Süleyman Rıdvanoğlu / Demokrat Haber Hatay

Kısa bir süre önce “Suriye’de İdlib ve Cisr eş-Şuğul İştebrak KöyündeAlevilere yönelik büyük bir katliam gerçekleştirildi. Medya’ya bu haber genellikle şöyle yansıdı: “Ağırlığını kanlı terör örgütü El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi’nin oluşturduğu bilinen El Fetih ordusunun Suriye’de İdlib ve Cisr eş-Şuğur’u ele geçirirken Alevilere katliam yapıldı.”(1) Türkiye’de haberi okuyan herkes konuyu böyle algıladı. Ancak ben o gün Antakya’daydım ve katliamın kokusunu adeta burnumda soludum.

Öte yandan konu ile ilgili medyada “…Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD, Suriye ordusuna karşı savaşan “ılımlı” muhalifler için silah eğitimi ile desteğe devam kararı almıştı.” “…Türkiye rejimi tarafından eğitilip en modern silahlarla donatılan teröristlerin ve El Nusra Cephesi’nin de aralarında bulunduğu terör örgütlerin İdlib Kenti, Cisreşşuğur Kasabası ve İştabrak Beldesi’nde katliam yaptıkları iddia edildi. Bu terör çetelerinin iki gün önce İştabrak Beldesi’nde çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 200’e yakın masum sivilin kafalarını vahşice kestikleri, cesetlerin arazide bırakıldığı savunuldu…”(2) gibi bilgilerin paylaşıldığına tanık olabiliriz. İşte tam bu sırada Nisanın son haftasında Ankara’dan büyük özlem duyduğum, doğduğum, çocukluğumun geçtiği, büyüdüğüm memleketim olan Antakya’ya kardeşimin rahatsızlığı nedeniyle yolculuğa çıktım. Ancak kendi memleketimde bu kadar acı çekeceğim asla aklıma gelmezdi. Sonra düşündüm değişen kim ben mi, Antakya mı?

Şimdi şu soruları sormak isterim: Kafaları kesilen insanlar Suriyeli, Alevi, insan, kadın, çocuk başka bir sıfatı olabilir mi sizler için? Ancak benim için bunlardan başka bir sıfatı da vardır. Baba tarafından akrabalarımın yaşadıkları köydü “İştebrak Köyü “. Ne olmuş yani diyeceksiniz. Bir sürü kişi katlediliyor, öldürülüyor.

Ancak ben sizinle başka bir şeyi paylaşmak istiyorum. Söz konusu tarihlerde kardeşim ameliyat olmuştu ve Antakya Devlet Hastanesinde yatmaktaydı. Suriye’de katliamı yapanlardan birinin yaralı olarak kardeşimin ameliyatından 5 dakika sonra odasındaki bir başka yatağı paylaşmasının ne kadar acı olduğunu anlayabilmek mümkün mü? Akrabalarını katleden kişi ile aynı odada yan yana kalmak aynı odayı paylaşmak aynı havayı solumanın ne kadar acı verdiğini sözcüklerle ifade etmek mümkün mü? Antakya Devlet Hastanesinde sağımızda solumuzda katillerle birlikte olmak ne kadar zor bunu hissedebiliyor musunuz? Vergilerinizle, çeşitli vesilelerle hizmet verdiğiniz Devletin, akrabalarınızın katillerine sahip çıkmasının tanımını yapabilir misiniz?

El Nusra katillerinin neler yaptıklarını merak ettiğimden hastanede, konuşmalarını, hal ve hareketlerini takip etmeye, psikolojilerini çözmeye çalıştım. Hastanenin dışında yer alan ve bir bölümü mescit olarak kullanılan binaya doğru giden katilleri takip ettim ve karşılaştığım manzara şuydu: Katil diye düşündüğüm insanların orada barındıklarını, yaşadıklarını ve orayı kendilerine karargâh olarak kullandıklarını gördüm.


Antakya Devlet Hastanesinde tedavi gören kardeşimle yan yatakta yatan El-Nusracı

İşte tam bu sırada kafamı şu sorular kemirmeye başladı: Katledilenler kim? Katil veya katiller kim? Tetikçi veya tetikçiler kim? Katilleri kim neden koruyor? Bugün bunlar yaşandı, yarın neler yaşanacak? Ve bütün bunların yaşanması yıllardır hizmet verdiğim kendi Devletimizin hastanesinde örgütleniyor olması yüreğimi yakmaya başladı. Ölüm Allah’ın emriymiş, her ölümün bir sebebi ve katletmenin de sebepleri varmış.(?)

Beynimi kemiren bir başka soru: Onları “özgürlük mücadelecisi”, kendilerini de demokrat diye nitelendiren insan müsveddeleri aklıma gelmeye başladı. Bu insan müsveddeleri bana çok yakındı ve onlarla zaman zaman aynı yollarda yürüdüğümüzü düşünmek daha da acı vermeye başladı.

Müslüman olduğunu söyleyen yaratıkların, “Ölüme karşı çıkmak Allaha karşı çıkmak anlamına gelir” tarzındaki inançları beynimi kemirmeye devam ediyor. Olan her şey Allah’ın bilgisi ve gücü dahilindeymiş. Ben böyle düşünürken, kardeşimin yan yatağında yatan katillerin, katliamı nasıl yaptıklarını ballandıra ballandıra anlattıklarını duymak hem benim hem de hasta kardeşimin yüreğini yakmaya başladı. İlk kez Arap olduğumu gizleyerek onların nasıl katliam yaptıklarını dinlerken ruh halimizi tasavvur edebiliyor musunuz? “Allah emri gereği ölüme gidilmesi gerekir” öğretisi katliamın ilk habercisidir.

İşin ilginç tarafı da Antakya’dan Ankara’ya dönerken bindiğim otobüsün yarısının Suriyelilerden oluştuğuna tanık olmak benim canımı daha da yaktı. Şimdi “Onlar insan ve savaştan kaçmışlar onları bağrımıza basmayıp ta ne yapacağız” diyenleri duyuyorum.

Hâlbuki işin aslı hiçte öyle değildi. Otobüste yaklaşık 10 saatlik yolculuk boyunca çoğunluğu El Nusra militanı oldukları konuşmalarından anlaşılan kişilerin yaptıkları katliamı dinledim. Tabi ki benim Arapça bildiğimi düşünmedikleri için bu kadar rahattılar. Her şeyi, Alevileri katletmenin cennete gitmek için yeterli bir sebep olduğunu da anlatıyorlardı. Kafa kesmeler, kelle uçurmalar, vs. Kendi memleketimde işkence görmek, kolay anlatılabilecek bir duygu değildi. Tam da sözün bittiği yerdeydim. Ve hayatımda ilk kez Araplığımdan ve insanlığımdan utanmaya başladım.

Sonra da sorgulamaya başladım, geçmişimi geleceğimi… Gelişmiş ülkeler diğer ülkelerin gelişmesini istemezlermiş. Evet, istemezler de gelişmemiş ülkelerin halkları o kadar düşüncesiz ve kültürsüz mü? Yanıt veremiyor ve kafam karma karışık bir şekilde ortalıkta dolaşıyordum. Sonra aklıma Suudi Arabistan’da çalışan bir akrabamın anlattığı bir gerçek geldi; şeriat kuralları gereğince, Suudi Arabistan’da her erkek 4 kadınla evlenme hakkına sahip. Ancak ilk kadın, evlendiği erkeğin bir başka kadınla evlenmesini engellemek için çok para harcamaktadır. Böylece hem evlendiği erkek fakirleşiyor hem de gereksiz harcamalarla devletinin zenginleşmesine engel oluyor. S. Arabistan’daki evli kadınların çoğunun böyle davrandığı bu yakınım tarafından bizzat aktarılmıştır. İşte emperyalist devletlerin savaş çıkarma nedenlerini daha iyi anlamaya başladım. Zayıf kalsın ki bir adım dahi ilerlemesi mümkün olamasın. Tıpkı birden fazla evlenme hakkına sahip olan erkeklere karşı kendi çözümünü üreten kadınların yaptığı gibi.

Antakya’dan Ankara’ya gelirken yaptığım otobüs yolculuğu benim açımdan oldukça ilginçti. Otobüse bindiğimde kendimi öz vatanımda değil de Suriye’de hissettim. Otobüsün yaklaşık yarısının Suriyeli olduğuna tanık oldum. Onların masum ve mazlum vatandaş olduklarını sakın aklınızdan geçirmeyiniz. Hemen hemen hepsi internette ve basında resimlerini gördüğümüz uzun sakallı, ellinde bıçak kafa kesen canileri andırıyorlardı. Önce tedirgin oldum, binip binmemekte tereddüt ettim. Ama binmeliydim başka çarem yoktu. Ankara’da ailem bekliyordu. Tam koltuğa oturacakken yanımdaki adamın suratına baktım, elleri kanlı gibi geldi bana. Önyargılı olmamak gerek deyip oturdum. Benimle Arapça konuşmaya çalıştıysa da Arapça bilmiyormuş gibi davrandım. Sonra arka sıralarda oturanlarla sohbetini dinledikçe ürkekliğimin ne kadar yerinde olduğunu anladım. İskenderun’a kadarki yolculuğum boyunca yapılan katliamlardan kısa öyküler dinledim. İskenderun’da ise firma yetkilisine bu insanla Ankara’ya kadar yolculuk yapamayacağımı söyledim. Firma yetkilisi onu başka yere oturtarak Adana’ya kadar tek başıma yolculuk yapmamı sağladı. Adana’ya vardığımızda ise yanıma oturtulan kişiyi muavin, “Bu Suriyeli değil Kürt” diye tanıttı. Oysa ilerleyen dakikalarda yanımda oturanın Suriye pasaportu taşıyan Suriyeli bir Kürt olduğu ortaya çıktı. Pes ettim, yanımdaki de Arapça biliyordu ve onunla Ankara’ya kadar yolculuk süresince sohbet ettim. Suriye pasaportuyla Kuzey Irak’ta yaşadığını öğrendim. Şu sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor: “ÖLDÜRMEMEK VE ÖLMEMEK İÇİN VATANIMI TERKETTİM” demesi içimi acıttı. Ne olduysa o ana kadar Suriyelilere karşı Arapça bildiğimi gizlerken Kürt olduğunu söyleyen bu şahısla sohbetimi sürdürdüm. Meğer Adıyamanlıymış ve zamanında Suriye’ye kaçmış. Şimdi de Irak’a kaçıyordu. Nereye ve kimlerden kaçacak diye düşünmeye başladım. Bu kişinin bana söyledikleri birkaç tümceyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

  • IŞİD pisliktir ve eninde sonunda bu toprakları terk edecektir.
  • Suudi Arabistan’ın toprakları kutsaldır, ancak üzerinde yaşayanlar ise münafıktır.
  • Pislik, ancak pislikle temizlenir. Bu çerçevede “pislik IŞİD eninde sonunda münafık Arabistan halkıyla savaşacaktır.” Keşke savaşa ihtiyaç duymadan kutsal topraklar kendi üzerindeki münafıkları kusabilseydi.

Kendi kendime şu soruyu sormaya başladım: İnsanların münafık olma nedenleri ne olabilir? İçtikleri su mu, yedikleri yemek mi, sahip oldukları kültür mü, konuştukları dil mi, yaşadıkları toprak mı veya inandıkları din mi? Sadece düşündüm, düşündüm, düşündüm..

Amerika ve Avrupa ekonomik çıkarlarını ve ekonomik gelişmişliklerini geri kalmış ülkelerin savaşmalarına bağlamaya başladım. Eğer Ortadoğu’da savaş olmasaydı bugün bu kadar sömürü olabilir miydi? Emperyalist ülkeler bu ülkelere kendi askerleriyle girmeyerek, iç kargaşalar yaratarak ayakta kalabilmektedirler. Ancak günün birinde yanan bu ateş tüm dünyayı saracak ve herkesi yakacaktır.

Yaşadığım ülke için de şunu düşünmeye başladım:

“Hükümetler belirli bir süre dâhilinde seçimler ile iş başına gelir ve giderler. Fakat devletin diğer kurumları ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) için böyle bir durum söz konusu değildir. TSK, hükümetlere endeksli bir tavır takınamaz. 
“Türkiye’de yaşayan tüm yurttaşlar askerlik yapmaktadır. Suriye sınırının hemen öte yakasında yaşayan Alevilerin katledilmesi eylemine bulaşan bir Silahlı Kuvvetlere sizce herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı saygı duyabilir mi? “

Son söz olarak şunu söylemek istiyorum; “Büyük şeytan Amerika ve İsrail’in halkları ayrıştırıcı ve çatışmaları derinleştirici projelerine payanda olmaktan vazgeçin. Aksi takdirde Fatih Camii avlusunda toplanıp lokum dağıtan selefi-tekfirci grup başta olmak üzere dağıtılan o lokumlar Ortadoğu halklarının boğazında düğümlenecektir.”

YAŞASIN MAZLUM VE ÖZGÜRLÜKÇÜ ORTADOĞU HALKLARININ KARDEŞLİĞİ! YAŞASIN ALEVİ-SÜNNİ KARDEŞLİĞİ!

1)  http://www.gazetecileronline.com/newsdetails/17033-/GazetecilerOnline/iste-erdoganin-adamlarinin-alevi-katliami
2)  Taraf Gazetesi 28 Nisan 2015