Şurası kesin. Türkiye’de nice kavram artık tersyüz edilmiş durumda. Bu kavramların başında da birlik-beraberlik, kardeşlik, barış, özgürlük gibi iyi anlam içerenler var. Son günlerde yaşanılan birer örnek üzerinden bu tersyüz edilme durumuna bakalım.

CHP Kuşadası Belediyesi “Kardeş Kentler Festivali” düzenledi. Festivalde adında da geçtiği üzere “kardeşlik”ten dem vuruldu. Ve bu kardeşlik adına Kürtçe şarkı söyleneceği için bir konseri iptal etti yetkililer. Biz kardeşiz ama dilini yasaklıyorum. Ya da kardeşliğimiz için dilini yasaklamam gerekir. Kardeş katli denebilecek dil yasaklamanın adı kardeşlik yani. Kürtçe’yi yasaklamak sıradanlaşınca “kardeşlik” kavramının tersyüz edilmesi de kimsenin dikkatini çekmiyor.

CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz meclise türbanla gelinmesi üzerine "Biri türbanla, biri Musevi Takkesiyle, BDP'liler peşmerge kıyafetiyle gelirse ne olacak? Bunlar, toplumsal barışı bozar" dedi. Barışa daha da ötesi toplum-sal barışa bakar mısınız? Toplumun barış ve huzur içerisinde olması için Müslüman ve Musevi dininden, Kürt kültüründen olacak. Toplumsal barışın şartı toplumun bir bölümünün dininin, kültürünün yasaklanması. Toplumsal baskının adı toplumsal barış olmuş. Ciddi bir tepki yok. Kavram bu haliyle kabul görmüş.

Özellikle Kürtlerin hak talebi söz konusu olduğunda bolca kullanılan bir kavram birlik-beraberlik ve bunla bağlantılı olarak “bölücülük”. Kürt en ufak bir hak talebinde bulunduğunda hemen damga yapıştırılır, “bölücü”. Peki kimdir bölücü? 90-100 yıl geriye git ülkesi bölünen Kürtler. Tarihte kaldı denilse kalmadığı gün gibi ortada. Bakınız duvar dikme meselesi. Neden yapılıyor duvar? Çünkü Kürtler birleşmek istiyor. Kürtler birleşmesin diye araya tel örgü çekildi, mayınlar döşendi yetmedi şimdi de duvar örülüyor. Ve duvar örenlerin adı birlikçi, duvarın her iki yakasında sınırları kaldırmak isteyenlerin, birleşmek isteyenlerin adı bölücü.

Birlikten kasıtları bir arada olmak değil “bir” olmak. Bir olmak için diğerini bastırmak, yok etmek. MHP Fethiye Belediyesi dil üzerinden neden “bir”-“tek” olmak gerektiğini Kürtçe’yi anlaşılmaz kılarak, yok sayarak bir güzel ilan etti. Türkçesi şu: “Ülke bütünlüğümüzün bozulmaması ve içimizdeki insan sevgisinin kuvvetlenmesi dileklerimizle, iyi bayramlar.” Bir kesim insanın dilini yasaklamakla artacağı düşünülen sevgi kavramı.

Taha Akyol geçenlerde Kürtçe anadilde eğitim ile ilgili aynen şöyle yazdı: “Eğitim sisteminde dil meselesi hem demokrasinin hem birlikte yaşamanın gerekleri açısından dikkatle düşünülmelidir. Kürt milliyetçileri "ayrı okul" demek olan formüllerde ısrar ederse, bunun anlamı Türk ve Kürt çocuklarının okul arkadaşlığını, dostluğunu, birbirlerine aşık olmalarını engellemektir. Bunu insani duygularla savunmak mümkün değildir.” Demokrasinin, birlikte yaşamanın, arkadaşlığın, dostluğun, aşkın ve sevginin gereği Kürt’ün kendi dilinde eğitim görmemesi. Yani özetle Kürt kölemiz olarak arkadaşımız, dostumuz ve sevgilimiz olabilir. Bir “liberal”in pek insani duyguları.

Andımız’ın kaldırılmasını önemli bir kesim “birliğimiz bozuluyor” olarak algıladı. Ciddi ciddi “kim bu andın neresinden, nasıl rahatsız olabilir ki?” soruları soruldu. Rahatsız olanları anlamadılar. Türk olmayan nice insanın varlığını Türk varlığına armağan etmenin adı birlik-bütünlük olmuş ve bu norm haline gelmiş. Rahatsız olacak ne var? Hepimiz Türk değil miyiz zaten?

Bu aralar “ahlaklı olmak” kavramını AKP iktidarı sıkça dillendirip gündemde tutmaya çalışıyor. Eşcinsel ilişkide bulunmanın adı hastalık olmuş. Bir insanın A insanıyla değil de B insanıyla sevişmek istemenin adı hastalık, suçu ölüm olmuş. Kadının adı “dizginlenmesi gereken varlık” olarak anılıyor. Kadın, “ben de varım” dediğinde hemen “ahlaksız” damgası yiyor.

Evli olarak, yani bir kağıt parçası taşıyarak sevişmek temel ahlak, o kağıt olmadan sevişmek kabul edilemez bir ahlaksızlık olmuş. Kızlı-erkekli (erkekli-erkekli, kızlı-kızlı tahayyüllerinde yok) evlerde evlilik dışı birliktelikler yaşandığının varsayıldığı bu ahlaksızlığa müdahale edilecekmiş. Kimin kimle ne zaman ve nerde sevişeceğinin adı toplumun ahlakı olmuş. Neyse ki buna tepki var.

Alevi’ye okulda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi adı altında zorla Sünniliği aşılamanın, Kimi Kürtlere yönelik “ama onlar Zerdüşt” demenin adı din özgürlüğü olmuş. Ha keza Alevi köylerine cami yapmak ve bu cami-imamlar için onlardan vergi almak da din özgürlüğü olmuş.

“Yüce” mecliste türban tartışması çok normalmiş gibi bi de ciddi ciddi “pantolon giyilsin mi, giyilmesin mi?”yi “özgürlük” kavramı adı altında tartıştılar. Utanmadılar. Bu arada pantolon hâlâ yasak. Etek yasak değil. Yüzdeki bazı kıllar yasak bazısı değil. Niye diye sorsan sonu gelmez teoriler dökecekler önüne. Dinlemeye utanırsın.

Ermeni’nin adı “af edersin Ermeni” olmuş. Ve bu şekilde herkesin hakkı savunulacakmış… “hatta Ateistin bile”.

Daha uzatılabilir. Lakin gerek yok. Her gün TV ekranlarında bir sürü “akademisyen”, “aydın” insan bu kavramların gerçek anlamını tersyüz etmekle meşgul. İzlemeye utanırsın. Kimisi yaptığının farkında kimisi artık değil. Ve farkında olan-olmayan hep beraber ayrımcılığın alasını yapıyorlar, faşizm savunusu yapıyorlar. Faşizmi normalleştiriyorlar, norm haline getiriyorlar. Ve bunu günlük yaşantıya aktarıyorlar. Sokakta, iş yerinde, cafede, restoranda normlaştırdıkları faşizmi uygulamaya koyuyorlar.

“Ya durun hele ne yapıyorsunuz? Kardeşlik, barış, birlik, özgürlük söylediğiniz anlamlara gelmez?” dediğinizde de hiç olmayacak, büsbütün anormal bir şeyler söylemişsiniz veya talepte bulunmuşsunuz gibi lince uğrayan siz oluyorsunuz. Yanlarında “ucube” kalıyorsunuz. “Salak” addedip gülüyorlar size. Faşizm norm olunca gerçek anlamlarıyla barıştan, kardeşlikten, özgürlükten bahseden siz anormal oluyorsunuz.