Gazeteci Fehim Taştekin, Türkiye’nin Salih Müslim hakkında çıkardığı yakalama kararına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Taştekin, “Salih Muslim, Kobani doğumlu bir Suriye vatandaşı. Türkiye’de ikameti olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da değil. Ancak Ankara’da birilerinin muhtemelen şöyle bir umudu var: Interpol’den kırmızı bülten çıkarırsak bu iş tamamdır. Prag’tan Berlin’e, olmazsa Paris’ten Brüksel’e indiğinde enseleriz! Böylece bir daha Avrupa Parlamentosu ya da Avrupa Komisyonu’nda konuşma yapamaz” ifadelerini kullandı.

 
Taştekin’in Al- Monitör’de yayınlanan, “Salih Müslim’i yakalama kararı Türkiye’ye ne getirir?” başlıklı yazısı şöyle:
 
PKK ile Rojava’daki aktörler arasında ayrım gözetilmediği bir siyasal ortamda, 17 Şubat 2016'da Ankara’da düzenlenen terör saldırısına Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanı Salih Müslim’in de adı karıştırıldı. Cemil Bayık, Murat Karayılan, Fehman Hüseyin, Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal gibi PKK yöneticilerinin yanı sıra Salih Müslim hakkında da yakalama emri çıkarıldı.
 
Salih Muslim, Kobani doğumlu bir Suriye vatandaşı. Türkiye’de ikameti olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da değil. Ancak Ankara’da birilerinin muhtemelen şöyle bir umudu var: Interpol’den kırmızı bülten çıkarırsak bu iş tamamdır. Prag’tan Berlin’e, olmazsa Paris’ten Brüksel’e indiğinde enseleriz! Böylece bir daha Avrupa Parlamentosu ya da Avrupa Komisyonu’nda konuşma yapamaz.
 
Salih Müslim, Türkiye’yi çok iyi tanıyan ve oturup Türkçe konuşabileceğiniz Suriyeli bir Kürt. Suriye’deki kriz boyunca onunla da yollarım sıklıkla kesişti, defalarca konuştum, röportajlar yaptım. İD tehdidi karşısında 22 Şubat 2015’te Süleyman Şah Türbesi’nin sınırdaki Eşme köyüne taşınması söz konusu olduğunda benim ‘kubur kaçırma’ dediğim operasyonun gizli kahramanlarından biri de Salih Müslim’di. İmralı’da tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile Halk Koruma Birlikleri (YPG) arasında gelişen sıra dışı ortaklığı “Eşme Ruhu” diye selamlamıştı. TSK ise benzetmeye sert tepki göstermişti.
 
Ama şaşırtıcı olan bu iş birliği gerçekten yaşandı. YPG türbeye kadar Türk birliğine eşlik etti. Bu işin koordinasyonunu sağlayan da Salih Müslim ile Rojava yönetiminden birkaç yetkiliydi. Kobani Kantonu Eşbaşkanı Enver Müslim ve YPG Komutanı Polat Can da operasyon planı için Ankara’da birkaç gün ağırlandı. Son benimsenen politikalarla ise fiiliyattaki ‘Eşme Ruhu’ iyi komşuluk şansını tepeleyen düşmanca bir çizgiye tepetaklak yuvarlandı!
 
Türkiye’deki resmi makamlar, Salih Müslim’i PKK’li olarak görüyor ve ona göre tepki veriyor. Aslında Apocu olduğunu gizlemeyen Müslim, Kürt coğrafyasında birçok Kürt’ün siyasal profilini yansıtan bir geçmişe sahip. Haliyle onunla ilgili bir karar, sadece PYD değil daha geniş bir çerçevede ‘karşıtlık ilişkisi’ne yol açıyor. Çizgileri birbirinden ne kadar farklı olursa olsun Kürt’ün bir yakası, diğer yakalarını etkiliyor. “Rojava: Kürtlerin Zamanı” adlı kitabım için Salih Müslim’le geçen haziranda gerçekleştirdiğim söyleşinin bir kısmını sözünü ettiğim yaygın profilin daha iyi anlaşılması için burada alıntılamanın tam zamanı:
 
Taştekin:  Bir dönem Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile birlikte olduğunuz söyleniyor. Nasıl oldu da siyasi çizginiz değişti?
 
Müslim:  Ben köylü çocuğuyum. Kobani’ye 7 kilometre mesafede bulunan Şeyran köyünde 1951’de doğdum. Orta ve lise eğitimimi Suriye’de tamamladım. 1970’de İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Fakültesi’ne girdim, 1977’de mezun oldum. Önce Londra’ya gittim sonra Suudi Arabistan’a. 1978’den 1990’a kadar aralıksız Suudi Arabistan’da çalıştım. 1990-1992 arasında oraya gidip geldim. 1993’de Halep’te mühendislik ofisi açıp çalışmaya başladım. Hâlâ Halep Mühendisler Odası’nın üyesiyim. Politik olarak da 1970’lere kadar Mele Mustafa Barzani’nin başlattığı ayaklanma vardı, sempati duyuyorduk.
 
Taştekin:  KDP içinde siyasi faaliyette bulundunuz mu?
 
Müslim:  Hayır, onlarla politik çalışma içinde yer almadım. Lisedeyken bir yurtsever olarak ilgimiz vardı. Ama örgütlenme içinde değildik. Türkiye’de de öyleydik, ilgimiz sempatizan düzeyinde kaldı. İsyan zirvesindeydi, gelişmeler çok ilgimi çekiyordu. İzliyordum, sempatizandım ama örgütsel bir çalışma içinde değildim. Suudi Arabistan’a gidinceye kadar böyleydi. Ondan sonra evlendim. Suudi Arabistan’da da 1980’lerde Türkiye’deki gelişmeleri yakından izliyordum. Türkçe bildiğim için PKK ile ilgili gelişmeleri izleyebiliyordum. Orada da bir sempatizan olarak PKK ile ilgili gelişmeleri takip etmeye çalıştım. Gündemde Irak-İran Savaşı, Halepçe katliamı vardı.
 
Taştekin:  PKK ile örgütsel bir ilişkiniz olmadı mı?
 
Müslim:  Hayır, bir Kürdistan yurtseveri olarak takip ediyordum. Gelişmeler açısından PKK hareket olarak daha öndeydi ve güncelliğini koruyordu, basından takip ediyordum. Ama örgüt ilişkisi yoktu. Suriye’ye gittiğimde Abdullah Öcalan’la Şam’da falan bir iki kez görüştüm. Sempatimiz arttı. Ama sempati düzeyinde kaldı. Suriye’ye döndükten sonra hem Kobani hem Halep’te yaşıyordum. Toplum içinde yerimiz vardı. Toplumla ilgileniyordum. Bu dönemde de politik bir örgütlenme içinde olmadım. 1998’e kadar fikir düzeyinde kendi örgütlerimizi kurmamız gerektiği konusunda tartışmalar yürüttük. Bu tartışmaların sonucunda Suriye Demokratik Topluluğu’nu kurduk. İçinde Araplar da vardı. Bu örgüt 2002’de feshedildi. Sonra PYD’nin oluşumuna yöneldik. PYD oluşumunun öncülerinden biriyim. Ortada bir taban vardı. Sayın Öcalan’ın Suriye’de kaldığı dönemde halk arasında taban oluştu. Biz o tabandan yararlandık. 20 Eylül 2003’te PYD’yi o taban üzerine kurduk. PYD’yi Suriye Kürtlerinin partisi olarak kurduk.
 
Taştekin:  PYD’nin oluşumunda sizinle birlikte hareket edenlerin hepsi Öcalan’ın fikirlerine inanan kişiler miydi?
 
Müslim:  Çoğunluğu benim gibi sempatizandı. Aramızda fikir ortaklığı vardı. Bizi KDP gibi partilerden ayıran düşünce ortaklığıydı.
 
Taştekin:  Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması ve Adana Anlaşması’nın ardından tasfiye operasyonu başladı, PKK kadroları yakalanıp Türkiye’ye teslim edildi. Oluşan boşluğu doldurmak için de PYD kuruldu. Bu açıdan PYD, PKK’nin bir devamı sayılmaz mı?
 
Müslim:  PKK’nin uzantısı değildi, hiçbir zaman da olmadı. Suriye’nin koşulları farklı. Hem rejim hem toplum hem de Araplarla ilişkiler açısından değişiklikler var. PKK dahil diğer Kürdistani hareketlere sempati duyuyorduk ama bizim derdimiz başkaydı. PYD, Suriye’ye yönelik.
 
Salih Müslim ayrıca türbe operasyonunda PYD ve YPG’nin rolüne dair bana şunları söyledi: “Sayın (Dışişleri Müsteşarı) Feridun Sinirlioğlu’na sorarsanız, tüm cevaplar onda var. Onlar Ankara’da kriz masası kurmuştu, ben İstanbul’daydım. Telefonları bende vardı. Olası bir durumda Kobani’yi arayıp müdahale edecektim. Aramam gerekmedi. Her şey normal geçti. Bittikten sonra arayıp bildirdiler: ‘Tamam başardık, bitti, sağolun, teşekkürler.’ Ben de çekip geldim. Bu kadar.”
 
Salih Müslim, farklı zamanlarda da Türkiye’ye gelip gayri resmi görüşmeler yaptı. Kendisiyle yaptığım tüm görüşmelerde olumlu mesajlar veren Müslim Türkiye ile hep iyi ilişkiler istediklerini, kesinlikle tehdit oluşturmadıklarını vurguladı. İD ve Nusra gibi örgütler üzerinden geliştirilen vekâlet savaşlarına ve doğrudan taciz atışlarına rağmen bu tutumlarının değişmeyeceğini belirtti. Üstelik bunları Türkiye sınırlarından beslenen örgütlerle girilen çatışmada oğlunu yitirmiş bir baba olarak söylüyordu.
 
‘Bin Xet’ten (hattın altı) gelen bu tür sıcak mesajlar hem “Kürt akraba toplulukları” ile ilişkilerin normalleşmesi hem de Türkiye’nin kendi iç barışına olumlu katkı sağlaması açısından önemliydi. Hükümet, Ser Xet’te (hattın üstü) olduğu gibi Bin Xet’te de tehditkâr bir yolu seçerek Kürt akraba topluluklarıyla temiz bir başlangıç yapma şansını değerlendirmedi.
 
Türkiye içinde Kürtlerle barış süreci yerini çatışmaya bırakırken Rojava’ya karşı da çok boyutlu bir strateji devreye girdi. Türk askeri 24 Ağustos 2016’da İD ile mücadele adı altında Cerablus koridorundan sahaya sürüldü. YPG’nin önderliğindeki güçlerin Menbic’ten sonra Cerablus’u İD’den temizlemesi engellendi. Ankara'ya göre Kürt koridoru önlenmiş oldu.
 
Türkiye’nin El Bab ve Rakka ile ilgili hesapları ise Rojava’daki özerklik hareketini felç etmeye yönelik. Askeri açıdan önleme ve çevirme hamlesine siyasi ve diplomatik savaş eşlik ediyor. Ancak Ankara şimdiye kadar PYD ve YPG’nin uluslararası alanda meşruiyet kazanmasını önleyemedi. Rojava’daki özerklik hareketi, ekim 2014’ten beri İD’e karşı ABD’nin ortağı konumunda. Salih Müslim de Türkiye’nin ortaklık ilişkisi içinde olduğu pek çok AB kurumu tarafından ağırlanıyor. Avrupa başkentlerinde siyasi partiler ve sivil örgütler tarafından büyük bir iltifatla karşılanan Müslim ve PYD’yi mahkûm eden çıkışlar orada karşılık bulmuyor. Aksine, Rojava karşıtı bütün bu hamleler “İD’le mücadele eden bir gücü yok etme girişimi” olarak görülüyor. Bu açıdan, Türkiye’nin PKK için benimsediği stratejiyle PYD konusunda yol alması imkânsız. Dahası, Suriye’de çözüm süreci için kurulacak masada eninde sonunda Salih Müslim de olacak. Son Cenevre Konferansı’nda olduğu gibi Ankara’nın “PYD varsa biz yokuz” resti bu kez havada kalabilir.