Ülkemizde siyasi gündem her zamanki gibi yoğun olduğundan bazı olaylar hak ettiği ilgiyi görmüyor ve yeterince tartışılmıyor. Bunlardan bir tanesine değinmek istiyorum. Hafta içinde alınan bir yönetmelik değişikliği kararı ile kışlalardaki yemek duasında yaratıcının ismi Tanrı’dan Allah’a değiştirildi. Bu ülkedeki safların yıllara varan keskin kamplaşması sonucu artık sadece teolojik değil politik bir kavgaya evrilmiş bir tartışma askeriyedeki yemek dualarında yaratıcının isimlendirilmesi. Görünen o ki taraflardan birinin zaferiyle sonuçlandı. Başka bir deyişle cumhuriyet tarihi boyunca laik düşünce yapısının tek egemen olduğu orduda artık daha dindar yaklaşımlara rastlayacağız.

Bu satırların yazarı buna bir eleştiri getirmiyor. Ama değişen bu güdüyle ilgili olarak şu soruyu yöneltmek istiyor. Burada dini azınlıklar da değişen bu koşullarda fikirleri alınması gereken unsurlar değil midir? Yani laik ve bütün dinlere eşit mesafedeyken belli bir inanca danışmadan kendi uygulamasını yaparken bir kurum, paradigma değiştirince ve inançlara yeşil ışık yakınca bu konuda çoğunluk inancını mı sadece dikkate almalı? Bu yazının konusu bu…

Mekke’nin ilahı yada Allah’ı ve İsrail’in Rabbi Kuranda ve Tevrat’taki iki önemli adlandırmadır. Putperestliğin yaygın olduğu dönemde -Tevrat döneminde daha çok görüyoruz- her kavmin kendi putu yada Tanrısı vardı ve milletler kendi Tanrıları ile övünüyorlardı, savaşlarda üstün gelen ulusun tanrısı gerçek Tanrı idi. Tevrat ve İncil’in vahyedildiğinin iddia edildiği dönemlerde put değil de göksel semavi Tanrı inancı olan tek kavim Musevilerdi.

Bu noktada ilk semavi din olması sebebiyle Musevi isimlendirmesine değinmekte sadece bilgilendirmek için bile olsa fayda olabilir. Tevrat’ın iddiasına göre Tanrı kendi ismini Peygamber Musa’ya açıklamıştır. Ama Tanrının açıkladığı bu isimden elimizde bu ismin sadece sessiz harfleri var: YHV.

Arada mutlaka ki sesli harfler var ama biz bu harfleri tam bilmiyoruz. İbranice dil uzmanlarına göre -ki bence onlara fazlasıyla güvenebiliriz- doğru adlandırma YAHVE. Bu durumun sebebi ise on emirdeki Tanrı’nın adını boş yere ağzına alma emri. Çünkü bu ad çok kutsal. Musevi Rabaylar ve senhedrin bu boş yere lafını biraz abartıyorlar ve hiç ağızlarına almamayı öğretiyorlar topluma. Onlarda öğretmenlerini dinliyorlar. Dolayısıyla ağza almaya almaya sesli karakterlerin ne olduğu unutuluyor. çünkü ibranice alfabede sesli harf yok. Ortodoks Musevilikte yaratıcımız için genelde kullanılan ifadeler Ellohim ve Adonay’dır.

Şimdi bu noktada beni bu yazıyı yazmaya iten motivasyonu paylaşmak isterim. Hristiyan teologlar arasında dönem dönem alevlenen bir tartışma Tanrı’nın isimleri ile ilgilidir. Sekiz on yıl öncesinde yine hararetli olan bu tartışma tam da Allah kelimesiyle ilgiliydi. Bir kısım Kilise tarihçileri bu kelimenin Kureyş kabilesinin başını çektiği bir kısım Arap toplumunun putu olduğunu iddia ediyorlar. Ve bundan dolayı bu kelimeyi kullanmayı reddediyor. Hemen belirtelim ki İslam ilahiyatçıları bu iddiayı kesin dille reddediyor. Bu iddialar Hristiyanların tümü tarafından kabul görmese de ciddi fikirdaş buldu. Bir kesim Hristiyan ve Musevi ise kah kendi inancıyla İslam inancını ayırmak için kah tam ikna olmasa da bu tartışmalardan etkilendiği için Allah kelimesini kullanmıyor. Bu olay Türkçe ibadet eden bir kısım Protestan kiliselerinin ayin terminolojilerine de yansıdı. Vaazlarda duymazsınız Allah kelimesini.

Yazının ana konusuna dönersek… Söyleyeceğimizin özü şudur: Göktürk’ün Tengri’sine teolojik sebeplerinle karşı çıkabilirsin. Ancak dibine kadar dünyevi bir kurum olan ve bu konuya laik bir yaklaşım tarzıyla yaklaşması gereken ordunun düzeninde böyle bir değişiklik yaparken bu orduya az sayıda da olsa asker veren Gayrıislam azınlığın en azından düşüncesi alınamaz mıydı? Hadi bu konuda biraz esnemeler yapılabilir, zira örneğin Hristiyan camiasında da tam bir inanç birliği yok bu konu özelinde. Burada kaygı şu. Görünen o ki belli devlet kurumlarında ya da kamusal alanlarda daha dini uygulamalar göreceğiz. Öyleyse bizlerin hassasiyetleri önemsiz mi?

Evet bu konu biraz yan gündem. Belki de birçoğunuz bu kadar ağır siyasi atmosfer varken bunu düşünmez bile. Güler geçer. Belki bu yazıyı okuyacak olan ve beni tanıyan birçok kişi bile, “ya Pastör her şey bitti bu mu kaldı?” diyecekler. Kim bilir belki de düzeltmeye buralardan başlamamız lazımdır. Mantalitemizden..

Bakın bu ülke Avrupa Birliği vizyonu olan bir ülke ve biz çok iyi biliyoruz ki Avrupa mantalitesi bu gibi bize ayrıntı gelen konularda çok hassas. Yaşama çoğunluğun kültürünün ve yaşam tarzının dışında azınlık da olsa birtakım insanların değer yargıları üzerinden de bakılması gerektiğini düşünüyorlar. Ve bu ülkede İslam dindarları olduğu gibi gayrı islam dindarlar da var. Söylemeye çekinebilirler belki ama bu konu onlar için çok önemli.

Esenlikler..