Türkiye her şeyi değiştirecek bir ikili seçim atmosferine yaklaşırken, ülke birdenbire “soğan ekonomisine” giriverdi. Zira soğan, adeta “dış güçlerin” temel finansal enstrümanı dolar (namı diğer “USD”) ile yarışırcasına, 5 sınırını aşarak 6,5 TL/kg’ye dayandı. Buna göre, neredeyse adeta avucunuza aldığınız 1 adet soğan 1 lira oldu. Hani, bir ara muhterem fütürist Yiğit Bulut “1 dolar 1 lira olacak” demişti, onun gibi… Burada hemen temel sorunu ülkenin ekonomi yönetimine yöneltmeden önce, Türk halkının neden biraz daha öngörülü davranmayarak yatırım davranışlarını çeşitlendirmemiş olduğuna odaklanmalıyız belki de. Zamanında, o sakin dönemlerde, dolar/TL 1,5-2 bandında gezinirken, Japon ev kadınlarının bile yatırım aracı olarak TL’yi benimsemiş olması gibi, biz de elbette soğan, patates veya yeşilbiberi daha ucuzken stoklayarak (“stok” kelimesi biraz itici geliyorsa, “saklayarak” da diyebiliriz), paramıza para, değerimize değer katabilirdik. Yeni bir emtia olarak “soğanın” iyi tarafı, zorda kaldığınızda, acıktığınızda soyup yiyebiliyor, bir anda soğanlı bir menemen veya zeytinyağlı enfes bir söğüşe dönüştürebiliyorsunuz. Peki ya ABD’nin doları öyle mi? Doları ancak ‘mecazen’ yiyebilirsiniz, bunun dışında sadece kasada veya kutularda fuzuli yer kaplar…

Haziran 2017’de 1 lira olup Haziran 2018’de 5 lirayı aşan soğan noktasında son noktayı bugün son Başbakan Yıldırım koydu ve içimize su serpti: “Spekülasyon!”. İlaveten, biraz önce Bakan Zeybekçi Twitter’dan derhal savunmayı tahkim etti: “Patatesi soğanı ithal edeceğiz, spekülasyona izin vermeyeceğiz.” Ne harika bir haber… Kim bilir, belki ithal soğanı soymadan da yiyebileceğiz…

Bundan yıllar önce kim düşünebilirdi mazot ile patatesin aynı fiyat olacağını. Dahası, doların 5, Euro’nun 5,5, Pound’un ise neredeyse 6,5 TL’yi zorlayacağını ve aşacağını. Biz henüz hissedemesek de, ekonomimiz gerçekten coşuyor, sayılar şahlanıyor. Biz izliyoruz, şaşırıyoruz, ama kabul edelim, içten içe bir şekilde seviniyoruz da... Nasıl sevinmeyelim? Biz detaylarını çok fazla anlamasak da, Türkiye dünyanın ilk 10 ekonomisi olma yolunda koşar adımlarla ilerliyor. Şunun şurasında, sadece Rusya’yı, Hindistan’ı falan geride bırakmak gerekiyor. 21 yaşındaki Fatih’in İstanbul’u 1453’te fethettiğini, atalarımız Yavuz, Kanuni, Mete, Timur, Cengiz Han gibi büyük idareci ve komutanların tarih sayfalarını süsleyen zafer ve başarılarını düşündüğümüz ve değerlendirdiğimizde, bu mütevazı hedefe ulaşmak ne kadar zor olabilir ki? Ha, şu anki ekonomik verilere ve gerçeklere göre belki 2053-2073 değil de, 2200-2250 dolaylarında gireriz, ama eninde sonunda, hiç şüphesiz, gireriz. Zaten, zamanı geldiğinde, belki biz girebileceğiz, onlar almak isteyecekler, fakat biz istemeyeceğiz. Genelde öyle olmuyor mu?

Mesela AB’nin bütün kriterlerini fazladan fazladan karşıladık ama bu sefih, sefil ve bencil birliğe girmeyi artık biz istemiyoruz. Girmemenin bariz bir faydası, girdikten sonra bir de çıkma derdiyle yüzleşmemektir. Görüyorsunuz, Büyük Britanya namlı İngiltere ikide bir referanduma gidiyor. İngiliz halkı AB’den çıkma yönünde irade gösterdi. Şimdi de May’in AB’ye sunacağı “çıkış anlaşmasını” referanduma götürmeleri gündemde. Bu kadar zorluğa, eziyete ne gerek var hâlbuki. Biz kendimizi bildikten sonra... Üstelik biz Romanya’nın, Bulgaristan’ın bile alındığı, alınabildiği bir birliğe niye girelim ki? 400-500 sene yönettiğimiz ülkeler değil mi bunlar?  Bekleyelim, belki bazı şeyler değişir. Biz kendi milli ve yerli birliğimizi kurarız, bu sefer onlar sıraya girerler. Yeter ki oyuna gelmeyelim, bu büyük oyunu bozalım!

Efendim, neymiş, ithalat-ihracat dengesi diyorlar! Büyük ihtimalle ihracatta kırdığımız rekorları kıskanıyorlar. Diyorlar ki; “2002’de 51,5 milyar dolar iken 2018’de 234 milyar dolar olan ithalat 2002’de 36 milyar dolar iken 2018’de 157 milyar dolar olan ihracattan çok daha fazla artıyor, aradaki açık giderek fazlalaşıyor, üstelik yaptığımız ihracatın da %70’ini ithal girdi ile yapıyoruz, dolayısıyla iyi rakamlar bile biraz aldatıcı, kısacası üretmiyoruz”. Rakamlara dönecek olursak, en başta açıklanan 2023 hedefimiz 500 milyar dolardı, 2018’de ise bu rakam 420 milyar dolar olarak revize edilmişti. Şimdi, şahlanan haliyle, ihracatımız 160 milyar dolar. 5 yılda 3 kat artar mı? Dış ticaret açığımız ise 2002’de 15,5 milyar dolar iken, 2018’de 76,8 milyar dolara dayandı. 2023-2053-2071 hedeflerimiz perspektifinde “puf” diye kapatabilecek miyiz, bu durumu “iman gücüyle” düzeltebilecek miyiz? Tabii ki, inanırsak, başarabiliriz. Eğer Batılı, ateist, Siyonist, mason, haçlı, faizci dış mihraklar engel olmazlarsa...

Sıkı durun ve arkanıza yaslanın. Ne diyor Sayın Erdoğan: “Yolsuzluğun ve yasakların olmadığı bir Türkiye inşa ettik!”