Mezopotamya yüzyıllar boyunca Batının ilgisini çeken bir bölge oldu. Burada kurulan medeniyetler modern kültürün şekillenmesinde nasıl bir rol oynadı?

"Babil'in Asma Bahçeleri, Babil Kulesi, Nebukadnezar ve Tufan herkesin duymuş olduğu şeylerdir. Yani Mezopotamya sandığınızdan daha bildik bir yer" diyor Louvre Müzesi'nin Orta Doğu eserleri küratörü Ariane Thomas.

Louvre'un Fransa'nın kuzeyindeki Lens kentinde yer alan şubesinde "Tarih Mezopotamya'da Başlar" adıyla 500 nesneyi içeren yeni bir sergi açıldı. Sergide Mezopotamya tarihinin MÖ 4000'li yıllarda yazının bulunmasıyla başlayan ve MÖ 331'de Büyük İskender'in Babil'i ele geçirmesiyle sona eren 3000 yıllık bir kesiti ele alınıyor.
 


Sergideki ilk galeri 19. yüzyılda arkeologların kazılara başlamasıyla Mezopotamya'nın 'yeniden keşfini' konu ediniyor. İncil'de ve klasik metinlerde söz edildiği kadarıyla bilinen Asur ve Babil imparatorlukları hakkında daha fazla bilgi edinmeyi amaçlıyordu bu kazılar.

Bu çalışmalarda Musul'un biraz kuzeydoğusunda Asurluların başkenti Horsabad bulunmuş, Sümerler hakkında da yeni keşifler yapılmıştı.
Bunun üzerine Batı Avrupa Mezopotamya'ya daha fazla ilgi duymada başladı. Oxford'daki Ashmolean Müzesi'nden Paul Collins bu ilginin kaynağını bu medeniyetlerin imparatorluk ve kral gibi aşina oldukları olguların yanı sıra İncil'de ifade edilen egzotik dünyayı yansıtmasına bağlıyor.
 
İki nehir arasındaki topraklar

20. yüzyılda Mezopotamya artık resimden mimariye, reklamdan filmlere (1973 yapımı Şeytan filmindeki Pazuzu Mezopotamyalı bir şeytandır) kadar birçok alanda esin kaynağıdır. Bugün ise aynı rolü video oyunlarında oynuyor (Marvel Comics evrenindeki Pazuzu).
Peki Irak'tan Suriye'ye ve Türkiye'ye kadar uzanan bu bölgenin medeniyetleri bizleri çok daha derinden etkilemiş olabilir mi?
 
Bu sorunun cevabı 'evet'tir. Fakat bunun ayrıntılarına geçmeden önce Mezopotamya'nın anlamına bir bakalım.

Bu bölgeye ismini veren Antik Yunanlılardır. '"İki nehir arasındaki topraklar" anlamına gelir, yani Fırat ile Dicle nehirleri arasında kalan bölge. Bu bölge "medeniyetler beşiği" olarak nitelenir. İnsanın MÖ 6000 yıllarında avcılık ve toplayıcılığı bırakıp kurulu düzene geçerek tarıma başladığı yeni yaşam biçimi bu topraklarda yeşermiştir.


 
Bugünkü Irak ve Kuveyt topraklarında hüküm süre Sümerler güney Mezopotamya'da ilk sulama kanallarını kurmuş, Uruk gibi ilk şehir devletlerini kuran bir yönetim sistemi oluşturulmuş ve bu daha sonra krallığa ve imparatorluğa evrilmiştir.

'İlk'ler diyarı

Mezopotamya'nın farklı aşamalardan oluşan uzun tarihi kendine özgü gelenekleri, efsane ve söylenceleri, dini inançları olan ileri bir kültürü ifade eder.

MÖ 3200 yıllarında yazıyı bulan Sümerler bu kültürün tabletler yoluyla bugüne ulaşmasını sağlamıştır. Bu tabletlerin çoğunda görülen damgalar da Mezopotamya'ya özgü bir teknolojidir.
 
Collins Mezopotamya'yı süngere benzetiyor. "Ne zaman yeni insanlar bölgeye gelse Mezopotamya'nın uzun bir geçmişe dayanan geleneklerini benimsemiştir. Yönetim sistemi ve dini inançlar bakımından bir süreklilik görülüyor bu bölgede" diyor.

Mezopotamya bu eski tarihinden dolayı birçok alanda 'ilk'ler içeriyor. Arkeologlar çömlek çarkı gibi teknolojik buluşları, matematik, tıp ve astronomideki gelişmeleri, 60 dakika üzerinden zaman hesaplama sistemini, hatta bira, süt ürünleri ve dokumanın kökenini Mezopotamya'ya dayandırıyor.
 
'Dışa dönük ve dinamik'

Serginin küratörü Ariane Thomas'a göre Mezopotamya'nın coğrafi konumu bütün bu başarılarda önemli rol oynadı. "Mezopotamya Orta Doğu'nun merkezinde yer alıyor. Kurak toprakları sulama yoluyla verimli kılınırken, kereste, taş, metal gibi önemli doğal kaynaklardan yoksun olması dışa açılmasını gerektirdi." Bu ise buradaki medeniyetlerin dışa dönük ve dinamik olmasını sağladı.
'Dağlar ve Ovalar: Antik İran ve Mezopotamya' adlı yeni kitabında Paul Collins Mezopotamya'da yapılan heykellerde kullanılan metallerin İran'ın dağlık bölgelerinden geldiğini söylüyor. Aynı şey Babil Kulesi'ne de esin kaynağı olan, Babil gibi Mezopotamya kentlerine özgü çok katlı kerpiç yapılar (zaguratlar) için de geçerli. (Son yıllarda IŞİD bu önemli tarihi eserlere büyük zarar verdi.)


 
Fakat Collins Mezopotamya'daki buluşları tek tek sıralamanın, "Sümerleri her şeyin kaşifi olarak anmanın" tarihi çarpıtmak anlamına geleceğini söylüyor. Bunun yerine arkeologların artık Mezopotamya'yı dışarıdan etkileyen güçler üzerinde durduğunu belirtiyor.
"Mezopotamya farklı halkları barındıran bir yerdi. İnsanlar farklı diller konuşuyor, muhtemelen farklı kültürler yaşıyordu. İnsanlar çoğunlukla işi basitleştirip Sümerlerden Asurlardan bahseder; oysa burada çok daha karmaşık bir toplum söz konusuydu."
 
Kentlerin önemi


Collins'e göre Mezopotamya'nın modern dünyaya en önemli katkısı, bu dinamik etkileşimin gerçekleştiği alan olarak kentler olmuştur.
"Yüzyıllar boyunca binlerce insanı barındıran dev kent merkezlerinin geliştiğini görüyoruz. Bu insanları bir arada tutan şeyin ne olduğunu bilmiyoruz. Çevre, kaynak idaresi gibi birçok etken söz konusu olabilir. Ayrıca insanların desteği için zorlayan veya teşvik eden önemli bireyler de olmuş olabilir."
 
Şöyle devam ediyor Collins: "Ancak şehirler bir kez kuruldu mu bir daha durmazlar. Mezopotamya bugün bizim çözüm aradığımız birçok sorunla en erken tanışan bölgedir. Çok sayıda insanın bir arada yaşaması nasıl idare edilir? Bu insanlar nasıl beslenir? Nüfus artışıyla nasıl baş edilir? Yazı ve silindir damga gibi idari araçları yaratan hangi teknolojiler toplumda hiyerarşi ve anlam ifade ederek kolektif kimlik duygusunu yaratır? Bu nedenle, bugün düşündüğümüz şekliyle kentler, Mezopotamya'dan bize kalan en büyük mirastır."



Kaynak: BBC Türkçe / Alastair Sooke