Birleri sokakları hizaya çekerek ona sahip olabileceğini düşündü. Bütün hayatı kendi yaşamı gibi kurmak isteyen bu yaklaşım uzun bir zamandır adım adım bunu sokaklara yedirmeye çalışıyor. Ben biliyorum en doğrusunu, beni izleyin, dediklerimi yapın hepiniz mutlu olacaksınız dedi. Bunun için kentlerin geçmişten gelen hafızasını taşıyan mahalleleri dozerlerle yıkıp yerine kendileri için belleksiz konutlar diktiler. Sulukule ve Tarlabaşı’nda uygulanan politikalar bu gerçeği bütün çıplaklığı ile bizlere gösterdi. Oysa sokakların bambaşka bir sesi var, sokaklarda her zaman başka bir hayat boy verir. Sokaklar kimsenin değil, kimsenin olmaz, sokakları kendi için yapmaya kalkanlar mutlaka oradan gelişen tepkiden sonra kendi steril alanlarına çekilecekler. Yaşadığımız tam da budur.

AKP iktidarının özellikle de İstanbul’da kurmaya çalıştığı bu yeni yaşama, sokakların getirilmek istenen yeni haline 27 Mayıs tarihinde Taksim Gezi Parkı’nda ‘bu kadar yeter’ itirazı ile isyan gelişti. Bu öyle bir süreç oldu ki, içinde olanların, isyanı ateşleyenlerin, yakından ve de uzaktan izleyenlerin hiçbir şekilde öngöremedikleri bir duruma dönüştü. Başından bakıldığında kimse bugünün fotoğrafını göremezdi. Bu bize sokakların başka bir gücünü gösteriyor. Önce Taksim Gezi Parkı’nda daha sonra bu kentin başka başka parklarında, sokaklarında, bulvarlarında, otobanlarda bu isyan büyüdü. İstanbul’da yetmedi bu isyana, İzmir, Ankara, Mersin, Hatay, Dersim, Amed, Antalya da katıldı…

Bu kentin sokaklarını dolduran bütün insanlar, çok farkı siyasi bagajları, ideolojileri olan çok farklı kesimlerden insanlar sürecin içine aktılar. Sokaklarda yürürken kiminle yan yana, kimin önünde, kimin arkasında yürüyeceğini bilemezsin, sen bir yere yürümek için oradasın ve başkaları da başka yerlere yürümek için oradadırlar. Sokaklar böyle bir şeydir. Bu kez farklı bir şey vardı, kiminle yan yana, önde arkada yürüyeceğini sen belirlemedin, ama aynı yere yürüyordunuz. Bunu sen bile düşünmemiştin bu yürümenin başında. Sokakların başka bir heyecanı, tarihi, hafızası var. Bu kentin daha önceden buluşmayan mahallelerindeki insanlar buluşmuştu.

Özellikle de bölgede yaşanan savaştan dolayı uzun yıllardır Kürtlerin sokaklarda panzere, TOMA’ya, polise taş atmasını kendi salonlarındaki tv’lerinde izleyen ve izlerken de ‘bunlar ne yapıyorlar, polise taş mı atılır’ diyenler ellerine ne geçirdilerse direndiler. Devletin toplumsal talepleri bastırmak için geliştirdiği bütün yöntemleri boşa çıkardı bu öfke. Diyarbakır, Hakkâri, Yüksekova’nın sokaklarında olduğu gibi devletin gazı artık işe yaramadı. Tazyikli su, gaz, jop, kalaslar ilk defa İstanbul, Ankara, İzmir’in sokaklarında insanların öfkesine/ isyanına yenik düştü. Özellikle de 12 Eylül darbesi sonrası itina ile örülen ‘a-politik’, ‘duyarsız’, ‘serseri’ gençler avuçlarında öfkeleri ile sokakların sesine cevap oldular.

Başka başka hayatların içinden gelen milyonlar “çapulcu” olmakla eşitlendiler. Bu kadar farklı yapı içinden gelip de eşitlenmek. Evet, insanlar nerden, hangi sokak, kentin hangi mahallesinden gelirlerse gelsinler sokaklarda yürümekle eşitlenirler. Devletin katı otokratik yapısını hiçe sayarak yapılan bir kez daha bu oldu. Halkların yaşamını etkileyen hiçbir konuda halka rağmen adım atamazsınız, atamayacaksınız. Baskılarınız, yasaklarınız, şiddetinizle halklara boyun eğdiremediniz, eğdiremeyeceksiniz. İşte bütün bu benmerkezci, anti-demokratik, otokratik yaklaşımların birinci elde sahibi olan Tayip Erdoğan’dır. Şimdi birkaç günlüğüne de olsa ülke dışına çıktı.

Sokakların beklentisine, yaşamına kendince bir yol çizmeye çalıştı. Bu sokakları on yıllık iktidarı süresince çok zorladı. Hiç olmadığı kadar da zorlandı.

Bu yeni süreci ne kadar anladığını da bilmiyoruz. Ancak bu iktidar şunu artık bilmeli ki ‘sokakların başka bir sesi var’. Sokakların başka bir gücü var, 27 Mayıs tarihinden bu yana yaşadıklarımız üzerinde çok şeyler söylenecek, çok şeyler konuşacağız, yazacağız. Ancak kesin olan şeylerden bir tanesi SOKALAR ÖZGÜRLEŞTİRİR. İşte bu birkaç günlük süreç içinde bizler bunu bir kez daha yaşadık.