Bu aralar farklı ideolojilere mensup kimi bireylerin birbirlerine hitap ettiği mektuplarla sık sık karşılaşır olduk. Sadece sosyal medyada da değil, gazete ve TV’lerde de öne çıkartılarak yer bulmakta bu mektuplar. Sosyal medyada ise “işte bu” notuyla binlerce kişi tarafından paylaşılıyorlar. Mektuplar genelde “Sevgili Türk/Kürt/Solcu/Ülkücü/Dindar… Kardeşim” diye başlıyor ve “Türk/Kürt/Solcu/Ülkücü/Dindar…Kardeşin” diye bitiyor. Mektuplarda genel olarak bir birlik, beraberlik vurgusu öne çıkıyor.  “Aslında biz birbirimize benziyoruz…kucaklaşalım, oyuna gelmeyelim” söylemi bu mektuplardaki genel mesaj.

Bu aslında eskinin korporatizm fikrinden başka bir şey değil. Temel mantık şu: Farklı alanlarda ama aynı amaç için çalışıyoruz. Hepimiz birbirimizi tamamlıyor ve vatanımız, ulusumuz için çaba gösteriyoruz. Kavga etmemize gerek yok. Bildiğimiz ulusçuluk fikri yani. Batıdan 1900’lerin başında alınan bu fikir batıda dönüşeli çok oldu. Şöyle ki artık “hepimiz biriz, birleşelim” yerine “farklıyız ama birbirimize ve haklarımıza saygı göstermek zorundayız”a doğru evrildi.

Bu topraklarda ise bu dönüşüm yaşanmadı, yaşanmıyor. Devlet hala her şeyin üstünde görülüyor. Farklı ideolojilere mensup gruplar çatıştıklarında çatışmanın bir noktasında “acaba bu çatışmadan devletimize zarar gelir mi?” diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor. İnsanların kendine güveni yok. Çatışmanın, farklılaşmanın devleti yıkabileceği bunun ise kendilerini yok edeceği düşünülüyor. Zenofobinin ortaya çıkardığı bir duygu. Zaten mektupların içeriğine bakıldığında “bizim bu kavgamız yabancıların/düşmanlarımızın işine geliyor” duygusu açıktan hissediliyor.

Mektuplarda “sen farklısın ama sen de benimle aynı haklara sahipsin, sana karışmaya hakkım yok” denilmiyor. Hiçbir grup bunu demiyor. Kürt kardeş zaten kabul edilme derdinde. “Biz aslında düşündüğünüz gibi bölücü değiliz” diyor. Türk kardeş “evet ezildiniz ama bu ülkede, bu bayrak altında birlik beraberlik içinde yaşayabiliriz” diye cevap veriyor. Ülkücü “solcu kardeşim biz aslında aynı şey için çabalıyoruz, oyunu görelim” diyor…Karşılıklı mektuplaşmalar bu doğrultuda devam ediyor.

Tabi “bak Gezi’de hepimiz nasıl da bir araya gelebildik” demeyi de ihmal etmiyorlar.  Hepsi mutlaka Gezi’ye referans veriyor. Gezi’de BDP’li kardeş ne de güzel Kemalist kardeşinin elinden tuttu onu gazdan kurtarmaya çalıştı. Yanlarında da bir ülkücü. İşte bu! Günlerce manşetlerden inmeyen aranan birlik fotosu. Dindarlarla da sorunumuz yok. Hükümet, özellikle de Başbakan daha kucaklayıcı olsa tamam olacak. Tüm kardeşler kucaklayacak, mutlu mesut yaşayacağız. Mesaj bu.

Haktan, hukuktan bahseden pek yok. Örneğin Kürdün hakları ne olacak? Ülkücü arkadaş, Kürdün hakkına nasıl bakıyor?  “Kürt ile hiçbir sorunumuz yok, Kürtçe konuşsun tabi ama anadilde eğitim olmaz çünkü hassas konu o”nun ötesine geçebilecek mi? Kürt kardeş, haklarından feragat etmeden ve kendi kalarak kendini kabul ettirebilecek mi? Sünni, Alevi’nin hakkını kabul edebilecek mi? Diyanet, zorunlu din dersi, Cem evi meselelerinde ne düşünüyor Sünni? Laik, türbanlının (cemaat ise cemaatin) ODTÜ’de örgütlenme hakkına nasıl bakıyor? Muhafazakar, laikin içkisi hakkında ne düşünüyor? Trans bir birey iş sahibi olabilecek mi? Hadi bunu da geçelim, korkmadan rahatça yürüyebilecek mi sokakta? Ermeni tacize uğramadan soykırımda ölenlerini anabilecek mi? Bu sorular uzatılabilir. Özetle belli oluşumlar veya fikirler adına mektup yazan arkadaşlar diğerlerinin hakları konusunda ne düşünüyorlar?

Mektuplarda bu vb. soruların cevapları yok. Tipik “biz de mağdur olduk, siz de oldunuz ama artık kucaklaşma, helalleşme zamanı” söylemi. Eskiden bu söylem bilinçlice devlet/iktidar tarafından geliştiriliyordu. Halk haklardan bahsetmeden kenetlensin istenirdi. Bu arada tabi baştakiler ceplerini doldurmakla meşguldü. Şimdi artık bu bireylerce kendi isteklerince yapılır hale geldi. Devletin arayıp da bulamadığı. Halk kendiliğinden vatan-bayrak gibi sembolleri de kutsayarak kenetleniyor ve haktan bahsetmiyor. Bu ruhu Gezi ortaya çıkardı deniliyor. Bu durumda şu soru da sorulabilir? O halde Gezi ruhu dediğimiz aslında ulusçuluk mu? Onca direnişin ortaya çıkardığı bu mu?

İnsanlar iktidar karşıtlığı üzerinden birbirlerinin farklılıklarını ve haliyle sorunlarını ve haklarını görmezden gelerek, yok sayarak bir araya geliyor, bütünleşiyorlar. Fakat bu bütünleşme grupların ne sorunlarını çözer ne de birbirlerinin haklarına saygı duyduklarını. Hak mevzuu “hele bir iktidarı devirelim sonra haklarımızı tanırız” denilebilecek bir şey değildir. Hak ertelenemez. Bu tarz bir birlik suni, ayakları yere basmayan bir birliktir. Haklardan bahsetmeden yapılan birlik ve kardeşlik çağrıları önce “hepimiz kardeşiz bu kavga ne diye?” şeklinde içli içli şarkı söyleyip hemen peşinden “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” diyene çatal-bıçak atanı alkışlamak kadar absürttür. Bu ise kardeşlere kar getirmez, zarar verir.