“Ekmek kırıntıları 

serpiyorum cephede 

kum torbaları üstüne 

su verirken 

evinde generalim 

kuşkonmaz çiçeğine”

Sunay Akın

***

Sözü öldürdüler azizim, herkes artık kendi sözünün katilidir. Bir masa etrafında sözle Kürt sorununu çözemeyenler sadece sözü öldürmedi. Gerçeği en önce öldürüp hırsları ile insanları toprağın altına gönderiyorlar. Dertleri, çıkarları, yandaşlıkları, saltanatları, kendi gelecekleri için öldürdüler sözü.

Hep derler bizde bir batı hayranlığı var, eee koltuk sahipleri ve yandaş muhafazakarı da durur mu başlamışlar batıyı taklit etmeye. Yalnız zihniyet olarak ortaçağdan başladılar taklit etmeye, savaş olarak da haçlı seferlerini. Yaptıkları haçlı seferlerini kendi iç ülkesine ve “Allah” adına kafa kesen caniler aracılığı ile yapmaya çalışıyorlar. Sokak ortasında çocukları ve sivilleri öldürerek “güç” gösterisi yapmak kendi adlarına göre o kadar ucuz ki. Öyle ya silahsız birini öldürmek güçlü bir vicdansızlık ve ahlaksızlık gerektirir. Ha bu arada ahlak demişken kadın bedeni üzerine kurdukları ahlak anlayışından söz ediyorum. Savaşın da bir ahlakı var, yalnız güç ahlak tanımaz. Öldürülmüş çıplak kadın bedeni üzerinden yaratacağınız birlik, beraberlik ve cennet ancak salyalardan bir cehennemdir.

İktidar kalemşörleri yani nakitle çalışan yazman sürüsünün yanına Orta Asya kürdü Metiner gibi insanları da ekledik mi al sana savaşta haklılık.

Tek taraflı ve sınırlı sorumlu tepki geliştiren sanatçı samimiyetsizliğini ekleyince savaşın tadından yenmez hale geliyor. Günlerdir insanlar ölüyor çıkıp tek laf etmemiş “sanatçı “ medyatik ölüm görünce üzerine zıplamaktan imtina etmiyor. Misal sanatçının duyarlılığını Diyadin’de öldürülen iki çocuk uyarmamışsa kusura kalma ama sen de bu savaşta tarafsın. Gerçi kusura kalsan da fark etmez, kusur karakterin olmuş. Haliyle ülke yanıyor “sanatçımız” camdan saçını tarıyor modunda ülkenin en yüksek kaşesine sahipken. Peki kimdir bunlar? Alkış görünce halkı hatırlayanlardır.

Peki ya hayvan ve çevre duyarlılığı taşıyan lakin duyarlılığı Ankara’dan öteye gidemeyen duyarlı ağabeyleri, ablaları nasıl sınırlı sorumlu duyarlılıktan kurtaracağız.

Dert çok toplu taşımada ayakta giden çoğunluk kardeşlerim. Kardeş dediysem sadece cümle olsun diye yoksa kimse ile kardeş olmayı tasvip etmiyorum. Derdimiz kardeş olmadan eşit olmak.

Savaşı isteyenler de ölmesin diyorum lakin eğer bir savaş olacaksa önce onlar ölsün diyorum. Peki yaşamı bu denli savunurken böyle bir cümleyi neden yazdım sevgili çayı iki şekerli içerek ülke ekonomisini dışa bağımlı hale getiren kardeşim; Misal koltuğunda oturup kendi oğlunu tatile gönderen, başkasının evladını cepheye gönderenler ölsün. Bakalım savaş o zaman tatlı gelecek mi?

Ya da her gün ana haber bültenlerinde daha fazla nasıl kan akar diye ajitasyon çekip muktedirlerin ekmeğine eliyle yağı sürenlerin evladı bir kez ölmüş bedeni ile çıksın ana haber bültenlerine veya “at avrat silah” diyen ama işin sadece avrat kısmında kalıp diğer iki unsuru memleketin yoksul çocuklarına yaptıranlar gitsin cepheye, bakalım ölmek bu kadar tatlı mı?

Belli bir kesime sürekli ajitasyon ve manipülasyon yüklü bilgi veren bir cenahın, sokakta yarattığı akıl ülkeyi ancak ateşe taşır. Sürekli dış mihraklar deyip ve dış mihrak olanlarla kirvelik mertebesi dahil her türlü iş tutan adamların çelişkileri, 30 yıldır bu savaşı devam ettiren medya üzerinden servis edilmeye devam ediliyor. Dürüstlükten söz edip dürüstlük adına vicdana giden hiçbir eylemi olmayan iktidar sahiplerinin sırf seçimi kazanamadı diye neleri feda ettiğini, aklı vicdanı olan herkes görüyor. Dünyanın gözü önünde söyledikleri yalana sadece kendi cenahlarını inandırıyorlar.

Küçük bir örnek verecek olursak; Selahattin Demirtaş’ın kızları ve oğullarının yurt dışında üniversite okuduklarına inandırılmış bir kitle var. Yani iki kız çocuğu olan ve en büyüğü 2004 doğumlu olan kızını yurt dışına üniversiteye okumaya göndermiş bir akılla karşı karşıyayız. Bu ne demek oluyor; Bizlerin barış adına doğruları anlatmamız gereken bir kitle var ve bu insanlara maruz kaldıkları yalanları anlatırsak 400 sayısını isteyen kafanın okeye dördüncü bulamayacağı bir zamanı görebileceğimize inanıyorum. Kısacası ve özcesi bu savaşı halk durdurur. Yanisi şu demek oluyor ölüme kimlik ve taraf sormadığımız gün o savaş kendiliğinden bitecek.

Kürt sorunu yok deyip Kürtçe şarkıya tahammül edemeyen birader sana diyorum; İnsanların bu çağda ölmesi vatanı nasıl sağ yapıyor. Ne yazık ki algı ve dünya görüşü olarak daha da “sağ” yapıyor.

Şair’in de yukarıda dediği gibi generaller çiçek sularken balkonunda kum torbasının arkasında barut kokusu çeker gencecik çocuklar.

***

“Hain

generaller:

ölü evimi görün,

bakın paramparça İspanya'ya:

erimiş maden akıyor her evden

çiçek yerine,

her çukurundan İspanya'nın

İspanya yükseliyor,

her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor,

gören bir tüfek,

kurşunlar doğuyor her cinayetten,

o kurşunlar günün birinde

on ikisinden vuracak yüreğinizi.”

Pablo Neruda

***

Sayı olarak en son 3’e bölünmüş TKP’li burukluğu ile aklım vicdanım bedenim savaş istemiyor ve benim yerime ne gerilla ölsün ne de asker. Eğer bir gün savaşı istersem o silahı alır en önde cepheye giderim. Ortalama 60 yıl ömrü olan bir insan evladı olarak “söz”ün kerametine inanmaya devam edeceğim. Ben biliyorum ki söz kendini bilirse çözülmeyecek sorun yoktur, yeter ki sözü taşımasını bil.

Sosyal medyada elinde mavzerle gezen gerçek hayatta elinde kahvesi ile milliyetçilik pompalayan ve belli bir ücretle kan pazarlayan bir cenahın varacağı en son yer mahkeme salonudur. Bu olur mu? Gözümüzü açıp yalanlarını suratlarına vurursak şahadet şerbetini başkasına içirmeye çalışanları, bu zırto sürüsünü hak ettikleri hukuk kurallarına kavuşturabiliriz.

Virgülü nerede kullanacağını bilmeyen lakin çantasında 3000 kişilik viski içenlerin adlarını taşıyan ve hırsızlıktan kaydı bulunanlara inat bu savaşı ne durdurur? Bu savaşa karşı olmak mevcut sorunları çözmez elbette. Dolmabahçe’de dile gelen mutabakatın hayatta pratiğe geçmesi ile mümkün. Kısacası inkar, asimilasyon ve savaş politikalarını ret edip eşit yaşam koşulları dahilinde “özgürce var olma” olmadığı sürece bu şiddet herkesi yakmaya devam eder. Bir cümle ile anlatılabilecek bir yaşamı bu kadar zora sokmanın tek bir manası var; korku ve rant imparatorluğu yaşasın diye.

Ülkede gittikçe artan şiddet sarmalı yine en çok barış isteyen toprakları tüm canlıları ile yakmaya devam ediyor. Ortadoğu’da küçük imparatorluk peşinde koşan imitasyon stratejik akıl sahibi Ortadoğu’ya gireyim derken Ortadoğu’yu buraya getirdi. İşte onlar düşünür bunlar yapar hesabına en güzel örnek, yeme yanında öl hesabı. Toprağım dediğin yerde işgalci gücü gibi gezmeye devam edersen ve elindeki silahı terbiye aracı olarak görmeye devam edersen alacağın cevap elindekinden farklı olmaz. Şiddeti kendi adına meşrulaştırırsan başka bir meşruiyete sebep olursun ve bu seni yakar. Bu diyalektiği anlamadan ezilenin üzerinden geliştirilen linçi de doğru bulmadığımızı ara not olarak da belirtmekte fayda var. İnsanlara direnmekten başka bir seçenek sunmazsan tek seçenekle kendi koltuğunu sarsmaya devam edersin.

Velhasıl-ı kelam akılla söyleyecek sözü olan herkesin aynı cümlede buluşması dileği ile; Yaşatmaktan ve Barıştan başka çaremiz yok. Gelin cephedekileri de yanımıza çağırıp “sözün” kerametine bırakalım kendimizi. Söz uçmaz, bırakın kuşlar uçsun.