Kaç kış oldu. Kapının arkasında bekleyeli. Hiçbir şey olmamış gibi, kimse gelmemiş gibi, giden olmamış gibi. Menevişlere bile içerliyorum şimdilerde, parçalanıp dağılan bir dağı toplamak mı benim harcım? Kim bilir senin dünyanda saat kaç? Kanla kir, bir avuç bakır. Çölden rol kaptım, ama okyanuslar halen bakir. Ve neresinden koptuğuna bakmayalım halatın. Sahtedir nasıl olsa...



Dişler ve pençeler, kırık bir gözlük çerçevesi. Perde açılır ve ne söyleyeceğimi bilemem. Sahici yalanlar anlatıp dururum kendi kendime. Kozmik ve muazzam. Hatıraların masumiyeti, bir müze sanki, bir başka insan gibidir, anılar. Kırmızı bir çiçek koydum masaya, sonra susmasını öğrendim, susaya susaya. Oysa, ölüm yok etmez bizi, sadece görünmez kılar...



Basamak basamak geriledi sevinmesi ve belli ki esrik bir pars safrası gibiydi bahanesi. Tek terdi pervaneyken kelebeklere öykünmekti, fallar çıktı, uzun kuleler dikildi. Lanet kalktı ve yine ufuklar belirdi. Mezarlığın çok ötesinden eski hatıralar getirmiştim, bir asır kadar önceydi ve tedirgindim. Kalıntılar yeniydi ve ölümsüzler sorumsuzdu... Zamanlardan sabahtı ve beklentiler ucuzdu...