tüm yapılar devlete ödenen bir ücret karşılığında cezadan muaf tutuldu.

Son imar affıysa 2018’deki genel seçimlerden önce çıktı. AKP, 7.4 milyon binayı kapsayan ve devlete 24 milyara yakın getiri sağlayan cumhuriyet tarihinin en büyük imar affını çıkarmakla övündü. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre aflardan gelen para, binaları depreme dayanıklı hale getirmek için harcanacaktı.

İktidar, imar affının dar gelirli ev sahiplerine evini belediye altyapısına bağlaması için yasal araçlar sağladığını savunuyor. Ancak bu aflar denetimsiz ve çürük yapılaşmanın önünü açtığı için eleştiriliyor. Ayrıca imar afları tek katlı gecekondu ile 18 katlı lüks bina arasında ayrım gözetmiyor, tüm binalar için geçerli.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökçe’nin verdiği sayıya göre Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen binaların 294 bini imar affından yararlanmış. Deprem günüyse başka bir imar affı düzenlemesi mecliste onay bekliyordu.

İmar affından yararlanan riskli bina sayısı hala net değil. Kurtarma ekipleri bölgedeki çalışmalarını sürdürürken bir yandan da bu sayı araştırılıyor. Uzmanlar, bağımsız hukuk komitelerinin yıkılan binalardaki beton, kiriş ve çelik destek çubuklarından numuneler alması ve belediyelerden bu binaların izin ve ruhsat evraklarını talep etmesi gerektiğini söylüyor.

Ayrıca uzmanlar, taşeron firmalardan bina güvenlik standartlarına uyduğuna dair delillerin istenmesi gerektiğini vurguluyor. Deprem bölgesine gönderilen avukatlar, bu tür delillerin yok edilme tehlikesine karşı meslektaşlarını ve halkı uyarıyor.

Felaketin sorumlularından hesap sorulabilmesi için önce yolsuzluk, adam kayırmacılık ve açgözlülük sarmalı çözülmeli.

Kaynak: Diken