Gözler kör olunca, kişi gerçekleri görmez; sadece hayal ederek görüntü elde eder, gerçekle alakası olmayan görüntüler: Aynen şimdi halkın bir kısmının gözlerini kapatıp kör taklidi yaparken, yaptıkları taklidin büyüsüne kapılıp gerçek zannetmeleri gibi. Daha da ilginci, düşlerinin azılı savunucusu olmak kadar fanatikleşmeyi ‘bekâ’ sorunu olarak konumlandırmalarıdır. Aklında fikrinde olmayan ‘bekâ’ teriminin lügatine girmesine sevinen ilkokul çocuğu gibi, yerli yersiz kullanma heveslisi… Sadece Allah’a tapındığını söylemenin dilde olduğunun farkında olmadan, bir de kula kulluk ettiğini haykırır hal ve davranışlarıyla. “Allah’ın varlığının sonsuzluğunu ifade eden kelâm terimi” olan ‘bekâ’yı, kendi geleceklerine kılıf yapmakla, kendilerini tanrılaştıranların peşinden yürüme cehaleti, dini peşkeş çekmekten başka bir şey değildir. Bu terimi dinci olmayan biri kullanmış olsaydı, kâfirlikle, zındıklıkla suçlanması sıradan bir şey olurdu. Ama pazarlamacılar kullanınca adı memleket sevdası, millet sevdası oluyor.

Memleketini, milletini sevmek, evrensellikle paralel olmasa da yerelde bir karşılığının olması herkesçe az çok kabul edilebilir bir yanı vardır. Bu yerel sevdayı, evrenin değişmez kuralı haline getirebilme becerikliliği gösteren kişiler, arkalarından sürüklenebilecek milyonların varlığından haberdardırlar. Hedef bu milyonları iktidar aracı olarak kullanmaktır. İnsanın insanı kullanması; insanların, amaçlar için araçsallaştırılması; ahlakı, vicdanı, etik kuralları ve de dini bloke eder; kişilerin özgür iradelerini baskılar. Hipnoz edilmişlerin koyunluk özelliklerinin tamamını gözlemlemek mümkün olur. Bekâ bayraklaşırken, zekânın nerede olduğunun bir anlamı olmaz. Tartışılmasının uygun olmadığı dikte ettirilmiş uhrevi içerikte bir terim etrafında sorgusuzca el bağlamak, boyun bükmek dervişliğe yorumlanarak yüceltilir. Böylece vatandaşlıktan kullaşmaya doğru, zekâ göçü gücüyle yol alınmış olur.

Vatandaşlığın sunduğu vatanın bir parçası olmayla; kulluğun getirdiği, söylem geliştirenlerin avukatlığına geçiş kimseyi rahatsız etmediğinde, tuz kokmuştur artık. Kullaşmaya geçişi gerçekleştirmiş bir toplulukta, millet, vatan, insan, hayvan, doğa ve Allah sevgisi olmaz. ‘Varmış gibilik’ vardır, fark edilemezlikler ardında sinsice bekleyen. Ne zamanki kişi, cehaletini fark edecek aydınlığa erişirse, o zaman sinsiliklerin ve hipnozların tılsımı bozulur. Kandırılmış insanlar, sevginin yerine düşmanlığı; tanrının yerine sinsi bir kulu; memleket yerine menfaati; kitabın, okumanın, bilimin yerine sihirbazın sözlerini yerleştirdiklerini anlayacaklardır bir zamanlar. Çoğunlukla gecikilmiş o zamanlarda, fırsatlar elden kaçmıştır.

Bu fırsatları kaçırmamak için uyuduğumuzu nasıl fark edeceğiz ki uyanmaya çalışalım diyenler olabilir. Onlara aşağıdaki soruları cevaplandırmalarını tavsiye etmeli.

  1. Zenginlerle fakirler arasında derin uçurumların varlığı sende rahatsızlık yaratıyor mu? Çöplüklerden beslenenlerin sorumlularını hiç düşündün mü?
  2. Zenginler, fakirleri ve çalışanlarını gözetiyor mu?
  3. Yöneticilerin vatan, millet, insan, din sevgisi nutuklarına göre, karşılıksız (maaşsız, menfaatsiz) çalışabileceklerine inanıyor musun?
  4. Orta halli isen veya fakirsen, fanatiği olduğun yöneticilerin de senin gibi yaşamayı kabul edeceklerine inanıyor musun? Kendini, onlar gibi yaşaması gereken değerde bir insan olarak görüyor musun?
  5. Çocuklarınız yokluk içinde bin bir çileyle okurken, birilerinin çocuğu yurt dışında konforlu bir hayat sürerek okumasını, çocuğuna hakaret olarak görür müsün?
  6. Gençleriniz savaşlarda ölürken, avukatlığını üstlendiğin kişilerin çocuklarının sahillerde güneşlendiğini öğrenince vicdanın sızlıyor mu?
  7. Tapındığınız kişinin yaptığı bir işe akıl erdiremediğinizde: “ ….. yapmışsa mutlaka doğru yapmıştır, taşı gediğine koymuştur.” Dediğiniz oldu mu?

Kişinin beyninde bir kıvılcım kadar da olsa aydınlanmaya, sorgulamaya sebep olabileceği umudu taşıyan bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak olaylar ve icraatlar karşısında, 7. soruyu yaşayan bir kişinin hayat boyu karanlıklarda yaşayacağından emin olabiliriz. Sorgulamadan kabullenmenin varacağı bir aydınlık olmayacaktır. Lakin sürekli birilerinin gölgesinde ve de karanlığında kalma gönüllüsüdürler.

Ne gariptir ki, insanlar yazının icadından beri deneyimlerini kayda geçirip bin yıllar sonrası için bizlere ulaştırmalarına rağmen, bizler bunlardan faydalanamamaktayız. Bugün yaşadığımız problemlerin, bize gelinceye değin kaç yüz kere tekrarlandığını biliyoruz aslında. Sorun, okumanın, bilgilenmenin yeniliklere yol açabileceği fikrinin birilerini endişelendiriyor olmasında. Endişelenenlerin bize öğüdü: okumayın, okumaya zaman harcamayın, biz her şeyi zaten ayağınıza getiriyoruz: İşte müfredat, işte tavsiye edilenler. “Ya tavsiye etmedikleriniz ve eksikse müfredatınız”, sorgusu kişiyi ve toplumu aydınlatacaktır. Totaliter rejimlerin bu sorulara ve sorgulamalara cevabı, ‘yasak’ olmaktadır.

Gelinen noktada: Memleketmiş, insanlıkmış, evrensellikmiş, doğaymış, çevreymiş, hakmış, hukukmuş, adaletmiş unutulalı çok oldu. Varsa yoksa tapınma fanatikliği yaratmış sözde siyasi görüş birlikteliği… Bu birlikteliğin dışlamaya-dışlanmaya, savaşlara, yokluğa, hak ihlallerine yol açtığı akıllardan bile geçmezken; hangi haraminin değirmenine su taşındığının farkında olunmuyor.

Halk nasıl isterse öyle yöneticiler seçer. Halk cahilse cahil yöneticiler seçecektir. Buna demokrasinin tecellisi demek kolay gelir, doğal görünür. Oysa insanlığı geriye götürecek hiçbir yönetim meşru olamaz. Öyleyse mevcut durumda demokrasinin tanımına değil, revizyonuna ihtiyaç vardır (Yunan şehir devletlerine kadar gidilmeli). Seçilen yöneticilerin halkla aynı cehaleti paylaşması, mevcut cehaletten kimsenin haberdar olmadığı gerçeğini haykırır. Balığın suda olup, sudan haberdar olmaması gibi. Böylesi toplumlarda, ‘değişimin gerçekleşmesi, dünyanın ters dönmesine kadar sürer’, dense de umudumuzu yitirmeyelim.

__________________

  1. Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi