Gazeteci Fehim Taştekin, Suriye ordusunun denetimine geçen Halep’teki tahliyeleri ve Türkiye’nin mevcut durumdan sonra izleyeceği muhtemel politikaları yazdı.

TSK’nın Suriye’de başlattığı ‘Fırat Kalkanı’ harekatını değerlendiren Taştekin, "Ankara’nın Fırat Kalkanı’nın savaşçı potansiyelini büyütüp, ABD’yi Kürtlerle ortaklıktan vazgeçirmeyi umduğu sır değil. Bunun da ötesinde Ankara, Ruslarla iş birliğinin verdiği fırsatı da değerlendirerek Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin liderliğindeki özerklik yapılanmasını tamamen bitirmek için Rojava kantonlarına yönelik kapsamlı bir savaş arzuluyor" dedi.

Gazeteci Fehim Taştekin’in Al Monitor’de yayınlanan, “Halep’ten sonra Türk’ün senaryosu” başlıklı yazısı şöyle:
 
Suriye’de silahlı muhalefetin devrimin başkenti yapmak için altı yıldır savaştığı Halep’i tamamen kaybetmesi dengeleri önemli ölçüde değiştirse de kanlı sahnede perde henüz inmedi. Yeni Başkan Donald Trump’ın koltuğa oturmasını bekleyen ABD’nin rölantiye durumu, Rusya ve İran’ın Türkiye’yi markaja alarak Halep’te planlanan cerrahi operasyonu tamamlamalarına fırsat verdi. Halep’ten çıkartılan savaşçılar ve aileleri İdlib’e transfer edildi.
 
Merak edilen konu Rusya’ya verdiği “Nusra Cephesi’nin Halep’ten çekilmesi” sözünün gereği kuşatılmış bölgeden silahlı örgütlerin çıkmasına arabuluculuk eden Türkiye’nin bundan sonrası için nasıl bir strateji kurguladığıdır. Dört boyutlu bir kurgudan söz edilebilir:
 
Türkiye Halep’ten İdlib’e tahliye edilen ancak İdlib’in hakim gücü Nusra Cephesi ile de sorunları olduğu için burada barınması güç olan bazı grupları Hatay sınırından Türkiye’ye geçirip Kilis üzerinden kuzeydeki cebe yani Azez-El Bab hattına sokmak istiyor. Burada hedef yeni savaşçılarla Fırat Kalkanı Harekâtı’nın saha unsurlarını güçlendirmek.
 
Sultan Murat Tugayları’ndan bir üst düzey bir yetkilinin Reuters haber ajansına Halep’ten çıktıktan sonra Fırat Kalkanı’na katılacaklarını söylemesi dikkat çekti.
 
El Cezire Türkçe de muhalif kaynaklara dayanarak İdlib’e geçen Sultan Murat, Fatih Sultan Mehmet ve Nureddin Zengi’ye bağlı birliklerin buradan Türkiye üzerinden İslam Devleti’nden (İD) temizlenmiş olan El Rai ve Carablus’a geçip El Bab kuşatmasına katılacağını yazdı.
 
Sultan Murat Tugayları ve Ahrar’uş Şam gibi örgütlere bağlı birimler hâlihazırda Fırat Kalkanı’nda yer alıyor. Yine de Halep’ten çıkan bütün örgütlerin Türk ordusunun himayesinde asker olmak için can attıkları söylenemez. Fırat Kalkanı’yla Suriye yönetimini hedef alan savaşçı potansiyelinin bölündüğünü düşünen ve Halep’in kaybedilmesinden Türkiye’yi de sorumlu tutanlar var. Ancak İdlib’e kayanların Nusra Cephesi ile sorunlar yaşaması muhtemel ve bu durumda ya silahları bırakıp davadan dönecekler ya da Türkiye’nin sunduğu kapıdan geçecekler.
 
İslam Devleti’ni sınırlardan uzaklaştırma adına başlatılan Fırat Kalkanı’nda asıl amaç başından beri değişmiş gözükmüyor: Kürtlerin harekât planını bertaraf etmek. Malum Kürtler başlangıçta Kobani ve Afrin kantonları arasında Türkiye sınırlarına paralel olarak Cerablus-Azez üzerinden koridor açmak niyetindeydi. Fırat Kalkanı ile bu plan önlenince Kürtler bu kez 40-50 kilometre güneyde El Bab’ın hemen üzerindeki Kürt yerleşimlerinin sunduğu avantajla Menbic ile Afrin’in güney doğusu arasında bir koridor açmaya yeltendi. Fırat Kalkanı’nıyla El Bab’ın dibine kadar giden Türkiye bu hamlenin de önünü kesti. ABD’nin Kürtlerin öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri’ni Fırat’ın batısında pasif pozisyonda tutma çabası da Türkiye’nin işini kolaylaştırdı.
 
Ankara’nın Fırat Kalkanı’nın savaşçı potansiyelini büyütüp, ABD’yi Kürtlerle ortaklıktan vazgeçirmeyi umduğu sır değil. Bunun da ötesinde Ankara, Ruslarla iş birliğinin verdiği fırsatı da değerlendirerek Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin liderliğindeki özerklik yapılanmasını tamamen bitirmek için Rojava kantonlarına yönelik kapsamlı bir savaş arzuluyor.
 
Fırat Kalkanı ile ilgili hesaplara paralel olarak ‘Halep’i ver El Bab’ı al’ diye karikatürize edilen bir alışverişten bahsediliyor. Hiçbir temele dayanmasa da bu senaryonun, Ankara’nın niyetlerine tekabül eden bir tarafı olmalı. Türk hükümeti beş yıldır Amerikan yönetimine kabul ettiremediği tampon bölge ya da korunaklı alan oluşturma konusundaki takıntılı tutumunu bu kez Rusya ve İran’la pazarlıkların bir parçasına dönüştürmeye çalışıyor.
 
Donald Trump’ın 15 Aralık’ta yaptığı “Suriye’de güvenli bölgeler kuracağız” açıklaması da Ankara’yı cesaretlendirdi. Hükümete yakın Türk medyası bunu “Trump ikna oldu” diye verdi.
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tampon bölge oluşturup sığınmacıları buraya yerleştirme önerisini son olarak 4-5 Eylül’de Çin’de düzenlenen G20 Zirvesi’nde liderle paylaşmıştı.
 
Halep’teki hezimetten sonra cephe hattı kaçınılmaz olarak Türkiye sınırlarına doğru kayacak. Ankara tampon bölgeyi İdlib’e biriken silahlı gruplar, bunların aileleri ya da bölge sakinlerinin Türkiye sınırlarına yüklenmesini önleyecek çare olarak görüyor. Aynı şey Kilis’in karşısında 95 kilometre genişliğinde 40 kilometre derinliğindeki cep için de geçerli. Türk Kızılay’ı İdlib’de 10 bin kişilik çadır kent kurmak için hazırlık yapıyor. Kızılay Başkanı Kerem Kınık “İdlib içerisinde sınırımıza altı-yedi kilometre mesafesi olan bir bölgede çalışmalar yürütülüyor. En kısa zamanda kapasite oluşturulmuş olacak. Alt yapı hazırlığı 10 bin çadır için yapılıyor. Ama sanırım o rakama ihtiyaç duymayacağız” dedi. Kızılay dışında İHH gibi örgütler de çadırlar kuruyor.
 
İdlib ve Azez-El Bab ceplerindeki kurtarılmış alanlar üzerinden Şam’la pazarlık masasına oturmak da işin başka bir boyutu. Fiili tampon bölge Türkiye’nin elde kalan silahlı grupların tamamen yok olmasını önlemek ve bunları olası siyasi bir süreçte masaya sürmek için de koz işlevi görecektir. Bu çerçevede, Rusya da askeri operasyonları derinleştirirken siyasi müzakere mekanizmasını devreye sokmak istiyor. Rus lider Vladimir Putin, ABD ve Körfez ülkeleriyle Cenevre odaklı siyasi çözüm sürecine paralel olarak Türkiye ile birlikte silahlı gruplarla Kazakistan’da bir müzakere masası kurmayı planlıyor. Putin yeni müzakerelerin Astana’da olabileceğini belirterek “Bir sonraki adım bütün Suriye’de bir ateşkes anlaşmasına ulaşmak olacaktır. Türkiye’nin arabuluculuğunda silahlı muhalefet üyeleriyle müzakere ediyoruz” dedi.
 
Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev bu tür bir girişime ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu açıklarken Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın da Putin’in teklifine olumlu baktıklarını söyledi.
 
Bu, barış inisiyatifinin Batı’dan Asya’ya kayması bakımından da çok yeni bir durum. Tabi, bu girişimin anlamlı bir sonuç vermesi sahada etkili olan silahlı grupların öteki finansörlerinin tutumuna bağlı. ABD ile birlikte Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel ortakların olası karşı hamleleri hesapları zora sokabilir.