Nedense, 24 Nisan’da, “benim milletim soykırım yapmaz”, “Müslümanların tarihinde soykırım olmamıştır”, diyen Başbakan Erdoğan’a bazı sorular sormak istedim. Söylediklerini doğru kabul edersem, ortaya bazı ciddi sorular çıkıyor ve ben bunların cevabını veremiyorum. Cevabını Başbakanımızın verebileceğini ümit ediyorum.

 

Polemik değil amacım, sadece bazı Osmanlı belgelerinden alıntılar yapmak ve bunların ne anlama geldiğinin Başbakan tarafından cevaplandırılmasını istiyorum. Çünkü telgraflar 1915 yılında iş başında olan Osmanlı Hükümeti Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya ait.

 

Birinci telgraf, 29 Ağustos 1915’de Ankara’ya çekiliyor. Telgrafta Talat Paşa, “Vilâyât-ı şarkiyeye âid Ermeni meselesi hal olunmuşdur. Fuzûlî mezâlimle millet ve hükûmetin lekedâr edilmesine lüzûm yokdur”, demektedir. Telgrafın dili çok açık. 29 Ağustos’a kadar cinayetlerin işlenmiş olduğu kabul ediliyor ve 29 Ağustos itibarıyla, Ermeni meselesi hal olunmuş olduğu için, artık şiddete başvurmak fuzuli sayılıyor. Bu nedenle de fuzuli mezalime gerek yoktur diyor.

 

Sorum çok basit, sayın Başbakan, 10 yıldır Hükümet yönetiyorsunuz. Bir İçişleri Bakanı olarak Talat Paşa, sizce “fuzuli” ve “fuzuli olmayan” şiddet ayırımını niye yapıyor? Fuzuli olmayan, yani gerekli ve doğru olan şiddet ne? “Fuzuli olan” şiddet ne? Bu “fuzuli olan ve olmayan” şiddeti uygulayanlar kimler? Eğer sözünü ettiğiniz “millet” değilse, kim bunlar? Öyle ya, ortada cinayetlerin işlendiğini, bunları “fuzuli” ve “fuzuli olmayan” diye ayırarak bir Hükümet yetkilisi açıkça söylüyor ve kabul ediyor. Bir soru daha, acaba bu “fuzuli ve fuzuli olmayan” cinayetleri işleyenler hakkında ne tür işlemler yapıldı, biliyor musunuz?

 

Peki, halledilmek istenen Ermeni meselesi nedir? Ve neye göre, “hallolunduğu” düşünülüyor?

 

Bu konuda Talat Paşa’ya ait olan iki ayrı telgraf daha okuyalım. Birincisi gene 29 Ağustos 1915 tarihli; hemen hemen tüm illere çekilen bu telgrafta da “Ermenilerin bulundukları mahallerden ihrâclarıyla ta’yîn olunan menâtıka sevklerinden hükûmetce muntazar olan gâye bu unsurun hükûmet aleyhine teşebbüsât ve fa’âliyette bulunamamalarına ve bir Ermenistan hükûmeti teşvîki hakkındaki âmâl-i milliyyelerinin (milli emellerini) tâ’kîb edemeyecek bir hâle getirilmelerini te’mîn esâsına ma’tûf olub (yöneliktir)”, denmektedir.

 

Burada cevabını aradığım soru şu: Ermenilerin, bir Ermenistan hükümeti gibi bir milli dava takip edemeyecek hale sokulmaları nasıl olacaktır? 1,5-2 milyon Ermeni’yi yerinden yurdundan edeceksin, Suriye’ye yerleştireceksin, peki nasıl olacak da, “milli dava takip etmekte olan” Ermeniler, bu davalarını takip etmekten vaz geçecekler? Kendi ana yurtlarında milli dava takip ettiği düşünülen bir millet, zorla başka bir yere taşınınca bu milli davayı takipten niye vaz geçsin? Örneğin, milli dava takip eden Diyarbakır halkını zorla Der-Zor’a sürseniz ne olur? Aksine daha çok bilenmezler mi? Hele hele, “milli dava takip edemeyecek hale getirmek” ne demek?

 

Sorunun cevabını merak ediyor musunuz? Gelin cevabı bir başka belgede arayalım. Bu da Talat Paşa’ya ait. Halep’te iskan işlerinden sorumlu Naim Bey’in anılarında yer alıyor. Naim Bey’e göre, söz konusu telgraf Kasım 1915 tarihinde gönderilmiş. Maalessef Naim Bey’in anılarının Osmanlıca orijinali yok elimizde. İngilizce, Fransızca ve Ermenice olarak mevcut; telgrafı Türkçeye şöyle çevirmek mümkün: “Eşhası malumenin sürgünü, ülkenin gelecekteki refahının sağlanması içindir, Çünkü onlar nerede iskan edilirlerse edilsinler, lanet olası (musibet) fikirlerinden vaz geçmeyecek olduklarından, sayıları mümkün mertebe azaltılmalıdır.”

 

Sorumuzun cevabı belli oldu, Ermenilerin milli dava takip edemeyecek hale getirilebilmeleri için sayılarının mümkün mertebe azaltılmaları gerekiyormuş. Zaten bunun için Suriye’ye gönderilen Ermenilerin sayısının, Suriye’deki Müslüman nüfusunun %10’u seviyesine düşürülmesi gerektiği konusunda, emir üzerine emir yollanıyordu. Böyle bir emri hep beraber okuyalım: “Ermenilerin iskânlarına tahsîs edilen mıntıka görülen lüzûm üzerine ta’dîl ve tevsî’ edilmiştir (değiştirilmiş ve genişletilmiştir). (1) Kerkük sancağının İran hudûduna seksen kilometre mesâfede kâ’in (bulunan) kurâ ve kasabât (köy ve kasabalar) ve kurâ dahi dâhil olduğu hâlde Musul vilâyetinin havâlî-i cenûbiyye ve garbiyyesi (güney ve batısı). (2) Diyarbekir hudûdundan yirmi beş kilometre dâhilde ve Habur ve Fırat nehirleri vâdîsindeki ma’mûreler (şehir ve kasabalar) dâhil olmak üzere Zor sancağının cenûb ve garbı. (3) Haleb vilâyetinin kısm-ı şimâlîsi (kuzey) müstesnâ olmak üzre şark ve cenûb ve cenûb-ı garbîsinde kâ’in (bulunan) kâffe-i kasabât ve kurâda (bütün köy ve kasabalar) Ermeniler ahâlî-i Müslime nüfûsunun yüzde onu nisbetinde tevzî’ ve iskân edileceklerdir.”

 

Bu nedenle, bölgelerden neredeyse haftalık bazda nüfus bilgileri soruldu. 1916 Bahar aylarında, nüfus sayımı için Meclis’e ek bütçe teklifi yapıldı ve para istendi; teklif red edilince, nüfus sayımı için gizli ödenekten para yollandı. Suriye’ye, canlarını zor atmış Ermenilerin hayatta kalanlarını tek tek saymak gizli ödenek ile halledilebilecek bir mesele sayıldı. Acaba, Başbakan kendi vatandaşının sayısını öğrenmek için gizli ödenekten para ayıran bir hükümet hakkında ne düşünür?

 

Ermenilerin yerleşmeleri için sayılan bölgelerde Müslüman nüfus iki milyon civarındadır. En muhafazakar hesapla sürgün edilen 1,2 milyon Ermeninin, iki milyonun yüzde 10 haline nasıl sokulacağının cevabını bulmak ise zor değil. Ermeniler, 1916’da Ras-ul-Ayn’da başlayan ve tüm bir yaz boyunca Der-Zor civarında devam eden bir süreçte katledildiler.

 

Ermenileri “milli dava takip edemez hale getirmek” için başka yollara da başvurulur. Bu yollardan biri de, Ermeni milletinin kültür ve tarih izlerinin “vücudunu tamamıyla kaldırmak”. Tekrar edeyim: Bir milletin kültür ve tarih izlerinin “vücudunu tamamıyla kaldırmak”... Bunu da ben söylemiyorum, gene Talat Paşa söylüyor. Cemal Paşa’ya 7 Ekim 1916 tarihinde çektiği bir telgrafta Talat, Sis Ermeni Katogikosluğunun mallarına niçin el konulduğunu ve Katogikos’un niçin Sis’den sürüldüğünü şöyle anlatıyor; “... maksat Ermenilerce Kilikya’da pek büyük bir kıymet-i tarihiye ve milliyeye haiz bulunan ve güya Ermeni hükümetinin en son makarr-ı saltanatı (saltanat merkezi) olduğu ileri sürülen bu yerin vücudunu tamamıyla kaldırmaya matuftu.” Bölgedeki tüm Ermenileri sürdükten sonra, onların Sis’de geride kalan Ermeni varlığının, vücudunun ortadan kaldırılmasından söz ediyor Talat. 1948 yılı itibarıyla buna soykırım denildiğini Başbakanımız bilmiyordur belki ama biz biliyoruz.

 

“Bizim milletimize soykırım yapmıştır dedirtmeyiz!” Başbakanımız böyle diyor. Ama yukardaki işleri de birilerinin yapmış olması lazım. Bunlar kim acaba? (taraf)