Berlin’de Zentrum Moderner Orient’te (Modern Doğu Merkezi) doktora sonrası çalışmalarını sürdüren ve doktora tezini Van’daki soykırım süreci üzerine yazan antropolog Yektan Türkyılmaz, Tarih Vakfı’nda yaptığı ‘Ermeni Soykırımı’na ‘Giden Yolu’ Yeniden Düşünmek: Temmuz 1913 - Ağustos 1914’ başlıklı sunumu üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Agos'tan Emre Can Dağlıoğlu'na konuşan Türkyılmaz, "Türk milliyetçiliği diye bir şey olmasa bile, rahatlıkla Ermeni Soykırımı yaşanabilirdi," diyor. Türkyılmaz, Kürtlerin soykırım sürecine katılımı ile ilgili tartışmalara ilişkin olarak da, "Kürtlerin çoğu, oraya Kürtlük davasıyla gitmediler. Soykırıma aktif katılanların büyük kısmı, orada ‘Allah için’ savaştılar. Kürt meselesinin ortaya tam olarak çıkışına kadar gruplar arasındaki kitlesel çatışmalardaki kelime dağarcığımız din üzerine kurulu. Bana öyle geliyor ki, bugün 'Müslümanlar kimlikleriyle yüzleşsin' diyemeyenler, 'Kürtler kimlikleriyle yüzleşsin' diyorlar," değerlendirmesinde bulunuyor.

Yektan Türkyılmaz'ın Agos'a verdiği 'Türk milliyetçiliği olmasaydı da Ermeni Soykırımı yapılabilirdi’ başlıklı röportajı şöyle:

Soykırıma giden yolun belirleyici etmenlerinin neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Öncelikle şunu söyleyeyim, soykırımlar çok karmaşık olaylardır. Tek bir nedene bağlanamaz. İşte, şu nedenle oldu demek, çok zordur. Mesela, ABD’de Clinton yönetimi döneminde, muhtemel bir soykırımın yaşanıp yaşanmayacağını öngörmek için milyonlarca dolar harcanan bir proje yapıldı.  Önde gelen siyaset bilimciler ve sosyologlar da bu işin içindeydi ve bu projenin esas sorusu şuydu: “Olması muhtemel soykırımlar için erken uyarı sistemi kurulabilir mi?” En sonunda geliştirilen modelin, daha önce olmuş olan soykırımların yüzde 74’ünü açıklayabildiği  görüldü. Yine de, bu modeli geliştirenlere göre bile, daha önce yaşanmış olan bir soykırımla her şeyin aynı şekilde geliştiği başka bir vakada soykırım yaşanmayabiliyor. Elbette ki, Ermeni Soykırımı’nın da arka plan koşulları vardır ve bunun içine, insanların dinler üzerinden tanımlandığı millet sistemi bile girebilir. Dolayısıyla, bence Ermeni Soykırımı’nı oluşturan etmenlere zemin sağlayan I. Dünya Savaşı da bu arka plana girer. Fakat ben bu konuda en çok ‘kolektif siyasi aktörler’in altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü soykırım, soykırım yapanların isteğiyle olur. Bu kadar basittir aslında. Canları öyle istedi demek istemiyorum. Elbette ki, birçok etmenin bir araya gelmesi gerekiyordu ve birçok şey bir araya gelmişti. Ancak bu tür etmenlerin bir araya geldiği başka bir vakada soykırım olmayabilir. Ermeni meselesinin de bir ansiklopedide iki sayfa olarak yer almasıyla sayfalarca yer alması arasındaki farkı sağlayan da, kolektif siyasi iradenin varlığıdır.

Bu iradeyi mümkün kılan nedir?

Bu iradenin varlığını mümkün kılan şey, I. Dünya Savaşı’dır. Savaş, siyasi iradeyi ortaya koyan aktörlerin savaştan önceki pozisyonlarını devam ettirmeyip yeni pozisyonlar geliştirmelerine neden oldu. Zaten Ermeni Soykırımı, bu yüzden öngörülemez ve önceden tahmin edilemez bir şeydir.

İttihat Terakki ile Taşnaklar arasında süren reform tartışmaları veya Balkan Savaşları’ndan sonra yükseldiği söylenen Türk milliyetçiliğinin etkisi nedir?

Reform tartışmaları, elbette ki çok çok etkili. Milliyetçiliğin etkisini de tartışmıyorum. Ancak benim söylediğim şey, bunların etkisiyle çizgisel anlamda yükselen bir gerilimin soykırıma yol açmadığı. Belirli bir kırılma anından sonra, bu gelişmeler geriye doğru okunarak bu patlamanın kaynağı olarak belirlendi. Siyasi aktörlerin 1913 Aralıkı’nda veya 1914 Martı’nda reformla ilgili neler düşündükleri değildi esas mesele. Çünkü reform müzakerelerinin yapıldığı masadan tüm kesimler, bir şeyler bırakarak ama bir şeyler de alarak kalktılar. Osmanlı’nın savaşa girdiği Kasım 1914 ile Ocak 1915 arasındaki dönemde, siyasi aktörler tarafından tüm bu geçmiş yeniden değerlendirildi. Biz, tarih yazarken, bunlar olduğu için bu aktör bunları yaptı şeklinde okuyoruz. İşte orada bir sıkıntı var.

Tüm bu etmenlere bugünden bakıp mı değer atfediyoruz, yoksa dönemin aktörleri de bu etmenlere değer atfediyorlar mı?

Onlar da atfediyorlar tabii ki. Ancak tek değer atfetmiyorlar. Fakat o dönemde tüm bu etmenler tartışmanın parçasıyken de, başka senaryo olasılıkları vardı. Başından “Ermeniler başka bir oyun oynuyorlar” diye düşünenler de var, ancak mesela Nisan 1914’te Bitlis’teki Kürt isyanından sonra, Ermeniler için reform şart diyen İttihatçılar da var. Tabii bu noktada söylemsel bir mücadele de var. Reform, o dönemde herkesin istediği ve dillendirdiği bir anahtar kelime. Mesele, bunun altının nasıl doldurulacağı. Bir Osmanlı reformu mu olacak, Ermenistan reformu mu, yoksa Doğu reformu mu? Bunun üzerinden bir rekabet de var. Demek istediğim şey, bir kırılma noktasından sonra, katlanılabilir gördükleri bir şeyi, yaşamsal sorun olarak görmeye başladıkları.

Kasım 1914’e kadar gelen sürece baktığımızda, Ermeniler ile Türkler arasındaki ilişkide ne görüyoruz? II. Abdülhamid döneminde başlayan şiddet dalgasının 1915’te nihai çözümle son bulması olarak mı okumamız gerekiyor?

En olmayan şey bu aslında. Soykırımı böyle yorumlamak, tam da nedensellik arayışı içinde olmak demek. Yani bir soykırım tarihçisi olarak, yaşanan süreci bilerek, bu gerilimin nasıl olduğuna baktığınızda, ‘Gerilimi düşürme şansı olan şeyler neydi?’ diye bakmanız gerekir. Çünkü soykırımlar kaçınılmaz olaylar değildir. Milliyetçilikler veya ideolojiler soykırım yapmaz, soykırımı insanlar yapar. Bunu yapan insanlar da kanlı canlı, gerçek insanlardır. Bu yüzden, tüm soykırımlar gibi Ermeni Soykırımı da öngörülemezdi. Ermeni Soykırımı’nı nevi şahsına münhasır yapan özellik de tam da bu noktadır. Çünkü Ermeni Soykırımı, en beklenmedik anın arkasından geldi. Yani buradaki soykırıma giden gerilim aşamalı olmadı, aksine bir anda patladı. Bu demek değil ki, bu patlamanın öncesi bir kenara bırakılmalıdır, aksine, çok daha detaylı olarak çalışılmalı. Örneğin, 1894-6 Katliamları, hiçbir şeyi göstermese, Ermenilerin ‘kırılabildiğini’ gösterdi veya milliyetçi söylem, Ermeni’nin kim olduğunu tanımladı en azından. Aynı şekilde, reform tartışmaları, Ermenilerin beşinci kol olarak nitelenebileceğini gösterdi. Ama bu soykırımın sebebi milliyetçilik değil, hatta bu soykırımın Türk milliyetçiliğini kurduğu veya temelini attığı bile söylenebilir. Bu yüzden, Ermeni Soykırımı’nı anlamak için, tüm bu süreci mikroskop altına almamız gerekiyor.

Türkiye’de kısa bir geçmişi olmasına rağmen, Ermeni Soykırımı üzerine yapılan çalışmaların kabuk değiştirdiği gözleniyor. Ermenice bilen, soykırımı yerel düzlemde ele alan ve farklı bir tarih okuması yapan bir sosyal bilimci kuşağı yetişiyor. Hâlihazırda Berlin’de Zentrum Moderner Orient’te (Modern Doğu Merkezi) doktora sonrası çalışmalarını sürdüren antropolog Yektan Türkyılmaz, bu kuşağın önemli bir ismi. Doktora tezini Van’daki soykırım süreci üzerine yazan Türkyılmaz’la, Tarih Vakfı’nda yaptığı ‘Ermeni Soykırımı’na ‘Giden Yolu’ Yeniden Düşünmek: Temmuz 1913 - Ağustos 1914’ başlıklı sunumu üzerine konuştuk.

Ermeni siyasetinin önce gelen üç ismi Krikor Zohrab, Armen Garo (Karekin Pastırmacıyan) ve Vartkes Serengülyan, I. Dünya Savaşı’nın başladığı Temmuz 1914’ten üç gün sonra Zohrab’ın Büyükada’daki evinde toplanır ve savaş üzerine bir bahis oyunu oynarlar. Tablodaki sekiz sorudan oluşan oyunda, savaşın sonunda en çok isabetli tahmini yapan kişi onuruna Tokatlıyan Oteli’nde davet verilecektir. Türkyılmaz, Ermenilerle ilgili olan son iki soruya verilen cevaplara dikkat çekerek, Ermeni siyasetçilerinin soykırımdan kısa bir zaman öncesine kadar geleceğe ne kadar iyimser baktıklarını gösteriyor.

Ermeni Soykırımı, neden hiç beklenmedik bir andan sonra gerçekleşti?

Bunu ben söylemiyorum sadece, dönemin ileri gelen Ermenilerinin hepsi söylüyor. Dönemin Ermenilerinin iyimserliğini de ben icat etmedim, bunu söyleyen birçok Ermeni tarihçi var zaten. Bu iyimserliği şimdiye kadar sorunsallaştırmamak ayrı bir mesele. Bunu sorunsallaştırmayınca, geriye kalan tek şey, böyle bir felaketin gelişini beklemeyen insanlara naif demek oluyor. Hâlbuki Taşnakların önde gelen liderlerinden ve tarihçisi Simon Vratsyan, savaş patlak verdikten sonra bile “Ermeniler için muhteşem bir ufuk yükseliyor diye düşünüyorduk” diye yazıyor. Bunu yazdıktan hemen sonra, başka tarihçiler “Osmanlı Ermenileri uçurumun kenarındaydı” diyorsa, yani meselenin aktörü bunu öyle görmüyorken, tarihçi öyle görüyorsa, bunun iki sebebi olabilir. Bir, olayın aktörleri gerçekten naiftiler. İki, Ermeniler çok büyük bir komployla karşı karşıyaydılar. Çok büyük bir komployla karşı karşıya olmadıklarını artık biliyoruz. Yani Ermeni Soykırımı, bazılarının sandığı gibi uzun süredir planlanan bir proje değil. Naif demek de açıkçası haksızlık olur. O zaman, bize tek bir ihtimal kalıyor; bu durumu açıklamak.

Bu durum, tüm Ermeniler için mi beklenmedik?

Patrikhane için beklenmedik değil. Patrikhane, zaten 1909 Adana Katliamı’nın ardından “İttihatçılar bize bir oyun oynayacaklar” diye düşünüyor. Fakat tarihin Patrikhane’yi haklı çıkarması, onların süreci doğru okuduğu anlamına gelmiyor. Sosyalist Hınçaklar, neredeyse 1908’den beri, “Tamam, Meşrutiyet iyidir ama İttihatçılardan müttefik olmaz” diye bakıyorlar. Liberal Ramgavar Partisi, “Ben kendi devrimcimden bile hoşlanmıyorum, Osmanlı devrimcisine hiç bulaşmam” diyor. Geriye tek bir aktör kalıyor: Taşnaktsutyun. Taşnakların çoğunluğu açısından ise soykırım beklenmedik bir şey. Bu ileri gelenlerin yazdıklarına baktığınızda, özellikle Eylül 1914’te böyle bir şey olacağı akıllarına bile gelmiyor. Bunu gösteren bir ipucu da, aynı zamanda Ermeni Soykırımı’na karşı örgütlü Ermeniler arasında çok az direniş olması. Bu kadar az direniş olması, gerçekten çok ilginç. Soykırıma karşı fiziki direnişin olduğu yerlere baktığımızda da Taşnaklar dışındaki aktörleri görüyoruz. Mesela Şebinkarahisar’da direnişi örgütleyen Hınçaklardır. Taşnakların en ağırlıklı olduğu yer olan Van’daki direnişte de en önde Ramgavarlar vardı. Taşnaklar daha örgütlü ve hazırlıklı bir biçimde direnmiş olsalardı bile bunun sonucu etkileyip etkilemeyeceğini bilmiyoruz ama Taşnaklar arasında yine de böyle bir çaba olmadığı anlaşılıyor. Çünkü hiç beklemiyorlar ve âdeta paralize oluyorlar.

Neden Taşnakların iyimserliği, diğer kesimlerin kötümserliğinden daha önemli?

1908-1914 arasındaki dönem, Taşnaktsutyun’un Osmanlı Ermenilerinin temsiliyet yetkisini kazandığı bir zaman dilimi. Bu dönemi, Krikor Zohrab, “Patrikhane’nin koridorları boş kaldı” diye anlatıyor. Bir bakıma, 1908’de Ermeniler için iki devrim oldu diyebiliriz. Birincisi, bildiğimiz II. Meşrutiyet Devrimi. İkincisi ise Ermeni toplumu içinde yaşanan devrim. Bu devrimle, Ermeni toplumunun karar merkezi, hızlı bir şekilde Patrikhane’nin bulunduğu Kumkapı’dan seküler Ermenilerin yoğunlaştığı Pera’ya taşındı. Yine Pera’nın altını çizmek istiyorum, çünkü devrimci örgütlerin gazete binaları Beyoğlu’ndaydı. Bu devrimle, Osmanlı Ermenilerinin temsiliyet ve muhatap alınma yetisi Taşnakların eline geçti. Taşnaklar, Ermeni toplumunun tüm kurumlarına sirayet etti ve İttihatçılar, bunu özellikle desteklediler. Van gibi yerlerde Taşnakların silahlanması destekleniyor ve bu dönemde, Taşnakların Taşnak olmayan Ermenileri öldürmeleri bile neredeyse serbest.


İlk fotoğraf, 1913 tarihinde Van’ın şehir merkezi. İkincisi de 1915’te yaşanan katliamlar sonrasında Van’ın şehir merkezi.

Bahsettiğiniz kırılma noktasının yaşanmasına savaş mı sebep oluyor, yoksa savaş buna zemin mi sağlıyor?

Savaşın kendisi soykırımcı değildir elbette. Savaş, soykırıma zemin hazırlıyor. Savaş, dönemin siyasi aktörlerine yepyeni pozisyonlar sağlama kabiliyeti veriyor. Savaş, aktörlerin, yani İttihatçılar ile Taşnakların gözündeki muhtemel senaryoları çoğaltıyor. Burada aktörlerin sorumluluğu devreye giriyor. İttihatçılar, bu sorumluluğu alarak, yani panikle ve korkuyla değil; başka şeyler yapabilecekken, Ermenilere soykırım uyguladılar.

Yeni pozisyonlar derken neyi kastediyorsunuz?

Savaş öncesi duruma bakınca, günü bir şekilde kurtarmayı hedefleyen bir politika görüyoruz. Savaşla beraber ise, İttihatçılar, her şeyi yeniden gözden geçirme imkânı buldular. Taşnaklar içinse öncelikle şunu söyleyeyim: Taşnakların siyaset yaparken her zaman önce Ermeni toplumunun esenliğini düşündükleri zannından vazgeçmeliyiz. Onların da kendi örgütsel çıkarları çok önemliydi. Meseleyi, ideolojiler üzerinden okuduğumuzda zaten şöyle bir sorun oluyor, Taşnaklar ile Hınçaklar arasında ideolojik olarak da pek bir fark yok. Fark ve dolayısıyla rekabet, sadece örgütsel çıkar üzerinden yürüyor. Ayrıca tek bir Taşnaktsutyun’dan da bahsedemiyoruz. İçlerinde, rolleri çalınan bir grup da var. Erzurum’a baktığınızda, savaş çıktığında, “Biz bu durumu hasarsız biçimde atlatalım” diye bakanlar da var ve onlar çoğunlukta. Tarihte, bir Osmanlı-Rus Savaşı olduğunda, her zaman faturanın Ermenilere çıktığını biliyorlar. Bu anlamda, Osmanlı’daki Taşnakların ağırlıklı bir kısmı, zaten Osmanlı savaşa bulaşmasın istiyor. Ancak bir de ‘iyimserler’ var. Balkan Savaşları’nı zar zor atlatmış bir yönetimin gidici olduğunu düşünüyorlar. Olaya ‘iyimser’ bakanların başında da Armen Garo geliyor. Zaten felakete giden yolun taşlarını döşeyenler de her gruptan ‘iyimserler’. Özellikle felakete yol açan ise iyimserlikle fırsatçılığın bir araya gelmesi. Taşnakların bu yönde politika belirleme sürecinde, Fransa, Cenevre ve Tiflis’teki grupları da hesaba katmak gerekir. Sonunda, eğer Rusların savaş planının bir parçası olunursa, her şeyin çok güzel olacağı kararı çıkıyor. Buna rağmen, her yerdeki gruplardan bu karara çok ciddi itirazlar geliyor. Zaten Haziran 1914’te Taşnakların dergisindeki başyazı, “Siz halen Ruslardan bir şey mi bekliyorsunuz?” minvalinde. Savaş, işte böyle bir pozisyon değişikliğine zemin sağlıyor.

Bu, soykırımın neden yapıldığını açıklar mı?

Hayır, açıklamaz. Bu, iki örgüt arasındaki işbirliğinin nasıl bir felakete sebep olarak çöktüğünü açıklar yalnızca. İttihat ve Terakki ile Taşnaklar arasındaki işbirliği öyle ki, İttihat Terakki’yi Taşnaktsutyun olmadan düşünemezsiniz, tersi de doğru. Bu ittifak, 1909 Adana Katliamı’ndan sonra bile, bırakın zayıflamayı, daha da güçlendi. Taşnaklar, İttihatçılara karşı olan diğer Ermeni gruplarını, açıkça Adana Katliamı öncesinde provokasyon yapmakla bile suçladı. Taşnaklar, her zaman 1908 Devrimi için “Bu devrimi biz yaptık” diyorlar. 1912 seçimlerinde bu işbirliği, İttihatçıların zayıflamasıyla zarar görüyor, fakat yine de taşradaki işbirliği, bu büyük siyasetten pek etkilenmiyor. Van’ı 1914’ün yazına kadar birlikte yönetiyorlar diyebilirim. Bu işbirliği süreci, Ağustos 1914’te bile geçerli. O tarihte, Erzurum’da yapılan Taşnak Kongresi’nde, İttihatçıların da halen Taşnaklar üzerinden Ermenilerle işbirliğinin mümkün olduğunu varsaydıklarını ve bunu istediklerini düşünüyorum. En azından ellerinde bir haritayla geliyorlar o kongreye. Ayrıca, Ağustos 1914’le ilgili kısa bir spekülasyon yapacak olursam, o tarihte, “Şu gruplardan hangisi, önümüzdeki bir yıl içerisinde topluca öldürülecek?” diye sorulsa ve Rumlar, Kürtler ve Ermeniler sıralansaydı, ezici çoğunluk, Rumlar şıkkını seçerdi. İkinci sırada da büyük ihtimalle Ermeniler değil, Kürtler gelirdi. O tarihte, Doğu Anadolu’daki soruna dair İttihatçıların kafasını daha fazla karıştıran Kürtler aslında. Bu yüzden, kurumlar arasındaki ilişkiye bakmamız gerekiyor. Zaten soykırımın neden yapıldığını, ancak soykırımcıların kendisi açıklar.

Neden böyle bir karar veriyorlar?

Ekim-Kasım 1914’te artık böyle bir karar, İttihatçıların kafasında şekillenmeye başlıyor. Örneğin, seferberliğin ilan edildiği 3 Ağustos’tan sonra Van’daki Taşnak ileri gelenleri, davul-zurna eşliğinde Osmanlı ordusuna asker toplamaya çalışıyor ama Ekim’de İttihatçı Ömer Naci, bir Taşnak’ın evinde aynı kişilere parmak sallamaya başlıyor ve aynen şunları söylüyor: “İtilaf devletlerine karşı savaşa gireceğiz. Ermeniler Rusları desteklerse onları acımasızca, pişmanlık duymadan, sonuçlarını düşünmeden katledeceğiz. Hatta şu an şampanyasını içtiğimiz ev sahibimizi bile öldüreceğiz.” Yani, Ekim – Kasım 1914’ten sonra, artık Balkan Savaşları, reform görüşmeleri ve 1908’de özenilen Ermeni devrimciliği geriye dönük olarak bambaşka bir şekilde okunmaya başlıyor. Bu kırılma noktasından sonra, tarihsel süreç büyük önem kazanıyor. Bu noktada, örgütsel kopuşun yanı sıra psikolojik faktörlere de bakmamız gerekiyor. Çünkü İttihatçılar, basit bir şekilde Ermenileri ölüme yollamıyor; daha düne kadar birlikte rakı içtikleri, tavla oynadıkları, hayatlarını kurtaran ve yakın arkadaş oldukları insanları öldürme kararı alıyorlar. Tüm soykırımcılar gibi gerçeklikle bağlarının koptuğu bir nokta var ki, işte o noktayı bulmamız gerekiyor. Ermenilerin nasıl iç düşmana dönüştürüldüğüne bakmamız gerekiyor.

Ömer Naci, 1914’e kadar Taşnaklarla yakın ilişkisini bir İttihat Terakki toplantısında “Ermenileri benim kadar yakından tanısanız, tehlikeli olmadıklarını bilirdiniz” diyecek kadar sürdürmüş ve sonrasında Ermeni Soykırımı kararı alınmasından önemli etkisi olan İttihat ve Terakki ile Teşkilat-I Mahsusa üyesi olan subay.

İttihatçıların bu derece ittifak yaptığı bir kurumun yok edilmesinden ne gibi çıkarı var?

İhanete uğradıklarını düşünüyorlar. İttihatçılar, Taşnaklar içinde de çok çeşitli olan, Ermeniler genelinde ise yüzlerce olan siyasi pozisyonlar arasından bir tanesini seçiyor ve olup biteni ‘arkadan hançerleme’ olarak tanımlıyorlar. Neden bir tek tavra odaklandıklarını bilmek için, onların kafasının içine girmemiz gerekir. Soykırımcıdan son derece rasyonel bir mantık silsilesi beklememek gerekir zaten. “Bizi arkadan hançerlediler” gerekçesinden yola çıkarak, faturayı da süreçle ilgisi olmayan Ermeni ahalinin tümüne çıkarıyorlar.

Taşnakları bastırmak yerine kitlesel imha fikri neden ortaya çıkıyor?

Özellikle katletmek gibi bir dertleri yok bence. Esas amaç, faturası ne olursa olsun Ermenilerden kurtulmak. Buradan kasıt veya ölüm emri yok gibi bir şey anlaşılmasın. Zaten dünyada Afrika’daki Herero Soykırımı dışında hiçbir soykırımda, önceden net ifade edilen bir imha kastı veya emri yok. Bu anlamda, Ermeni Soykırımı’nda olan şudur: Ermenileri bir yerden bir yere gönderirken, kayıpları görüyorsunuz. Kafilelere saldırılıyor, insanlar öldürülüyor, kadınlar kaçırılıyor. Bunları görmelerine rağmen, tehcire devam ediyorlar. İşte kasıt budur. 1894-1896 olaylarında, katliamların mümkün olabildiğini zaten görmüşlerdi. Ayrıca savaşın getirdiği nihai çözüme gitme isteği de var, “Biz bu işi burada bitirelim” isteği. Ermeni Soykırımı bu anlamda, çok organize olmayan bir soykırımdır, ancak yüz binlerce insanın katledilebilmesini sağlamak bakımından da maalesef çok etkilidir. Bir diğer önemli etmen de sivil katılımın yüksekliği. Milliyetçilik ise bunun önemli bir etmeni değil. Soykırım yapmak isteyen, her şeyi kendisine sebep olarak kabul edip soykırım yapar. Bu anlamda, Türk milliyetçiliği diye bir şey olmasa bile, rahatlıkla Ermeni Soykırımı yaşanabilirdi.

Sivil katılımdan kastınız nedir?

Son zamanlarda tartışılan bir konu bu. Kürtlerin soykırım sürecine aktif katılımı üzerinde duruluyor. Anadolu’da yaşayan her grubun büyük mesuliyeti var elbette ki, ancak ‘Kürtlerin mesuliyeti’ demek bana biraz garip geliyor. Kürtlerin çoğu, oraya Kürtlük davasıyla gitmediler. Soykırıma aktif katılanların büyük kısmı, orada ‘Allah için’ savaştılar. Kürt meselesinin ortaya tam olarak çıkışına kadar gruplar arasındaki kitlesel çatışmalardaki kelime dağarcığımız din üzerine kurulu. Bana öyle geliyor ki, bugün “Müslümanlar kimlikleriyle yüzleşsin” diyemeyenler, “Kürtler kimlikleriyle yüzleşsin” diyorlar. Fakat bu soykırıma katılım süreci de, Kürt kimliğini kuran şeylerden biridir ve önemli kurulma noktalarından birisidir. Bugün Kürdistan denilen coğrafyanın Kürdistan olarak tahayyül edilebilmesine yol açan şeydir, Ermeni Soykırımı.

Bu konuda hep Ermeniler ile Kürtler arasından önemli bir gerginliğe işaret edilir. Bu, ne kadar önemli?

Bu gerginliğin varlığına hem evet, hem hayır diyebilirim. Aralarında önemli bir çatlak var. Ama bu çatlak, kendiliğinden katliama dönüşebilecek bir çatlak değil. O yöne mobilize edildiklerinden bu anlamda işlevsel hale gelen bir yarılma. Van’da çok net görüyoruz bunu. Siyasi otorite dur dediğinde, insanlar duruyorlar. Katliamlara katılım, imkân verildiğinde sağlanıyor ve katılanların motivasyonları birbirinden çok farklı. Yine de sivil katılımın mesuliyetinin çok büyük olduğunu inkâr etmiyorum.

‘VAN İSYANI, VALİ CEVDET BEY’İN ESERİDİR’

Sizce ‘Van İsyanı’nın, Ermeni Soykırımı sürecinde önemli bir yeri var mı?

Kesinlikle çok önemli bir yeri var. Fakat ‘Van İsyanı’nı oradaki Ermeniler çıkarmamıştır, Tamamıyla Van Valisi Cevdet Bey’in eseridir. Van’dakilerin isyan etmek gibi bir derdi olsa, bunu Kasım 1914’te, Van, askeri açıdan boşaltıldığında yaparlardı. Fakat akıllarından bile geçmiyor. Ne zaman ki. Cevdet Bey, Mart 1915’te İran’dan dönüyor, o zaman işler değişiyor. Zaten İttihatçılar arasında soykırımcı niyeti, Cevdet Bey kadar belli eden başka bir bürokrat yoktur. Direkt Ermenilere karşı “Biz bugüne kadar iki tane dığanın (çocuk) elinde maskara olmuştuk, artık yeter. Bundan sonra pazarlık yok. İstediklerimiz olmazsa, sonuçlarına katlanırsınız” diyor. Kasım 1914’te, kafasında “Van isyan edecek” diye kuran bir adamdan söz ediyoruz. Dolayısıyla kendini korumaya çalışan bir halkın yaptıklarının dışında, Van İsyanı denilen şeyin mimarı kesinlikle Vali Cevdet Bey’dir.

‘ERMENİ SOYKIRIMI ÇALIŞMALARI İNKÂRCILIĞI MUHATAP ALMAKTAN KURTULMALI’

Ermeni Soykırımı yazımına ilişkin ciddi eleştirileriniz var. Hangi noktalar sorunlu sizce?

Soykırımı çalışmakla soykırımı doğuran sorunu çalışmak arasında fark vardır. Yani Ermeni Soykırımı çalışmak, Ermeni sorunu çalışmak değildir. Çünkü soykırım, bir kırılma ânıdır. Mutlaka o ânı doğuran tarihe bağlıdır, ancak aynı zamanda, o tarihi değiştiren bir andır. Holokost’u Yahudi pogromlarıyla açıklayabilir misiniz veya pogromlardan Holokost’a doğrudan bir yol çizebilir misiniz? Çizemezsiniz. Bu anlamda, Ermeni Soykırımı çalışmaları, bu yönde bir okumanın en kötü örneklerinden birisi. Ayrıca Ermeni Soykırımı, soykırımlar arasında en zayıf çalışılmış olan soykırımdır. Bunun ilk sebebi, inkârı muhatap kabul etmek, ikinci nedeni ise Holokost gölgesi. İnkâra karşı bir şey ispat etme çabasından kurtulmalıyız.