Sarayın ve AKP'nin gazetecileri, danışmanları, aparatçikleri boş yere uğraşıyor...

Yurttaşına yönelik katliamın devlet geleneği olduğu ülkelerin acı gerçeğini herkes biliyor: Eğer bir katliam, bir cinayet, bir bombalama aydınlatılmıyorsa, onun faili meçhul değil faili malumdur.

Tahir Elçi'yi katleden kurşunu bulup, sahibini ve bağlantılarını açığa çıkarıp, başta Elçi'nin ailesi ve Kürt halkı olmak üzere, demokratik kamuoyunu ikna edemediği sürece o vebal devletin üzerindedir. Tıpkı, Suruç ve Ankara katliamlarının, Kurşunlu camisinin bombalanmasının vebalinin de devletin üzerinde olduğu gibi...

YALAN VE DEZENFORMASYONLAR

Esasında, sarayın ve AKP medyasının, Tahir Elçi'nin alçakça katledildiği andan beri söylediği yalanlar, yaptığı dezenformasyonlar ve aşağıda açıkça görüleceği üzere bu yalan ve dezenformasyonların ortaya çıkması da çok şey anlatıyor.

Cinayetin ertesi günü, saray ve AKP medyasının kalemşörleri cinayet çözülmüşçesine aynı yazıyı ve aynı yalanları yazıyorlardı. Melih Altınok, şunları yazmıştı:

“Tahir Elçi'nin yanındaki koruma polisleri üzerlerine ateş açarak gelen teröristlere karşı silahlarını çekiyorlar. Çatışma yaşanıyor.

Çatışma esnasında Tahir Elçi de kendini korumak için silahını çıkartıyor ve bu sırada vuruluyor, hayatını kaybediyor. Her şey an be an kameralarda.

Bu veriler ışığında Elçi'nin PKK'lı teröristlerin açtığı ateş sonucunda hayatını kaybettiği anlaşılıyor.”

Markar Esayan aynı senaryoyu, neredeyse aynı kelimelerle dile getiriyordu:

“Teröristler daha sonra Elçi'nin bulunduğu sokağa çatışarak giriyor. Bu noktada hem Elçi, hem de onu korumak için orada bulunan polis memurları silahlarını ateşlemeğe başlıyor. Elçi bu noktada vuruluyor.”

Örnekleri uzatmaya gerek yok. Belli ki, saray ve AKP medyasının yazarlarının hepsinden, aynı senaryoyu yazmaları istenmiş veya bu yazarlar, rejimi aklamak adına, olanı değil, devleti suçsuz gösterecek senaryoyu yazmış.

Tabi gazetecilikle ilgisi yandaşlık düzeyinde olan bu kalemşörlerin herhangi bir gazetecilik refleksi de olmadığından, yazdıkları ertesi gün başbakanları tarafından yalanlanacak ve yerdeki silahın Tahir Elçi'ye ait olmadığı ortaya çıkınca, yeni bir senaryo gündeme getirilecekti.

M. Altınok, pişkinlikle, bir önceki senaryodaki her şeyi çözmüş tavrı ile bu kez yeni senaryoyu şöyle sundu:

“Polislerle, sokağa giren YDG-H'liler arasında kör bir çatışma yaşandı. Bu esnada başka noktalardan da ateş açıldığını ifade edenler var. Polisten kaçan YDG-H'lileri korumak için, PKK'lıların sokağın gerisindeki hendeklerden de ateş açtıkları belirtiliyor. İşte tam bu sırada bir mermi Elçi'nin ensesinden girip alnından çıkıyor. Görgü tanıkları, Elçi'nin ayaklarının dibinde bulunan silahın önce kendisine ait olduğunu söylemişlerdi. Ancak daha sonra ortaya çıkan görüntülerden anlaşıldığı üzere o silah, polisten kaçan YDG-H'lilerden birinin polise fırlattığı silah.”

Ceren Kenar da, yine 30 Kasım'da, Al Jazeera'ya konuşan bir görgü tanığının, 29 Kasım itibarı ile yanlışlar içerdiği kesinleşmiş ifadesini yazısına taşıyarak, kendince Altınok ve benzerlerinin yeni senaryosunu destekliyordu:

"Bu arada dört ayaklı minarenin arka sokağında bulunan hendekten de uzun namlulu silahla ateş açıldı. Tahir Elçi'nin kafasının arkasından vurulduğunu gördüm. Yere düştü, yere düşerken elini beline götürdü kendi silahını çıkarmak için. Silahını çıkardı ama yere düştü, kullanamadı..."

Bu senaryoya, havuz medyasının bir başka yazarı Etyen Mahçupyan da, “Polisler ateş etmeye başladıktan sonra görgü şahitlerinin ifadesine göre hendekler tarafından da ateş edilmeye başlanıyor. Konuşma yerinin hemen 5 ve 20 metre arkasında hendek olduğu bizzat Elçi’nin avukat arkadaşı tarafından ifade edildi. Acaba bütün bu kargaşa hendeklerden yapılacak atışı gizlemek için miydi?” diyerek destek verdi.

Saray ve AKP yazarlarının kaynaklarının hep aynı olması ve hep aynı şeyleri yazması, kendi istediklerini söylemeyen hiç kimseyi dinlememesi, her olaya rejimi nasıl aklarız diye yaklaşması gazetecilik olmasa gerek.

Nitekim, bu senaryonun doğru olmasının mümkün olmadığını, hendeklerin bulunduğu yerden değil, tam tersi istikametten isabet eden bir kurşundan söz etmenin mümkün olduğunu, Ahmet Şık daha 28 Kasım gecesi tamamen verilere dayanarak, son derece objektif bir biçimde gözler önüne sermişti.

Ayrıca, bu devleti ve onun bugünkü sahiplerini tanıyan herkes biliyor ki, eğer Tahir Elçi gerçekten hendeklerden gelen bir kurşun ile vurulmuş olsaydı, mutlaka o mermi çekirdeği de, ateş eden silah da bulunur, en azından etkili bir soruşturma yürütülürdü. Oysa ki, elimizdeki bütün veriler, yandaş medyanın yalan haberleri, dezenformasyonları, şüpheli olarak ifadesi alınan bir polisin bile olmaması ve HDP'nin verdiği araştırma önergesinin AKP oyları ile reddedilmesi ne yazık ki Tahir Elçi'nin katilinin bulunması konusunda hiç umut vermiyor.

ÖNCE ELÇİ SONRA KURŞUNLU CAMİİ

Önce Tahir Elçi'yi öldürdüler, sonra onun ölmeden hemen önce sahip çıkalım dediği tarihsel mirası katletmeye devam ettiler.

Şimdi saray ve AKP medyası, ile sarayın ve AKP'nin başındakiler çıkmış Kurşunlu camisini PKK'lilerin yaktığını söyleyerek, yapılan insanlık dışı zulümleri meşrulaştırmaya çalışıyor. Bir kez daha vurgulayalım: Eğer o camiyi yakan şudur diye gösteremiyorsanız, polis bülteni biçiminde çıkan gazetelerinizin tetikçilerinin yazdıklarından başka elinizde tek bir delil yoksa, o caminin yakılmasının vebali devletin üzerindedir.

İhsan Eliaçık'ın dediği gibi, camide içki içtiler yalanını söyleyen bir rejimin ve medyasının söylediğine kim inanır?

Hem geçtiğimiz Eylül ayında, Varto'daki cemevini ve camiyi kim yakıp yıkmıştı?

Dört ayaklı minareyi kim kurşunlamıştı?

Dört ayaklı minarenin kurşunlanmasına dayanamayan Tahir Elçi şöyle haykırıyordu alçakça katledilmeden önce:

“Yıllar önce Afganistan’da Taliban güçlerinin Buda Heykeli’ni bombalama görüntülerini hep birlikte dehşet içinde izledik. Yine son birkaç yıl içinde IŞİD denilen o barbar grupların Palmira’da, Mısır’da, Ezidi yurdu Şengal’de o insanlığın tarihi birikimlerine yönelik suikastlarını, bombalamalarını hep endişeyle, kederle izlerdik. Ve Türkiye toplumu olarak hep şunu derdik, aman bunlar bizden uzak olsun ne yazık ki çok kısa bir süre içerisinde bizim de tarihi eserlerimize, tarihi değerlerimize yönelik benzer girişimler söz konusu oldu.”

Tahir Elçi'nin barbar IŞİD bağlantısını kurması rastlantı değil, tam da yaşananların özüne işaret ediyor. Zulümlerin arkasında insana, tarihsel mirasa, kültüre saygısı olmayan, yakan, yıkan, duvarlara ırkçı yazılar yazan bir IŞİD zihniyeti var. Tahir Elçi, Bianet'e verdiği mülakatta bunu şöyle ifade etmiş:

“Esedullah timi denilen yapı birçok yerde görülüyor. Bunlar özel tim içindeki kendilerini daha çok milliyetçi dindar olarak tanıtan, bir tür cihat anlayışıyla hareket eden bir yapı.”

BARBAR ZİHNİYETİN TÜRKİYE’DEKİ TEMSLCİLERİ

IŞİD barbarları, geçtiğimiz Şubat ayında Musul kütüphanesi yaktılar. Yakılan nadide elyazmaları arasında, 12. yüzyılda yaşamış Cizreli büyük bilim insanı, bütün dünyada robotik bilimin kurucusu kabul edilen El Cezeri'nin eserleri de vardı. Bir başka Cizreli olan barışın elçisi Tahir Elçi'yi alçakça katledenler de, işte bu barbar zihniyetin Türkiye'deki temsilcileridir...