Yazıma Suriyeli bir arkadaşım ile sohbetimden kısa alıntı yaparak başlayacağım. İsmi Abdullah. Kendisi uzun süredir İstanbul’da yaşıyor. Suriye’deki birikimiyle, yarım yamalak Türkçesiyle, İstanbul’da kendisine ait bir iş kurmuş. -Zor koşullarda-

Onunla ilk buluşmamız da -yaklaşık 5 ay önce- ona soracak çok sorum vardı. Öyle de oldu.

Her insanın merak edebileceği, klasik bir soruyla başladı siyasi sohbetimiz: Türkiye’ye gelmeden önce nasıl bir yaşamın vardı?
Tabii bu soru ona komik gelmişti. Gülerek:

‘Senden bir farkı yoktu’ dedi. Açıkçası onun bu cevabı beni de güldürmüştü: ‘Yani Suriye’nin neresinde yaşıyordun, okuyor muydun?’ gibisinden sordum dedim, gülerek.

Suriye’nin Halep şehrinde yaşadığını, iç savaş öncesi de orada üniversite okuduğunu söyledi. İç savaş sonrası kendisi Türkiye’ye gelmiş, ailesi de Suriye’de kalmış. İstanbul’a geldiğinde burada ev bulmakta zorlanmış. Bir emlakçının yardımıyla  ev tutmuş, ardından Suriye’deki birikimiyle, arkadaşıyla ortaklaşa bir iş kurmuş ve geçimini o şekilde sağlamaya başlamış.

Kendisi bir süre burada düzenini kurduktan sonra, yanına Suriye’den akrabaları  gelmiş. Abdullah, Suriye'de kalan ailesi için de endişeleniyor ve onları çok özlediğini sık sık dile getiriyordu. 'Ailen neden seninle birlikte gelmedi?' sorusunu da yanıtsız bırakıyordu. Şu an yaşadığı evde yedi kişi kalıyorlarmış. Bu durumdan rahatsız olduğunu, ama bir yandan bu şekilde yaşamaya mecbur olduğunu da kısa bir cümleyle konuşmasına ekledi. Abdullah, özetle kendini bu şekilde tanıtırken, sohbet sırasında savaş öncesi Suriye’nin durumunu  da sordum. Bu sohbeti sizlere anlatmamda ki asıl önemli nokta da burası.

Esad, iktidarı için Kürtlere vatandaşlık hakkı verdi


Abdullah, iç savaş öncesi Suriye’de demokrasi sorunu olduğunu ve Esad’ın illegal yollarla iktidarda kalmaya çalıştığını söyleyerek başladı konuşmasına. Muhalefetin, basının baskı altında olduğunu, internetin sansürlendiğini, iç güvenlik yasası ile birlikte ‘protesto hakkı’nın gasp edildiğini anlatıyordu. Protestolar yayılmaya başladığında Esad’ın, Suriye’nin doğusunda yaşayan Kürtlere vatandaşlık hakkı tanımasını da, iktidar tabanın güçlendirilmesi için yapıldığını söylüyordu.
***
Şimdilik burayı aklımızın bir kenarına not edelim.
***
Türkiye’yi seviyorum ama…

Abdullah, Türkiye’yi ve özellikle de İstanbul’u seviyordu. Artık burada yaşamak istediğini de her defasında söylüyordu.
Yalnız; Türk hükümetinin Suriye politikasından şikâyetçiydi. Suriye’deki savaşın uzamasında da Türk hükümetinin çıkarlarını sorumlu tutuyordu. Gülerek: Sizde de gazeteciler, muhalefet ve halk baskı altında. Türkiye, böyle yönetilmeyi haketmiyor. Çok güzel bir ülke, dedi.

Hatta Türkiye gündemini yakından takip ettiği için, Can Dündar ve Erdem Gül'ün hangi sebepten tutuklanmasından da haberi vardı.

Demokratik bir ülkede gazeteciler niye tutuklanır ki? demek istedi, bozuk Türkçesiyle...

Yine bozuk Türkçesiyle de ekledi: O silah dolu tırları bizim ülkemize yollayanlar değil, bu durumu ortaya çıkaranlar tutuklanıyor. Korkunç!

Sığınmak için geldiğimiz ülke, umarım bizler için cehennem olmaz..

Eminim ki, Abdullah gibi düşünen de birçok Suriyeli var.
***
Abdullah ile bu kısa sohbetimizi anlatmamın sebebi, Türkiye gündemiyle paralel gelişen toplumsal reflekslerdir.

Peki, Abdullah'ın anlattıklarından hangi dersleri çıkarmamız gerekiyor?

Bana göre;

*Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin, hangi koşullarda burada yaşam mücadelesini verdiklerini anlamaya çalışmamız gerekiyor.

*Zamanında Suriye'de olduğu gibi, Türkiye'de de savaş  bizlere televizyon ekranı kadar yakın.

* "Ülkemizde Suriyelileri İstemiyoruz'' çığırtkanlığı yerine; Türkiye'de yaşayan Suriyelileri, kendi çıkarları uğruna birilerinin eline yem olarak teslim etmeyen bir muhalefet olması gerekiyor.

*En önemlisi de -yine bana göre- Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan Suriyelilerin kaderinde, bizim devletimizin ne parmağı olduğu...

Bu bayram ipin ucunu daha fazla kaçırmadan tutalım. Hepimiz için bir dönüm noktası olsun.

Huzur, barış ve kazasız-belasız bir bayram geçirmeniz dileği ile...

İyi tatiller!