12 Eylül cuntası tarafından 17 yaşında idam sehpasına gönderilen Erdal Eren’in ölümünün üzerinden 34 yıl geçti. 13 aralık 1980’de idam edilen Erdal Eren’i, Türkiye gençlik hareketini, mücadele arkadaşı Emin Gökturna Evrensel'den Eda Yıldırım'a anlattı.

1980 askeri darbesi öncesinde gençliğin işçi sınıfı mücadelesinin güçlenmesinde ciddi bir rol oynadığını söyleyen Gökturna, yükselen mücadeleyi engellemek isteyen hakim sınıfların cuntayı devreye soktuğunu söyledi.

Bugün de Gezi ve Kobanê eylemleriyle gençlik mücadelesinin hareketlendiğini söyleyen Gökturna, “Sokak mücadelesi iktidarları korkutuyor. Her gelişen mücadele veya her eylemden aynı zamanda sistem de bir tecrübe ve ders çıkartır. Bu yüzden AKP ‘güvenlik paketi’ gibi düzenlemelerle bir daha benzer şekilde yükselen bir halk hareketiyle karşılaşmamak için tedbir alıyor” dedi.

Erdal Eren'in mücadele arkadaşı Emin Gökturna'nın Evrensel'e verdiği röportaj şöyle:

Erdal Eren ile ne zaman tanıştınız?

Erdal’la bizim karşılaşmamız ortaöğrenim gençliğinin mücadelesi içinde oldu. O Beşevler’de bir meslek lisesinden geliyordu. Ben de Anıttepe’de bir ticaret lisesinden geliyordum. Erdal sakin ve  narin bir yapıya sahipti. Hırçın değildi. Erdal kimseyle tartışmazdı. Erdal’ı dışarıda en son 1978’de ocak ayında gördüm. Maraş Katliamının ardından sıkıyönetimle birlikte Halkın Kurtuluşu yasa dışı pozisyona düştü. Gazetenin dağıtımı yasaklandı. Bu yüzden biz de gazeteyi okura gizli götürüyorduk. Ben son sayıyı kaçırmıştım. O zaman da Ankara Hacettepe’de toplantı vardı. Erdal da toplantıdan çıkmış. Baktım gazete cebinde. Hemen çektim aldım. Erdal da “Ben çok zor buldum. Sen başka bir yerden bulabilir misin” dedi. Gazeteyi vermeyince de, “Bana iki buçuk lira borcun” ‘var’ diye espiri yaptı.

‘80 öncesi liseli gençliğin mücadelesini anlatabilir misiniz?

1978-79 sürecinde liseli gençliğin mücadelesi üniversiteli gençliğin mücadelesinden daha çok öne çıkmaya başladı. O dönemde Ankara ortaöğrenim gençliği kitlesel olarak antikapitalist ve antiemperyalist mücadeleye katılıyordu. Bununla birlikte yurtsever devrimci gençlik de önemli bir potansiyele sahipti.  Bizim liselerde de önemli bir potansiyelimiz olduğundan dolayı ortaöğrenim gençliğinin kendine özgü bir örgütlenmesinin olmasını istedik. Liseli örgütlenmesi içerisinde herkes kendisini ifade edebiliyordu. Ama liseler içinde giderek siyasal gruplar ayrışmaya başlayınca ister istemez biz de Yurtsever Devrimci Gençlik olarak Ankara Ortaöğrenimler Derneğini kurmuştuk. Bu oluşum süreci liseler ve ortaokullardaki mücadeleye ivme kazandırdı.

O dönemdeki gençlik hareketi işçi  sınıfı mücadelesinde nasıl bir etkiye sahipti?

Belirleyici bir özelliğe sahipti. Mesela İzmir Tariş direnişi ya da  Adana ve İstanbul’daki fabrika direnişleri olsun giderek işçi sınıfı içerisinde mevzi kazanmaya başlıyorduk. Mahallelerde de bu böyleydi. Bence cuntanın geliş nedenlerinden birisi de bu.

HÜKÜMETE YENİLGİYİ TATTIRDILAR


Bu dönemde de Gezi ve Kobanê gibi kitlesel direnişlerde gençliğin ciddi şekilde sokaklarda olduğunu gördük.  Her iki dönemi bu açıdan kıyaslayabilir misiniz?

‘80 öncesinde siyasal örgütlenmelerin yönlendirdiği bir gençlik mücadelesi vardı. Bu açıdan Kobanê eylemlerinde sokağa taşan gençlik hareketi ‘80 öncesiyle biraz benzeşiyor. Ancak Gezi direnişi daha farklı. Gezi’de  siyasal yapılanmaların hem içerisinde olduğu hem de siyasal yapılanmaları aşan bir niteliği vardı. Gezi eylemlerinde ortaya çıkan gençlik hareketinin kendine özgü yaratıcılıkları var. Burada en belirleyici ve sahiplenilmesi gereken yönü müthiş yaratıcılıkları olan bir direnme hali olması. İlk defa hükümete bir yenilgiyi tattırdı. Bu anlamda cunta sonrası baktığımızda kitlelerin kendine gelmesi ve kendine öz güven duyması açısından muazzam bir hareketti.

Ama eksik olan yönü siyasallaşması. Kendiliğinden bir halk hareketi olduğu için onun siyasallaşması daha ileriye taşınması konusunda eksiklikler vardı.Burada da siyasal yapılar kendi pozisyonlarını değerlendirmeli ve neden etkili olamadık diye düşünmeliler.

Darbe öncesinde mücadelenin kazandığı ivme ve buna paralel olarak artan baskılardan bahsettiniz. Bugün ile kıyaslandığında her iki dönemi bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sistem her dönem karşılaştığı sorunlar açısından kendisini yenilemeye çalışıyor. Her gelişen mücadele veya her eylemlilikte aynı zamanda sistem de bir tecrübe ve ders çıkartır. Egemenler yükselen mücadelenin önünü nasıl kesecekleri konusunda kendisine dersler çıkarır. Bence Türkiye genelinde gerçekleşen Gezi ve Kobanê eylemleri hakim sınıfları zor durumda bıraktı. Bir daha böyle bir şeyle karşılaşmamak için tedbir alıyorlar. Selahattin Demirtaş gibi devrimci demokrat politikacıların, yeni iç güvenlik yasaları için “Hayır bu olmaz, biz bunu sokakta boğarız” açıklamalarına iktidarın sert tepki vermesinin ana nedeni de bu.

‘ÖNEMLİ KAMPANYALAR ÖRGÜTLENMİŞTİ’

Erdal Eren’le Mamak Cezaevinde birlikte de kaldınız. Biraz anlatabilir misiniz o günleri?

Arka arkaya hücrelerde kaldık. Cezaevindeki, mahkemelerdeki ve yine  idam sehpasındaki tutumuna baktığımızda Denizlerden başlayan bir geleneğin sürdürülmesi anlamında da Erdal’da militan bir kişiliğin olduğunu görüyoruz. Mamak baskı ve işkence merkeziydi. Erdal inzibat erini öldürmekle yargılandığı için inzibat diye çağrılıyordu. Bu şekilde Erdal’ın bulunduğu koridora nöbete hangi asker geliyorsa o asker kendi arkadaşını vurduğunu düşünerek ek bir baskı uyguluyordu. Erdal gördüğü baskı ve işkence nedeniyle iyice zayıf düşmüştü. Hatta cezaevi doktoru cezaevi komutanı olan Raci Tetik ve askerleri uyardı. “Bu çocuğu idam etmek istiyorsanız bu çocuk üzerindeki baskıyı durduracaksınız. Yoksa bu bünye idama gitmeden ölecek” diye. Ama bu bile engellemedi.  Erdal üzerindeki baskı buna rağmen katmerleşerek devam etti.

İdamının engellenmesi için büyük kampanyalar yürütüldü...

Erdal’ın yakalanmasıyla birlikte partisi Erdal’a sahip çıktı. Erdal Eren idam edilemez kampanyası gerçekleştirdik. Bu hem ülke hem de ülke dışında yaygın şekilde yürütüldü.

SÖMÜRÜ VE ZULÜM OLDUĞU SÜRECE

Erdal Eren’in gençler tarafından bugün hâlâ sahiplenilmesinin nedeni nedir?

Antifaşist, antiemperyalist mücadele yürüten veya sisteme karşı belli oranda tepkisini dile getirenler açısından baktığımızda her dönemin öne çıkardığı gençlik tipi var. Bunlardan birisi de Erdal Eren. Dolayısıyla sömürü ve zulüm olduğu sürece ve ona karşı da sömürüsüz bir düzen inşa etme mücadelesi devam ettiği sürece Erdal ve Erdal gibi yoldaşlar yaşamaya devam edecektir.

NE YAŞINA NE DELİLE BAKILDI

Ersal Eren’i idam sehpasına kadar götüren süreç, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) üyesi ODTÜ Öğrencisi Sinan Suner’in, MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir’in kurşunlarıyla katledilmesiyle başladı. Olayın duyulmasının ardından, 2 Şubat 1980’de Sinan Suner’in öldürüldüğü yerde protesto gösterisi yapıldı. Gösteriye müdahale eden askerlerle göstericiler arasında çıkan çatışmada Er Zekeriya Önge ölürken, Erdal Eren’le birlikte 24 kişi gözaltına alındı. Erdal, Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı. 2 Şubat’ta gözaltına alınan Erdal Eren, tarihin en hızlı yargılamasının ardından, 19 Mart 1980’de idama mahkum edildi. O dönem Genç Komünistler Birliği (GKB) üyesi  olan Eren, idama mahkum edildiği süreçte Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP) üyeliğine kabul edildi. 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Cezaevinde idam sehpasındaki son sözü “Kahrolsun faşist diktatörlük, yaşasın TDKP” sloganı oldu.