6 Aralık günü Yüksekova’da halk bir kez daha sokaklardaydı. Bu defa öfkelerinin nedeni ilçe içinde bulunan gerilla mezarlığının birileri tarafından tahrip edilmesiydi. Böylesi bir şeyi kim neden yapar? Bunu başlı başına tartışmak gerekebilir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin en örgütlü olduğu bir alanda böylesi bir şeyi kimler yapmayı göze alabilir. Birilerinin kendi başına böylesi bir şeyi yapması elbette beklenemez. Böylesi saldırılar karşısında duyarlılığın ne kadar olabileceğini bunu yapanlar biliyorlardı elbette. Burada aslında doğrudan bir halkın benim kutsalım dediği değerler üzerinden bu halkın özgür yaşam/özgürlük ideali ile oynama vardır.

Böylesi bir saldırıya karşı öfkelenmek, sokağa inmek bu halkın en doğal/tabi hakkıdır. Öyle de oldu; mezara yapılan saldırı öğrenildikten sonra Yüksekova/Gewer halkı sokağa indi ve bu durumu protesto etti. Bir halkın kendisi için sokakta olma hakkına kimse engel koyamaz. Hele hele doğrudan yaşam hakkına bir saldırı yapılmışken buna kayıtsız kalmak beklenemez. En doğal yaşam hakkı için sokağa inen halka polis saldırdı ve iki insan yaşamını yitirdi. Reşit ve Veysel İşbilir’in yaşamlarını yitirmelerinden sonra eylemler daha bir yoğunluk kazandı. Eylem sürecine başka illerden de katılımlar olmaya başladı.

Bu eylemlerden bir tanesi de HDK/HDP’nin çağrısı üzerine İstanbul’da oldu. Galatasaray Lisesi önünde toplanan kitlenin Taksim Meydanı’na yürümesine polis izin vermedi. Bunun üzerine basın açıklaması Lise’nin önünde yapıldı. Basın metninin ilk cümlesi; “barış sürecinin provokasyonlarla engellenmesine izin vermeyeceğiz oldu”.

İlk etapta belirli aralıklarla iki ay boyunca gerilla mezarlığına saldırılar gerçekleştirilmiş, daha sonra da bu saldırıları protesto için en doğal hakkını kullanmak isteyen kitlelerin üzerine ateş açılmış ve bu ateş sonucu iki insan yaşamını yitirmiş bizler ise “provakasyonlara gelmeyeceğiz” diyoruz. Ortada çok açık bir şey var, mezarlara yapılan saldırı provakasyon ise bu saldırılar bir süredir düzenli şekilde devam etmektedir. Tıpkı Kalekolların yapımı gibi.

Devlet bir yandan Kürdistan coğrafyasının birçok alanına Kalekollar, “sınırlara” duvarlar örerken diğer yandan da Kürt halkının en duyarlı olduğu mezarlıklara saldırılar gerçekleştiriyor. Bir şeye provakasyon demek için bütün bunların başka güçler tarafından yapılıyor olması gerekir. Bir şekilde devlet ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve de onun Lideri Abdullah Öcalan ile bir süreç yaşanıyor. Öcalan en son yaptığı açıklama ile de bu sürecin açık müzakere sürecine dönüşmesi gerektiğini aksi takdirde çekilmekten başka yapacak bir şeyinin kalmayacağını ifade etti.

Şimdi AKP iktidarı başlayan süreci gerçek bir müzakere sürecine evriltmek yerine hep başka başka gündemler yaratarak süreci bir kez daha çözümsüzlüğe/çürümeye bırakmak istiyor. Bunun açık/somut örneği de Tayip Erdoğan’ın Diyarbakır/Amed çıkarması oldu. Orada Kürt Özgürlük Hareketi’ni göstererek “ben size mecbur değilim” dedi. Hatta orada yeni siyasi oluşumların ilk adımını da kendisi atmış oldu. Bir yandan meydanlardan “bize kimse engel olmaz, biz mutlaka bu iki halkı barıştıracağız” nutuklarını atarken, diğer yandan ise adeta somut bir adım atmayarak gerçek politikasını açığa çıkarmakta.

Bu duruma rağmen Yükseova/Gewer’de yaşananlardan sonra gerek HDK/HDP ve gerekse de BDP’nin sürecinin sabote olmasına izin vermeyeceğiz yönlü açıklamalarını anlamak son derece güç.

Roboski Katliamı yıldönümü yaklaşıyor. 28 Aralık 2011 tarihinden bu yana iki yıl geride kaldı. Bütün yönleri ile ortada duruyor bu katliam. Devlet/AKP bütün çabası ile bu katliamı unutturmaya çalıştı, ortada hala ciddi bir çalışma yok. 34 Kürdün çıplak bedeni hala toprağın üzerinde duruyor. Bir insanlık suçu için yargılanan kimse olmadı. Üç devrimci Kürt kadının (Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Söylemez) katledilmeleri üzerinden de hemen hemen bir yıl geçiyor.

28 Aralık tarihinde Kürt Halkı ve de onun dostları, devrimci/sosyalist yapılar bir kez daha Roboski katliamını lanetlemek için sokaklarda olacaklar. 9 Ocak’ta ise üç devrimci Kürt kadını için. Devlet/AKP ise bir kez daha bütün militer kuvvetleri ile kitlelere karşı saldırı içinde olacak. Tayip Erdoğan’ın dün yüzünde alaycı bir eda ile Edirne’de “birileri Hakkari’yi karıştırmak istiyor” sözünden ne anlaşılacak? TSK’ya ait savaş uçaklarının bombalaması ile 34 Kürdün bedenlerinin paramparça edildiği Roboski katliamı provakasyondu, Paris’de üç devrimci Kürt kadının katledilmesi provakasyondu, en son 6 Aralık tarihinde Yüksekova/Gewer’de iki Kürdün daha öldürülmesi provakasyondu.

Aslında özellikle de Roboski katliamından bu yana açık bir şey ortada; devlet/AKP bir yandan katliamlarına devam ederken diğer yandan da “bunlar provakasyondur“ diyerek hem Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve hem de Kürt halkına bir şey söylüyor; “hizaya gelin!”.

Bunu da bir yandan içinde/doğrudan kendisinin olduğu suçlarını gizlemek, diğer yandan da Kürdistan’dan doğru gelişebilecek devrimci bir çözümü engellemek için yapıyor. Şayet öyle değilse ikinci yılını geride bırakacağımız Roboski katliamını, bir yılını geride bırakacağımız Paris Katliamını aydınlatsın ve Yüksekova/Gewer’deki provakasyoncuları açık etsin. Bunu yapmayacaksa bizler de artık “süreç heval” cümlesini bir yere bırakalım, sokaklardan gelen sese kulak verelim.

Hatırlayalım ki, barış bizim/halkların/egemen(eril) sistem karşıtlarının talebidir. Halkların bir arada özgür yaşama talebi ve de kararlılığıdır. Barış AKP gibi pragmatist/militer bir iktidara, Tayip Erdoğan gibi diktatör bir lidere bırakılamayacak kadar önemlidir.

Tıpkı Bertolt Brecht’in dediği gibi; “Ama barış bir ağaç değil, ot değil ki yeşersin: Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir.”

Bizler de yıllardır Gewer/Yüksekova, Cölemerg/Hakkari, Amed/Diyarbakır’ın sokaklarında biriken isyanı alıp tıpkı Gezi sürecinde olduğu gibi daha da çoğaltmalyız. Süreç öfkeyi isyana, isyanı sokaklara katma zamanıdır heval!