Türkiye resmi tarihinin ‘düşmanın denize döküldüğü kurtuluş destanı’ olarak yazdığı ‘9 Eylül’ ile birlikte her yıl aynı soru gündeme geliyor: 13 Eylül’de İzmir’i kim yaktı? Bu soru kesin yanıtını bulmasa da bilinen tek gerçek bugün hâlâ ‘İyonya’nın İncisi’ ‘Güzel İzmir’de alevlerin sönmediği…

Serdar Korucu / Agos

“1922 yılında İzmir’i ateşe verdiklerinde benzin ve petrol dökerek kiliselere sığınmış Ermeni ve Rumları diri diri yaktılar. İlk önce Ermeni mahallesini yaktılar. Aziz Stepanos Kilisesi’ni ateşe verdiler çünkü bütün Ermeniler korunmak için o kiliseye sığınmışlardı. Sonra biz Ermeniler kaçtık, deniz kenarına gittik. Denizde bir sürü kayık vardı ama kayıkların dibini önceden delmişlerdi ki kayıklar su alıp Ermeniler kurtulamasın. Zavallı Ermeniler kayığa biniyorlardı, kayık biraz yol aldıktan sonra içine su doluyor ve bütün Ermeniler denize dökülüyordu; denizin yüzeyinde bir sürü şişmiş ceset vardı.”

1922 yılının 13 Eylül’ünde İzmir’de çıkan yangın, olayın şahidi olan 1909 doğumlu Garnik Stepanyan ve 1903 doğumlu Arpine Bartikyan’a göre 4 gün öncesinde şehre giren Ankara yönetiminin suçuydu. Türkiye resmi tarihine göre ise, Türk askeri üniforması giymiş 22 Ermeni yangını başlatmış ve mallarını Türklere bırakmamak için İzmir’i yaktıklarını itiraf etmişlerdi. Her ne kadar şüpheler şehre giren ilk komutan, Türkiye’nin kuruluş tarihi için tartışmalı bir isim olan Sakallı Nurettin Paşa üzerine yoğunlaşsa da.

“Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte ordu komutanı Nurettin Paşa’nın hayli marifetli olduğunu da söyleyenler çoktu… Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki bizim olmamak kaderinde idi.”

Gazeteci Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabında sözü edilen bu iddiayı, Fevzi Çakmak doğrularken yangını kim başlatmış olursa olsun 1922 yılının 9 Eylül’ünde şehirde büyük bir kaosun yaşandığında herkes hemfikir. Nedeni ise Ermeni mahallesi Haynots’taki yangının ahşap yapılı şehirde yayılmasının ardından limandaki yolun iki ucuna Türk askerlerinin dikildiği ve ellerinde mitralyözlerle beklediği iddiasıydı. Halk bu sebeple limana gitmeye korkarak panik halinde koşturuyordu. En ‘iyimser’ tahminle Lord Kinross’un iki bin kişinin hayatını kaybettiğini yazdığı İzmir’deki yönetim değişiminin son halkası bu yangın oluyordu. Sabah limana gelen İtilaf devletinin gemilerine sığınan Rumlar ve Ermeniler yüzyıllardır yaşadıkları topraklarını arkalarında bırakıyorlardı.

Bugün 91 yıl önce yangının başladığı mahalleden geriye iz kalmamış durumda. Yerinde Mustafa Kemal’in emri ile kurulan, bu yıl 82. açılış töreni AK Parti ve CHP’liler arasında siyasi gerginliğe ev sahipliği yapan İzmir Enternasyonal Fuarı bulunuyor.

Bahçesi ve metropolitlik binası ile İzmir’in en büyük kiliselerinden olan, 1922 yangınında tamamen yanmasa da Cumhuriyet döneminde yıkılan St. Etienne’in bulunduğu söylenen fuar alanının ‘9 Eylül’ girişinin sağında bugün yeşil bir alan var. Hemen karşısındaysa etkinlik boyunca dumanlar yükseliyor sürekli. Plastik sandalye ve masaların üzerinde Hatay künefesinden tandıra, un helvasından dönere Türkiye’nin dört bir yanından gelen yiyecekler bir zamanlar yanmış mahallenin üzerinde yeniliyor iştahla. Felaketten kaçanların bıraktığı ayak izlerinde çocuklarıyla parka gelenler dört bir yana koşturuyor panayır havasındaki eğlenceleri izlemek için…

Mahalleleri ortadan kalkan, birkaç mezar taşı belli belirsiz şekilde Yahudi cemaatininkilerle birlikte Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde sergilenen Ermenilerin yangında hasar almayan tek eseri ise Rum Ortodoks inancındaki ‘Hayhorom’ların kilisesi ‘Agios Voukolos’. Her ne kadar kilise olarak kullanılmasa da.

CUMHURİYET FRESKLERİN ÜZERİNİ ÖRTTÜ

1924 yılında Mustafa Kemal’in arkeoloji müzesine çevirdiği, bir dönem depo ve opera salonu olarak da kullanılan bina uzun yıllar bakımsız kaldı. Hangi yıllarda bilinmez ama Cumhuriyet Türkiye’si de bu binaya Osmanlı İmparatorluğu’nun camiye çevirdiği kiliseler gibi yaklaşarak dini simgeleri ortadan kaldırdı, fresklerin üzerini örttü. Ta ki 2008 yılındaki restorasyona kadar. Apsis bölümündeki Mesih İsa, sağ duvarındaki Aziz Yuhanna ile melekler Mikail ve Cebrail duvar resimleri ortaya çıkartıldı. Bugün kültür merkezi olarak kullanılan kilisenin müştemilatı ise Basın Müzesi yapıldı. Öldürülen gazeteciler anılıyor müzede. Hrant Dink’in de portresinin bulunduğu müzede, Abdi İpekçi’nin daktilosu, Metin Göktepe’nin kazağı ve Uğur Mumcu’nun da ilk bilgisayarı yer alıyor.

İzmir’deki Rum Ortodoks kiliselerinin hiçbiri ‘Agios Voukolos’ kadar şanslı değil. Çoğunun izini bile bulmak mümkün değil. Bir zamanlar oldukları rivayet edilen yerler var sadece.

Bunlardan biri metropolitlik merkezi olan Agias Fotini Kilisesi. İzmir’in en yüksek binası olduğu için Rumların simgesiydi bu bina. 1856’da inşa edilen 33 metrelik çan kulesi İsa Mesih’in çarmıha gerildiği yaşı temsil ediyordu. Yapımından 32 yıl sonra saat de eklenmişti kuleye. Yangında hasar gören, bombardıman ile yıkıldığı söylenen ancak resmi tarihte nasıl yok edildiği anlatılmayan binanın sonu Cellat Ali’nin 1973’te Yeni Asır gazetesine linç sürecini anlattığı metropolit Hrisostomos gibi ‘kim vurduya giderek’ oldu:

“Papaz, muhafızların himayesinde bulunduğu yerden çıkarıldı ve idam hükmünün yerine getirileceği Namazgâh istikametinde yürümeye başlandı. Biz giderken peşimizdeki kalabalık da her dakika artıyor ve tehlikeli bir durum meydana geliyordu… Jandarmalar ise ne yapacaklarını şaşırmıştı. Fakat nasıl olduysa oldu, kaşla göz arasında papaz birden ortadan kayboluverdi. “Ne oluyor ey ahali? Ne yapıyorsunuz? Bu yaptığınız doğru değil. Zaten kanun onun cezasını vermiş bulunuyor…” demeye kalmadan Hrisostomos parça parça edildi ve cesedi de bir kenara fırlatılıverdi.”

Kilise, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın İzmir için düzenlediği internet sitesine göreyse hâlâ ayakta. Adres olarak verilen yerde aslında Hollanda Kilisesi bulunuyor. Karışıklığın nedeni ise kilisenin Rum Ortodokslar tarafından ‘Yeni Aya Fotini’ olarak adlandırılması…

1922 yılında yangında hasar gören ve ayakta kalma savaşı veren kiliseler de var elbet. ‘Agios Ioannis Theologos’ gibi… Bugün yine bulunduğu mahalleye girildiğinde Türkçe yerini bir başka dil alıyor. Fakat 1922’den önceki gibi Yunanca değil, Roman dili.

Agora semtinde Sakarya mahallesinde bulunan, yüzlerce yıllık atalarının kültürünü yukarıdan izleyen kilisenin yanında yer alan Rum okulu ve öğretmenevi olarak kullanılan bina hâlâ ayakta. Yeni sahipleri kullanıyor. Geçmişini tek hatırlatansa ön duvarında bugün uzaktan bakıldığında zor da olsa fark edilen haçı.

Kiliseden geriye kalansa kapısı ve giriş bölümü. Geri kalanının üzerindeyse İsmet Paşa Okulu bulunuyor. Okulun ön bahçesindeki kilise bakımsız. Kaderine terk edilmiş durumda. Bazı bölümleri müştemilat olarak kullanılıyor. Fazla Atatürk büstleri, kullanılmayan dolaplar ve sıralar konuluyor. İç duvarı ise çocuklar için tiyatro sahnesi…

Kilisenin durumu bir gerçeği ortaya koyuyor. Faili meçhul kalan ‘İzmir Yangını’nı kimlerin onlarca yıl boyunca söndürmediğini…