Türkiye’nin ana muhalefet partisi olan CHP’de haftalardır süren şaklabanlıklara bakınca, Türkiye’yi neden hep sağ muhafazakâr partilerin yönettiğini anlamakta hiç güçlük çekmiyoruz. Mart/1994 yerel seçimlerinde 3 sol partinin 3 ayrı aday göstermesi sonucunda Melih Gökçek’in kıl payıyla büyükşehir belediye başkanı seçilmesi ve neredeyse çeyrek yüzyıl başkente ve tüm yurda bela olması bunun en çarpıcı örneklerinden bir tanesidir. Fakat böylesi bir sersemlik ve aymazlık sergileyen partilerine yeterince tepki gösteremeyen sol kesim veya seçmenlerin Melih Gökçek ve/veya benzerlerinden şikâyette bulunmaya hakkı var mıdır? İnce’nin bugünkü duruma yönelik yorumu net ve gerçekçi: “Felakete doğru sürükleniyoruz”. Yıllardır yaptığı binlerce hata ile oyunu %22’ye gerileten ve dış partilerin desteğiyle de gösterdiği Cumhurbaşkanı adayı taş çatlasa %30 oy alan CHP, aslında bu kadar teveccühü bile hak etmediğini, sol seçmeni ve solcu bireyleri hep mağdur ve mazlum durumuna düşürdüğünü ve alıp alabildiği bu 1/5’lik oyun (en kısa ifadesiyle) “seküler kesimin İslami bir rejim haline dönüşme korkusundan” kaynaklandığını bilmeli ve anlamalı... Yoksa genel başkanı ortalama her 30 yılda bir değişen bu CHP, çekilir dert değil gerçekten... En son 1960-70’li yıllarda Türk solu az çok vatandaş ile bütünleşmişti. Oysa bu yakınlaşma daha sonra tamamen koptu. Atatürk’ün kurduğu parti olan “CHP” tabelasını taşımaktan başka övünç kaynağı olmayan parti, halk ile arasına her zaman mesafe koydu, duvarlar ördü. Dolayısıyla, solda yeni ve taze oluşumlar kaçınılmaz ve elzem...

Artık iyiden iyiye poker oyununa dönüşen Türkiye-ABD ilişkilerinde her iki ülkenin Dışişleri Bakanları son haftalardaki dördüncü görüşmelerini yaptı. Toplantı sonrası yapılan açıklamalarda, iki taraf da kendi tezlerinde diretiyorlardı. Belli ki henüz herhangi bir mutabakat söz konusu değil fakat kimse de masayı deviren taraf olmak istemiyor. Bir yandan da ilgili taraflar ellerini yükseltiyorlar. Pompeo “yaptırımlarla ciddiyetimizi gösterdik” derken, Çavuşoğlu ise “yaptırımlarla bir yere varamayacaklarını anladıklarını sanıyoruz” ifadesinde bulunuyor. Ülke olarak hepimizin umudu ABD’nin kesin bir sonuç almak için bu sefer ekonomik tarzda yaptırımlara girişmemesi. Zira bu da gerçekleşirse, artık dünya ekonomisini yönlendiren ve dünya siyasetini domine eden bu devin aldığı kararların ‘bizi hiçbir şekilde etkilemediği ve etkilemeyeceğine’ inanmak ciddi bir sorun teşkil edecek. Keşke bu devlet işleri ve diplomasi böyle ‘postayı basarak’ ve 7/24 efelenme yöntemi ile yürütülebilseydi. Böylece çoktan fetö’yü alıp içeri tıkmış, Arap ve Müslüman âleminin lideri olmuş ve çılgın projelerle Avrupalı sanayi ve teknoloji devlerine parmak ısırtıyor olurduk.

Son haftalarda çarpıcılığı ve şaşırtıcılığı sebebiyle bol bol atıf yaptığım Brüksel’deki NATO zirvesinde liderlerin birçoğu ‘parlamentodan izin almalıyız, devam eden bir sürecimiz var’ derken, Trump bir anda Erdoğan’a döndü ve şöyle dedi: “Erdoğan dışındaki hiç kimse işini düzgün yapmıyor.” Sonrasında Erdoğan ile yumruk tokuşturdular. Ne yazık ki hemen akabinde bu sempatik ilişkilere nazar değdi ve iki ülke arasına Brunson krizi girdi.

Dünya ekonomisi zor zamanlar geçiriyor. Kapitalizm yok olma ile baş döndürücü bir dönüşüm geçirme noktasında duruyor. Jason Moore, “neoliberal kapitalizmin krizinin bize, doğayı edinmeye ve sömürüye dayanan birikim diyalektiğinin sonuna gelindiğini gösterdiğini” savunuyor.

2007 yılında finansal kriz dünya ekonomisini derin bir durgunluğa itmişti. Aradan 11 yıl geçti, son veriler, dünya ekonomisinde 2007 yılında 166 trilyon dolar olan toplam borcun, 2017 yılında toplam 237 trilyon dolara yükseldiğini gösteriyor. Dövizle borçlanarak yaratılan borç stoku da Macaristan, Arjantin ve Türkiye’de şimdi ödenemez bir noktaya ulaşmış durumda.

Dünyada bu gelişmeler olup biterken, Erdoğan ilk 100 günlük programını açıkladı. Özellikle seçim vaatlerini gerçekleştirmeye odaklanacaklarını vurguladı. Yapacakları kadar şimdiye dek yaptıklarını da sıraladı. Gerek iç ve gerekse küresel piyasalar artık Türk hükümetinden genel finansal normlarla uyumlu, doyurucu kalkınma ve reform paketleri bekliyorlar… Yaptırımdan ziyade yatırımların gündem oluşturacağı günler dileğiyle...